Eşcinsel başbakanları oldu, kıyamet kopmadı!
Fransa Başbakanı Gabriel Attal (Fotoğraf: Depo Photos)

Prof. Dr. Raşit KAYA

1789 devrimi öncesinde, krallık döneminde Katolik (Hristiyan) dünyasının kalesi sayılan Fransa’da başbakan “kardinaller” arasından atanırdı. Günümüzde ise, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron “eşcinsel” olduğu bilinen Gabriel Attal’ı başbakan olarak atadı. O da, bir dönem birlikte yaşamış olduğu Stephane Sejourne’yi Avrupa ve Dışişleri bakanlığına atadı. Bugün bile Türkiye’de ve birçok başka yerde, özellikle de tüm İslam ülkelerinde en azından “küçük kıyamet alameti” olarak görülebilecek böyle bir gelişme Fransa’da neredeyse hiç yadırganmadı. Sanal ortamda ve yerel medyada biraz tartışılmış olabilir ama yaygın (mainstream) medyada neredeyse hiç yer bulamadı.

Oysa, daha 1970’lerde Fransa’da, bırakınız eşcinsel birlikteliği, siyasal figürlerin yasal nikâh bağı olmadan birlikte yaşamaları toplum üyelerinin büyük çoğunluğunca kabul görmezdi. Sonradan en büyük işçi konfederasyonunun başına gelen Georges Seguy evli olmadan birliktelik yaşıyor ve evlenmeyi kabul etmiyor diye Fransız Komünist Partisi’nin (FKP) genel sekreterliğine aday olmaktan vazgeçirilmişti. 1972 yılında FKP’nin genel sekreteri seçilen Georges Marchais’den göreve başlamadan önce resmi nikâh kıydırması istenmişti. Daha da düşündürücüsü, Yürüyüş Dergisi’nin Avrupa temsilcisi bir gazeteci olarak bizzat izlediğim 1976 kongresinde “proleterya diktatörlüğü” partinin tüzüğünden neredeyse oybirliğiyle çıkartılırken, eşcinsel bireylere karşı tutumun belirlenmesi konusunda parti neredeyse tam ortadan ikiye bölünüyordu. Konu daha derinden incelenip, örgütün tüm kademelerinde tartışılıp, iki yıl sonraki kongrede ele alınsın denilerek olası bölünme önlenebilmişti.

Şimdilerde ise, bırakınız “ilerici-devrimci” siyasal formasyonları, tutucu siyasal akımlar bile “eşcinsel evlilikleri” politik tutum alınmasını gerektiren bir konu olarak görmüyorlar. Adeta, “gay lobileri bastırdı, gay bakan başbakan oldu deniliyor”. Eşcinsel bireylerin kiliselerde “takdis” (bênêdiction) edilmelerinde de bir sorun görülmüyor. Eşcinsellerin nikâhlarının kiliselerde kutsanması da artık oldukça yaygın bir talep.

Yeni fikirlerin toplum üyelerine benimsetilmesi elbette hiçbir zaman kolay değildir. Katolik Fransa dinsel alanda gelişme sayılabilecek yönde adımları 1789 Devrimi ve sonrasında, zor süreçlerle aşabilmişti. Ancak, hemen diyalektiğin yasalarının öngördüğü gibi “tarihsel materyalizm” hükmünü icra ediyor diyerek kuramsal, felsefi acele sonuçlara giderek kıvanılmamalı. Akıl ve bilimsel düşünce ekseninde bir düzen yoksa toplumların bu türden yerleşik süreçlerini kolayca, sessizce ve başarıyla aşmak olanaklı değildir.

Bu nedenle laiklik ideolojik-kültürel mücadelelerin hep temel ekseninde yer almıştır ve böyle olmaya da hemen her yerde tarihsel bir hesaplaşmayı da gerektirebilecek biçimde devam edecektir. Kısacası, Fransa’da bile din bir olgu olarak salt kişisel inanç ve vicdan temasına henüz tam indirgenmiş değildir. Dolayısıyla, tepkiler henüz seslerini yükseltmemiş olsa da günümüzde dinci ve etnikçi politikaların yandaşları büyük bir olasılıkla başka yerlerde olduğu gibi burada da ya şimdiden devrededir, ya da devreye girmelerinin vesilelerini oluşturmaya çalışmaktadırlar. Gelişmenin uluslararası politik ilişkiler bağlamında da mutlaka önemli etki ve içerimleri olacaktır.

Fransızlar (ve Avrupa’nın gelişmiş diğer kapitalist ülkelerinin yurttaşları) sanıldığı kadar “kozmopolit” nitelik kazanarak ulusal kökenlerinin sosyo-kültürel özelliklerini yitirmiş değillerdir. Aksine başta eski sömürgeleri İslam ülkelerinden gelen geniş kitleler olmak üzere “göçmen/işçi” statüsünden yurttaş konumuna geçmiş olsalar bile çok yerde onlara özgü, kapalı gettolar oluşmuştur. Bu durum, maddi/ekonomik temelde ayrımların ve ayrımcılıkların da bir tür örtüsünü oluşturmaktadır. Sonuçta siyasal etkinlikler “islamofobik tutumlarla, dinci ve etnik kimlikçi tutucu kesimlerin karşıt saflarda at oynatacakları bir potansiyel arenaya sinsice dönüşmektedir.

Türkiye’nin bu olası gelişmelerden uzak durarak doğrudan etkilenmemesi de beklenemez.