Sol kültür sanat alanında her şeye rağmen hâlâ o kadar güçlü ki, sağ ne yapacağını, solu devlet babasına nasıl dövdüreceğini bilemiyor. Zavallıcıklar!

Bugünlerde AKP cenahından kim ağzını açarsa, aynı telden çalıyor: Bizden olmayanlar ateist, Marksist ve/veya uyuşturucu bağımlısıdır! Ateistten, Marksist’ten adam olmaz, ateistten fayda gelmez, bunlar vatan, millet düşmanı vs… Söylem bu. Bu söylemin çirkinliği bir yana suç olduğunu düşünüyorum. Müslüman’dan hayır gelmez, Müslümanlar vatan, millet düşmanıdır, diyebilir mi bir ateist? Diyemez; derse suç işler. Dememeli de zaten. O zaman, AKP’li milletvekilleri ve yazarlar da ateistler ve Marksistler için benzer şeyler diyememeli.

Fakat propaganda kültürünü Goebbels’den almışa benzer çok insan var ülkemizde. Uyuşturucu bağımlılığıyla ateizm arasında pervasızca bağ kuruyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi vatan haini ilan ediyorlar. Her kurum bu saldırıdan nasibini alıyor. Mensubu olduğum SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) de saldırı altında.

Boğaziçi Üniversitesi’nin sinema kulübünden arkadaşım İhsan Kabil bir yazı yazmış. Bağımsız filmler festivalinde eşcinselleri konu alan filmler var, devlet bu festivale destek olmasın demiş. Uğur Vardan bunun sonucunun sansür olacağını  söyledi. Uğur Vardan haklıydı. Bu homofobi çok komik de geliyor bana bir yandan. Homoseksüeller yıllardır binlerce heteroseksüel aşk hikâyesi izliyorlar da yine de homoseksüel kalıyorlarken, nedense heteroseksüellerin homoseksüaliteyle karşılaştıkları anda cinsel kimlik değiştireceklerinden korkuluyor. İş orada da bitmiyor, cinsel kimlik değişince aile çöküyor, dolayısıyla aile üzerine inşa edilmiş olan toplum da haliyle yerle bir oluyor. Yahu heteroseksüellik dediğiniz pamuk ipliğine bağlı bir şey mi? Eşcinsellik o kadar büyük bir cazibe merkezi mi? Yok yani, eğer öyleyse, bir daha düşünelim. Belki de biz eşcinsel olmayanlar yanlış tarafta duruyoruzdur, değil mi yani?  
Şunu da söyleyeyim: Ben ailenin toplumun yeniden üretiminde yani insan bireyleri yetiştirmede bulunan en iyi çözüm olduğu için var olduğuna inanıyorum. Birçok kişinin düşündüğü gibi, ailenin mülkiyetçi/kapitalist bir komplo olduğunu düşünmüyorum. Ailenin işlevsel olması başka bir konu. Aile içi şiddet, aile içi eşitsizlik, aile içi taciz ve daha birçok sorunu görmezden gelmeden, aileden yana olunabilir. Eşcinsel olmak da zaten aileye karşı olmak demek değil. Tam tersine, en güçlü eşcinsel hareketlerden biri aile kurma hakkı üzerine zaten.

Ayrıca sinemada asla hiçbir şey sansürlenemez diyen de yok, zaten. Çocuk pornosunun sansürlenmesine kim karşı  çıkar? Irkçı propagandadan yanayım diyen var mı? Yani, yana olanlar vardır belki ama söyleyemezler en azından. Bunlarla, eşcinsellere dair filmler aynı kategoride şeyler değil. Eşcinseller var! Çoğumuzun en azından bir akrabası, bir arkadaşı eşcinsel. Eşcinsellerin bazıları ahlaksızdır kesinlikle, tıpkı heteroseksüellerin de bazılarının ahlaksız olduğu gibi. Bazıları da melek gibidir, bazı heteroseksüellerin olduğu gibi. İsteseniz de istemeseniz de, gözden uzak tutsanız da eşcinsellerin toplumlardaki oranı aynı kalacak. Çünkü siz neden böyleyseniz, onlar da ondan öyleler. Birbirimizi de anlamamız için sanata ihtiyacımız var. Hem eğer eşcinseller düşmansa, onlar heterolar hakkında büyük bir istihbarata sahipler çünkü filmlerin çoğu heteroluk üstüne. Heterolar ise zaten yeterince cahiller, bir de eşcinsellere dair filmleri görmeleri olanaksızlaşırsa iyice cahil kalacaklar. Bir de buradan bakalım, arkadaşım!

Fakat mesele burada kalmadı. Eşcinselliğe dair filmlerle başlayan tartışma, SİYAD’ın ateistliği ve Marksistliğine, eski Sinematek’in ülkeye verdiği zararlara kadar uzandı. SİYAD’ı ve Sinematek’i cunta kapatmıştı, 12 Eylül cuntası. Şimdi güya cuntanın en keskin karşıtları, cuntanın üstesinden gelemediği şeyleri yerle bir etmeye çalışıyor. Sizler var ya sizler, sizler cuntanın en has evlatlarısınız! Babanızdan nefret etmeniz, bu gerçeği değiştirmiyor, daha da doğruluyor! Tek derdiniz, babanızın iktidarını almak ve anamızı bellemek! Tıpkı babanızın zamanında yapmış olduğu gibi!
SİYAD, söylemeye gerek yok ama bir meslek derneği. İçinde her türlü görüşten insan var; Müslüman’ı da var, Hıristiyan’ı da, ateisti de. Fakat böyle bir yapıya da tahammülü  yok yandaşların. Onlar solun esamesi okunmasın istiyorlar hayatta. Cuntadan devraldıkları misyonu tamamlamaya yeminliler. Cunta, Yılmaz Güney’in filmlerini yaktıysa, bunlar da Yılmaz Güney’in yerine kendi değer verdikleri isimleri geçirmek istiyorlar. SİYAD’ın yerini MÜSİYAD alsın istiyorlar. Kendi başlarına bunu beceremedikleri için de devleti yardıma çağırıyorlar. Kısacası belli bir konudan başlayan tartışma, dallandı budaklandı ve solun nasıl silineceği noktasına getirildi. Bütün bunlardan ben şu sonucu çıkardım: Sol kültür sanat alanında her şeye rağmen hâlâ o kadar güçlü ki, sağ ne yapacağını, solu devlet babasına nasıl dövdüreceğini bilemiyor. Zavallıcıklar!

***

Kaos: Örümcek Ağı
Adını layıkıyla taşıyan, gerçekten de kaotik bir film “Kaos: Örümcek Ağı”. Sanki oyuncuları  yönetilmemiş,  sanki senaryosu ilk müsveddesiyle (draft’ıyla) çekim senaryosuna dönüştürülmüş, sanki özel efektleri amatörlerce hazırlanmış, sanki, sanki, sanki… Bu kadar kaotik bir filmi dikkatle izlemek zor oluyor, haliyle. İnsan aklı hemen başka çözüm yolları buluyor.  “Akşama ne yesek acaba?”, “Yarın hangi filmin basın gösterimi vardı?” gibi filmin sorduğundan çok daha anlamlı sorular aklınızda dolaşmaya başlıyor. İşin kötüsü, yapım şirketine ayıp da oluyor. Hiç görmediğimiz kadar iyi ağırlanmışız, nefis bir kahvaltı masasıyla karşılaşmışız sabah geldiğimizde. Ne yazsak, ne çizsek ayıp olacak. Ama elden de bir şey gelmiyor.

Filmin iyi yanları da var: Mesela temel tezine kısmen de olsa katılıyorum. Film diyor ki: “Ortadoğudaki devrimlere öyle hemen inanmayın, Arap Baharı laflarını sorgusuz sualsiz yutmayın. Emperyalizmi hesaba katın, komploların var olabileceğini düşünün”. Doğru diyor. Bence de öyle. Entelijensiyamız uzun zamandır, “emperyalizm” ve “komplo” gibi kavramları duyunca kahkahalarla gülüyor, bu kavramları kullananları sığ, milliyetçi ve cahil olmakla suçluyor. Şu doğrudur: her şeyi bu kavramlarla açıklamaya kalkanlar, ülkelerin içindeki dinamikleri, sınıf çatışmalarını hesaba katmazlar. Onlara göre her şeyi tanrısal bir güç atfettikleri ve mutlak kötü olarak gördükleri dış mihraklar yönlendirmektedir. Kötülük dışarıdadır sadece ve sadece. Bu bakış açısı da insanı yabancı düşmanı, ırkçı konumlara, daha da korkuncu nasyonal sosyalizme yani faşizme savurabilir. Ama şu da bir gerçek ki “emperyalizm“ var! Ve de özellikle Ortadoğu’da çok aktif. Aklıma “Olağan Şüpheliler”deki şu laf geliyor hep: “şeytanın en büyük başarısı, insanları var olmadığına inandırmış olmasıdır”. Emperyalizmin en büyük başarısı da aydınları var olmadığına inandırmış olmasıdır, diye düşünüyorum. Yoksa, IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla uygulanan neo-liberal politikaları bir yana bırakalım, Irak, Afganistan ve Libya ortadayken emperyalizm yok demek için aşırı saf olmak lazım. Başbakan Erdoğan bile “Nato’nun Libya’da işi ne?” dedikten sonra, Libya’ya kruvazör gönderdi. Bir düşünmek lazım neden, niçin diye.

“Kaos: Örümcek Ağı”nın da temek mevzusu bu, yani: Emperyalizmin, Türkiye’yi de ağına düşürerek, Ortadoğu’daki misyonunu tamamlamak için yaptığı komplolar. O kadar ki, meğerse depremleri bile pis emperyalistler yaptırıyormuş. Koy fay hattına bir bomba, al sana deprem! Yok devenin pabucu!

Ama emperyalistlerin olduğu gibi filmin de bir misyonu var: TSK’nın son yıllarda çiğnenen onurunu onarmak, orduya iade-i itibar sağlamak. Bu amaçla da kahraman bir ordu istihbarat subayı tiplemesine düşmanları yani emperyalistleri dövdürtmüş. Ama her şey o kadar kaba saba, o kadar ilkel ki, filmi dikkatle izlemek mümkün değil. Bu filmin ayrıntılı bir eleştirisini yazmak dolayısıyla beni aşıyor.