İLKE KAMAR Nicos Poulantzas, Faşizm ve Diktatörlük kitabında faşist devletin siyasal bunalımlar döneminde koşulları oluşan, olağanüstü bir devlet biçimi olarak da görüldüğüne işaret eder. Birinci Dünya Savaşı sonrası İtalyasında hem içeride hem de dışarıda çok farklı koşullar oluşmuştu. Savaş şartlarının getirdiği ekonomik sorunlar ve sonrasında oluşan açlık, yoksulluk, fabrika-toprak işgalleri ve yağmalamalar çok olağan hale […]

Eski bir İtalyan köyünün egemenlerle mücadelesi!

İLKE KAMAR

Nicos Poulantzas, Faşizm ve Diktatörlük kitabında faşist devletin siyasal bunalımlar döneminde koşulları oluşan, olağanüstü bir devlet biçimi olarak da görüldüğüne işaret eder. Birinci Dünya Savaşı sonrası İtalyasında hem içeride hem de dışarıda çok farklı koşullar oluşmuştu.

Savaş şartlarının getirdiği ekonomik sorunlar ve sonrasında oluşan açlık, yoksulluk, fabrika-toprak işgalleri ve yağmalamalar çok olağan hale gelmişti. Dahası mevcut durumun yarattığı tehdit varlıklı kesim için olduğu kadar orta sınıf için de ciddi bir tehlike haline gelmişti. Bütün bu olaylar İtalya’da tam bir kaos ortamının doğmasına yol açtı. İşte Ignazio Silone’nin Fontamara’sı İtalya’da faşist politikaların nasıl yürürlüğe konulduğunu, çekilen acıları açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu yönüyle kitap Güney İtalya halkının epik dramatik şiiri olarak tanımlanır ve Silonen’nin ilk edebi eseri olma özelliğini taşır.

Eski bir İtalyan kasabası olan Fontamara, Mussolini faşizmin iktidara geçtiği dönemi, yaşayan yoksul köylüler ve küçük toprak sahipleri üzerinden anlatır. Silone, Fontamara’yı sürgünde, 1930’da İsviçre’nin Davos kentinde yazar. Kitap birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de sol kesim için nitelikli bir anlam taşır.

Türkçe’ye 1945’te çevrilen kitap Can Yücel sunumu ve Sabahattin Ali çevirisiyle edebiyat tarihinde yerini alır. Yayımlandığı dönemde Can Yücel kitapla ilgili şunları söyler: “Nâzım başta olmak üzere Türk sosyalistleri irili ufaklı dergilerde, yaprakçalarda ve en kahramancası Tan gazetesinde faşizm denen mereti neşretmişlerdir. Ama bunların içinde biri 1943 gençliğini temelden sarsmıştır. O da: Sabahattin Ali çevirisiyle Akba Kitapevi’nden çıkan Fontamara romanı. Bizim de o zaman yoksul bir köylü ülkesi olduğumuz için midir nedir, faşizmi Apeninlerin yoksulun yoksulu köylüleri gözüyle görmek gözlerimizi büsbütün açmıştır…”

Yakın zamanda yeniden okuyucuyla buluşan kitap, köylülerin baskı ortamında sesini duyurması ve egemen sınıflarla olan mücadelesi açısından önem taşıyor. Fontamara’da Silone, perişan koşullarda yaşarken başkaldıran köylüleri tasvir ediyor. Silone’nin basit, akıcı bir üslupla kaleme aldığı Fontamara, içinde doğduğu köy kültürünü, bazen hiciv yaparak bazen de gerçekçi güçlü betimlemelerle anlatır. Yazar önsöz bölümünde şöyle bahseder Fontamara’dan: “Fontamara, Cenup İtalya’daki Marsika havalisinin en fakir, en geri köyüdür. Suyu boşaltılmış Fucino gölünün şimal tarafında, taşlı bir tepenin üzerinde, köhne bir kilisenin etrafında yüz kadar zavallı kulübe… Hepsi birer katlı, hepsi biçimsiz, havanın tesiriyle kararmış, yağmur ve rüzgârdan hırpalanmış, damları kiremit ve türlü türlü kırık dökük şeylerle üstünkörü örtülü. Bu evlerin çoğunda bir tek delik var: Hem pencere hem baca işini gören kapı. İçeride doğru dürüst bir döşeme yok, duvarları ise rutubet içinde; burada insanlar oturur, uyur, yemek yerler; erkekler nesil üretir, kadınlar çocuk doğururlar; burada domuzlar, eşekler, keçiler ve tavuklar hep birlikte yaşarlar.”

Köylülerin suyunun çalınması

Faşist dönemin ekonomik yaptırımları, çiftçiler aleyhine olan vergilendirme politikalarının neden olduğu çatışmaları kitabın odağına yerleştirir yazar: Fontamara’da köylülerin tek gelir kaynağı olan mısır ve birkaç ürünü suladıkları kaynak suyunun başında gece yarısı birkaç bekçi görünür. Köylülere ait olan bu kaynak suyunun artık büyük arazi sahibi bir şehirli olan Don Carlo Magna’nın arazilerini sulayacağı söylenir. Bunun üzerine köylüler belediye başkanına ulaşmak için yola çıkar. Karşılaştıkları güçlüğü anlatmak için yola çıkanlar kadınlardır. Kitapta bu bölümünde anlatıcının da değiştiğini ve anlatıcının kadın olduğunu görürüz. Kadınlar uzunca bir yolu güneşin altında yürüyerek yetkililere ulaşır. Kadınların öfkesi eşitsizliğin ve hiyerarşinin işleyişini ele verir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde Bernardo Viola karakteri sözü geçen bir kahraman olarak romanda etkin bir rol üstlenir. Bernardo köyün suyunun Don Carlo tarafından çalınmasına tepkisel yaklaşarak eylem planları gerçekleştirir. Bernardo, mücadele etmek gerektiğini gösteren bir karakterdir: “Tabakhanesine kundak koyun, suyunuzu kayıtsız şartsız size bırakacaktır. Eğer bu ihtarınızı anlamazsa, kereste depolarını ateşleyin! Bu da yetmezse, dinamit koyup tuğla ocaklarını havaya uçurun! Eğer o hâlâ bir şey anlayamayacak kadar sersemse, gece vakti Donna Rosalia ile birlikte uyurken, köşkünü yakın yalnız bu şekilde suyu tekrar elde edersiniz!”.

Akımın en önemli romanı!

Silone, iktidarın oyununu ezen ve ezilen karakterlerin temsil ettiği sınıf ilişkileri çevresinde aktarır ve sınıflar üzerindeki mücadeleden dramatik yapıyı kurar. Silone’nin günümüzden neredeyse bir asır önce dikkat çektiği bu olguyu, George Lukacs’ın Toplumcu Gerçekçiliğe yaklaşımından anlamaya çalışırsak: Lukacs’a göre, toplumsal gerçekliğin özüne inmeli, oradan gerçekçi ayrıntıları yakalayıp somut toplumcu bir perspektif içerisinde yoğurarak toplumculuğu kurma yolunda çalışan güçleri desteklemelidir. Buna göre ‘Toplumsal Gerçekçi’ bir eser toplumu kuran güçleri tanımalı, toplumsal hayatın akışı içinde gerçekçi bir tutumla yarattığı kahraman ve karakterleri aracılığıyla kendi anlatı evrenini kurmalıdır. Toplumsal gerçekçi burada durmamalı, Lukacs’a göre bir adım daha ileri gitmelidir. Karakterleri ve olay örgüsüyle, kendi döneminin içyüzüne yönelerek dönemin toplumsal gelişim sürecinin bütünselliğini gözler önüne sermeli, ‘toplumsal gelişim eğiliminin yönünün nasıl tezahür ettiğini’ açık bir biçimde ortaya koymalıdır.”

Fontamara’da yaratılan karakterin okurda uyandırdığı mücadeleci ruh ve topluma verdiği umut, ‘baskıcı devlet otoritesine karşı nasıl mücadele edilebilir’ sorusuna da yanıt arar nitelikte. Hikâyenin sonunda çıkarılan gazetenin ilk manşetinin ‘ne yapalım’ olması faşizime karşı aktif bir katılımı destekler. Silone bu kitabı memleketinden uzaklarda sürgündeyken yazdı. İtalyan halkının çektiği acılara, baskılara asla boyun eğmediği gibi yarattığı kitabıyla birçok halkın faşizme olan mücadelesinde de umut oldu, olmaya da devam edecek.