Etiyopya’da zamanın acelesi yok…

MELTEM ARIKAN / @MeltemArikan

Etiyopya’da sadece üç gün kaldım ve sistemin acımasızlığı bir kez daha gözlerimi yaktı, bir kez daha içimi çok acıttı. Addis Ababa’da şehir yeniden yapılıyor, o nedenle de her yerde etrafı sarı yeşil çizgilerle boyalı levhalar görüyorsunuz. Yeniden yapılan binaların orada yaşayanların zevklerini, yaşam tarzlarını, kültürlerini, renklerini ne kadar yansıttığı ise büyük bir soru işareti….

“Biz evlerimizde tavuklarımızla birlikte yaşamaktan, toprağa ayağımızı basmaktan, doğayla içiçe olmaktan çok mutluyuz, neden evlerimizin koşullarını iyileştirmek, bizim yaşam tarzımıza, renklerimize, doğamıza uygun bir şehirleşme planı yapmak yerine, bizi betonların içinde üst üste yaşamaya mahkum ediyorlar?” sorusunu soranlar kadar değişiklikten memnun olanlar da var Adis Ababa’da...

Addis Ababa biçimsel olarak modernleşme çabası içinde olan bir şehir. Ama bir şehrin dokusunu, kültürünü, alışkanlıklarını yok sayarak, mavi cam kaplı yüksek yüksek binalar yaparak, kutu kutu kişiliksiz apartmanları yan yana dizerek ve büyük büyük alışveriş merkezleriyle şehri donatarak mı modern bir şehir yaratılmış oluyor?

Şehirlerin caddelerini aynı mağazalar, aynı markalar, aynı kafeler, aynı camlar, aynı beton binalar, donatınca, o ülkeler kalkınmış mı oluyor?

Şehirlerde yaşayan gençler Nike giydiklerinde, MTV seyrettiklerinde, espresso içtiklerinde, pizza yediklerinde, Lewis giydiklerinde, Justin Bieber dinlediklerinde ve kutu kutu betonlarla üst üste yaşadıklarında, hele hele bir de cep telefonu ve internete ulaşabildiklerinde, modernleşmiş mi oluyorlar?

Modernleşme adına kapitalizmin dayattığı aynılaşma ile size özgü olan yaşam tarzı arasındaki fark nerede, nasıl başlıyor? Bu çizgilerin kime rağmen, kimin adına, kimler tarafından çizildiği ne zaman dürüstçe tartışılacak?

Tıpkı bizlere dayatılanları kabullendiğimiz gibi bizlerden çok daha kötü koşullarda yaşayanları gördüğümüzde, onların koşullarına üzülmüş gibi yaparak mı yoksa gerçekten üzüldüğümüz için sorunlardan birinin çözümüne katkıda bulunmak adına cep telefonlarımızdan bağışlar yaparak mı kendimizi rahatlatacağız?

Etiyopya’da çelişkiler iç içe geçmiş, ancak bundan sorunları çözecek herhangi bir diyalektik oluşamamış. Addis Ababa sokaklarında altında bir gazete parçası bile olmadan çamurlar içinde yatmış, uyuyan insanların hemen karşısında beton alışveriş merkezlerinin şaşalı vitrinlerini görebiliyorsunuz. Sanki zaman içinde yolculuk yapıyorsunuz, an be an farklı zamanlarda varolmak gibi, şahit olduklarınız... Bazen şimdiki zaman, bazen geçmiş...kimi zaman yer ayaklarınızın altından kayıyor ve öylece zamansızlıkta asılı kalıyorsunuz. Hangi zaman?

Şehrin içinde iki-üç tahta parçası ya da teneke ambalajları birleştirerek yapılmış derme çatma kulübeler ve orada yaşamlarını sürdürmeye çalışanlar...yağmur yağdığı zaman, o kulübelerin içinde çamura bulanmadan adım atmak bile imkansızken...

Etiyopya’da yaşayanların en büyük sorununun yaşamlarını devam ettirebilmek olduğunu anlamak için üç gün yetiyor aslında. Üç gün kimi zaman üç yıl oluyor kimi zaman üç asır. Çünkü zamanın hiç acelesi yok Etiyopya’da.

Tıpkı zaman gibi özgürlüğün de hiç acelesi yok orada. Sansür, korku, belirsizlik havaya sindirilmiş. Nefes alırken sizde içinize çekiyorsunuz oksijene karışmış belirsizliği ve güvensizliği. Etiyopya’lılar siyasi yönetimle ilgili olumsuz görüş bildirdiklerinde isimlerinin açıklanmasını istemiyor güvenlik nedeniyle. Kaybolan gazeteci, yazar ve aktivistler olduğunu öğrenmeniz çok zor olmuyor.

Bazı gazeteci ve yazarların evlerine gelen bir kagıtla mahkemede yargılanmadan mahkum edildiklerini öğrenmek sizi şaşırtıyor ama sizi şaşırtan pek çok şey orada kanıksanmış gibi... Herşeye ragmen kanıksamak zorunda kalmak...

Kendini savunmanın da acelesi yok Etiyopya’da tıpkı zaman gibi, tıpkı özgürlük gibi... Sistem kendini korumak için gereken her türlü önlemi size ragmen, sizin için, kimi zamanda sizi yok ederek almış durumda. Hukuk’un da hiç acelisi yok oralarda.

Gençler, yazarlar, sanatçılar, aktivistler hayatları pahasına mücadele etmek için ellerinden geleni yapıyor ama...

“Biz yaşamak için ekmek bulmaya çalışırken ve pek çok kişinin haftada bir çıkan gazeteleri bile alacak parası yokken hangi özgürlük” diye düşünenlerin sayısı da oldukça fazla Etiyopya’da.

Küçücük çocukların ev olarak bildiği kulübelerin önlerindeki paslı teneke kutulardan kirli sularla yüzlerini yıkadıklarını ve o suları içtiklerini şahit olurken pet şişeden su içmeye devam ederek onlara üzülmek...tıpkı insanat bahçesi gibi...

Musluk ve sifon olmayan olmayan umumi tuvaletlerde dışarıda duran bidonlardan paslı tenekelerle doldurduğunuz çamur gibi bir sıvıyı su diye kullanmadığınız, kulübelerde çamur içinde uyumak zorunda kalmadığınız ya da günlerce aç kalma korkusu taşımadığınız sürece orada yaşayan insanlara bulunduğunuz noktadan akıl vermenin acımasız bir mastürbasyon olduğuna inanıyorum.

Biraz duygunuz biraz da empati yeteneğiniz varsa Etiyopya’da kapitalist sistemin çarklarının ne kadar canavarlaşabildiğini algılamamanız imkansız. Yeni yapılmış kocaman beton bir binanın duvarından yansıyan MTV görüntüleri, hemen yanında ayakları çıplak, gözlerinde sadece belirsizliği gördüğünüz, çoğu zaman okula bile gitme şansı olmayacak çocuklar...

Bir yerlerde vicdandan yoksun birilerinin biraz daha sömürmek, biraz daha zenginleşmek, biraz daha güç ve kontrol sahibi olmak adına başka yerlerdeki insanların nasıl acımasızca, açlıkla terbiye ve kontrol edildiğinin resmidir benim için Etiyopya.