Ekonomik problemlere, bir de toplumsal bir aşınma eşlik ediyor. İnsanların yaşamlarına son verme noktasına gelmesine toplumsal bir temassızlık, bağsızlık ve yozlaşma da eşlik ediyor. Biz bu sevgisizliği geri çevirebiliriz. Umuttan vazgeçmiş insanları fark edip güçlendirmek için çabalayabiliriz.

Evet, intihar da politiktir

Nesli Zağlı - Uzman Psikolog

İnsanların kendi elleriyle yaşamlarına son vermesi, yalnızca toplum ruh sağlığıyla ilişkili değildir. İntihar politiktir. Alışveriş merkezlerinde, köprülerde veya yemekhanelerdeki intiharlar ise kör göze parmaktır. Oysa biz gören ve hisseden gözlerle bakıyoruz dünyaya öyle değil mi? Ama körler; patron seviciler, yoksulluk mimarları, adaletsizlik timsalleri, zorbalar toplumsal bir mekânının kalabalığında aramızdan sıyrılıp gidenleri görmüyor. Her yıl binlerce insan, geçim zorluklarından, açlıktan, çocuklarını doyuramamaktan, borç batağından, umutsuzluktan ve ferah bir geleceğe olan inançsızlıktan hayatına son veriyor.

Tüm dünyada, ekonomik buhran dönemlerinde en çok işçi sınıfından erkekler intihar ediyor. Nasırlı ellerinde metelik kalmamış, sermaye sahiplerinin sömürüsüyle bir deri bir kemik kalmış ruhlarına deva bulamayan, yükünden, sorumluluğundan omuzları çökmüş erkekler. Tabii hemen arkasından imkânsızlıkların içine doğup, serpilemeden, filiz veremeden boyunlarını büken ümitsiz gençler geliyor. Baskı ve psikolojik şiddet altındaki kadınlar, LGBTİ+ bireyler, bu zalim dünyanın tüm ötekileri peşi sıra izliyor. İntihar politiktir! 

Ülkenin genel bir intiharı önleme programı elbette yok. Bunu onun yerine bazı ruh sağlığı dernekleri ve STK’lar üstlenmeye çalışıyor. Eminim etkili de oluyor ama yetmez. Rakamlar önemli değil ama son yıllarda intihar nedeniyle kaybedilen insan sayısı canavar COVID kayıplarından çok daha fazla. Neden pandemi illetine karşı verdikleri canlı canlı, günlük sağlık bakanlı mücadeleyi intihara karşı da vermiyorlar? Yoksa intihar insan iradesinde ve dinen günah olduğu için mi? Ancak insanları çözümsüzlüğe, umutsuzluğa ve son çıkışa sürükleyen de sizin çarpık düzeniniz değil mi? Efendim sorumluluk almıyor musunuz? Peki avuçlarına iş ve aş yazıp canına kıyan insan mekruh bir tarikat üyesi miydi? Siz bu ülkede milyonların açlık sınırı altında yaşadığı somut gerçeğini kabul etmezken, biz nasıl son dönemin özkıyımlarının sosyoekonomik tetiğini konuşacağız? Ancak bunu yapmalı, bu sorumluluğu öncelikle biz almalıyız. İntihar politiktir! 

Bu noktada biri çıkıp Kuzey Avrupa Ülkeleri gibi dünyanın gelişmiş ve ekonomik olarak göreceli olarak daha dengeli ülkelerindeki yüksek intihar oranlarından bahsedebilir. Doğrudur intiharı elbette ki tek tetiği ekonomik değildir. Bundan birkaç yıl önce bu ülkenin avantajlı kesimlerinden gelen, eğitimli biri topluma açık bir mesajı bomba gibi kucaklarımıza bırakarak yaşamına son verdi. İntiharı yücelten ve bir de üstüne bir bilgelik atfeden bir kesim, o veda notundaki yıllar süren kronik ve klinik bir depresyon emarelerini okumadı. O kibirli çaresizliği göremedi. Yinelemek gerekir ki, intihar varoluşsal bir acıyı görünür kılmak değil, yaşamın acısına katlanamayacak kadar çaresizleşmektir. İntihar eden kişide çoğu zaman ya fark edilmemiş ya da fark edildiyse de yatıştırılamamış bir ruhsal zorluk vardır. Burada toplumsal olarak yaşadığımız ruhsal bozuklukların sosyoekonomik koşullarla ne kadar iç içe olduğunu hatırlatmama bilmiyorum ihtiyaç var mı? Toplum ruh sağlığı da politiktir! 

Toplumda şahit olduğumuz her intihar bizde yoğun bir hüzün yaratıyor. Özellikle son dönem intiharlarının kamuya açık alanlarında olmasını insanlara değil ama düzene bir isyan, bir öfke olarak yorumluyorum. Öfke engellenmeye tepkidir. İnsanların hayatları, insanca bir düzen kurup, insanca yaşamalarının önünde koca bir engel var. Bu imkânsızlık ve hiddet içe döndürüldüğünde özkıyıma varabiliyor. İntihara meyleden insan bütün bir ömrüne bakıp da en sonuncu resme eriştiğinde sadece bir boşluk görüyor. Yutan ve ötesini bulanıklaştıran… Ruhsal açıdan daha sağlıklı biri baktığı noktadan daha umutlu bir şeyler görebiliyor belli ki. Kimseye gül bahçesi vaat edemeyiz. Dünyaya ve ülkeye dair gerçeklik elbette bizi de kuşatacaktır. Ama intiharlar önlenebilir. Başlangıçta bir devlet politikası olarak toplum ruh sağlığı hizmetlerinin kapsamı genişletilmelidir. Kamu ve özel kuruluşlarda, okullarda, fabrikalarda, yerel yönetimlerdeki teşkilatlar intihar risklerini tanıma, risk tanımlandığında temel ruh sağlığı hizmetlerine yönlendirme ve süreci takip edebilme konusunda eğitilmelidir. 

Biz devletten ne bekledik ki oldu diyebilirsiniz, haklısınız da. Ancak günümüzde intihar oranlarındaki artışın iki katmanı var. Ekonomik problemlere, bir de toplumsal bir aşınma eşlik ediyor. İnsanların yaşamlarına son verme noktasına gelmesine toplumsal bir temassızlık, bağsızlık ve yozlaşma da eşlik ediyor. Biz bu sevgisizliği geri çevirebiliriz. Umuttan vazgeçmiş insanları fark edip güçlendirmek için çabalayabiliriz. Özkıyımdan ve ölümden bahseden insanlar düşünülenin aksine büyük bir intihar riski taşırlar. Çevremizdeki ilk halkadan itibaren bu bilinci koruyup riski azaltmaya çalışabiliriz. İnsanları bu umutsuz kuyunun derinlerine sürükleyen ekonomik koşullar düzelmese de kişiler yaşamda verdikleri emeğe ve varoluşsal değere sahip olduklarını bilmeliler. Ölümün kıyısına gelip sığınmış insanlara şunu söylemek isterdim: Tüm zorluklara ve insanlık dışı koşullara karşın emek en büyük değerdir. Ömrünün kıvrıla kıvrıla giden yolculuğunda son noktaya gelmiş gibi hissetsen de yaşamda temas edebileceğin ve canlanabileceğin yerler olabilir. Her yaşam defalarca tekrar başlanılmayı hak eder. Umut yoksa, düş yoksa ömürden sayılmaz ki zaten. Tutun, tekrar dene, tutun, tekrar dene… Yaşam öfkemizle, isyanımızla, hatalarımızla, imkânsızlıkla, yoksunlukla, değersizlikle zorlaştığı kadar umut ve düşle su üstüne çıkıyor. İlk gördüğün bağa tutun ve kal. Direnmek de politiktir.