Baraj açılışlarında da turistik tesis denetimlerinde de hep o vardı. Türkiye siyasi kültürünün ideal siyasal otorite kavrayışının cisimleşmiş haliydi sanki Evren. Bir elinde cuntanın hukuk tanımaz zor gücü, diğer elinde müesses siyasetin sınırları içinde kalan vatandaşa vaat ettiği devletin ‘şefkatli’ kayıtsızlığı. Erdoğan, Evren’in ve temsil ettiği iktidar anlayışının ürettiği böylesine bir stratejiyi çok iyi kavramış görünüyor.

Evren öldü, yaşasın Erdoğan!

GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN

Türkiye siyaseti, son 35 yıldır 12 Eylül Darbesi’nin kurduğu, kimilerine göre ise restore ettiği bir ‘rejimin’ içerisinde şekilleniyor. Bu ‘rejimin’ kurucuları arasında en önemli rolü üstlenen isimlerden biri Kenan Evren en sonunda öldü. Ancak hayattayken yaptıkları gibi ölümü de politik tartışmalara konu olmayı sürdürüyor. Tartışmanın 12 Eylül düzeni ile gerçek bir yüzleşme pratiğine dönüşmesi ise şu anda olası görülmüyor. AKP, Evren’in yargılanmasının yolunu açarak 12 Eylül ile hesaplaştığını ileri sürerken o rejimi sürdüren en önemli aktör olduğunu gizleme telaşında. Diğer yandan sayıları çok da fazla olmayan ancak 12 Eylül müdahalesini gerekçelendirmeci bir yerden örtük biçimde savunmaya devam eden yazarlara rast geliyoruz. Kenan Evren’in cenazesine gitmeyenlerin birçoğunun başka bir siyasal atmosferde musalla taşı başında saf tutacağını öngörmek de mümkün. Evren’i sadece darbe lideri politik bir kişilik olarak değil; bir yönetim zihniyetinin cisimleşmiş hali olarak değerlendirmek gerektiğini düşünenlerdenim. Dolayısıyla Evren’in askeri darbe ile devlet başkanı sıfatını kazanmasının ötesinde o koltukta nasıl bir portre çizdiği üzerine de kafa yormak gerekir. Evren’in temsil ettiği şey, çok temelde sonrasında ona öykünülen bir strateji demetinin gösterenidir. Otoriterliğin tescil edilmesinin ötesinde otoritenin kavramının ve devlet iktidarının kullanımının güvenlik rejimi içinde yeniden formüle edilmesidir. Bunun Evren ya da çevresindekiler tarafından etüt edilen, üzerine çokça düşünülen bir “iş” olduğunu iddia etmiyorum; aksine devraldıkları miras, ulaşmaya çalıştıkları amaç, ülkenin içinde bulunduğu siyasi atmosfer, böylesine bir yeniden inşayı gerçekleştirecek unsurları var etmiştir. Erdoğan gibi “sandıktan çıkan” bir cumhurbaşkanı ile Kenan Evren’in karşılaştırılabilmesini mümkün kılan da saydığım unsurlar arasındaki benzerliklerdir. Belli ki; Erdoğan, Evren gibi “yeni bir düzen” kurmayı “acil” ve “gerekli” görüyor. Kendi bedeninin temsilini kurucu bir güce çevirmeyi ve bunu da -Evren nasıl TSK üzerinden yaptıysa- AKP dolayımıyla gerçekleştirmeyi arzuluyor. Her ne kadar bu mevcut iç iktidar çatışmaları nedeniyle gerçekleşmeyecek gibi görünse de Erdoğan’ın niyetinin Evren’e kadar uzanan bir hükmetme biçiminin devamı olduğunu AKP’ye oy verenlere de hatırlatmak elzem.

HER ŞEYİ BİLEN LİDER!
Kendi bedenini devleti temsil eden bir iktidar sembolüne dönüştürmek, Evren ile Erdoğan arasındaki benzerliklerin en dikkat çekicilerinden. Evren 12 Eylül Askeri Darbesi’ni izleyen günlerde, tam da askeri cunta tüm gaddarlığı ve vahşeti ile Türkiye’nin demokratlarına, sosyalistlerine ve diğer politik öznelerine saldırırken kendini tüm kamuoyunu ilgilendirdiğini düşündüğü alanlarda bedensel olarak var ederek, bir yönetim stratejisi uyguluyordu. Apoletli üniformasının “heybeti” ve taşıdığı “devlet başkanı” sıfatı ile her sözü, bir gündem maddesi haline getiriliyordu. Bu stratejiye göre cuntanın militarist ve saldırgan yüzü “hak edenlere”, “insani ve babacan” siması ise onun otoritesine biat edenlere çevrilmişti. Evren her vesileyle 12 Eylül öncesindeki siyasi ortamı askeri darbenin gerekçesi olarak sunarken ve “anarşiye”, “kardeş kavgasına” neden olanlara en ağır cezaları vereceklerini söylerken aynı zamanda yılın sporcusu ödüllerinden öğrencilere yarışma sonucunda verilecek ödül törenlerine kadar her yerde arz-ı endam ediyordu. Baraj açılışlarında da turistik tesis denetimlerinde de hep o vardı. Türkiye siyasi kültürünün ideal siyasal otorite kavrayışının cisimleşmiş haliydi sanki Evren. Bir elinde cuntanın hukuk tanımaz zor gücü, diğer elinde müesses siyasetin sınırları içinde kalan vatandaşa vaat ettiği devletin ‘şefkatli’ kayıtsızlığı. Erdoğan, Evren’in ve temsil ettiği iktidar anlayışının ürettiği böylesine bir stratejiyi çok iyi kavramış görünüyor. Cumhurbaşkanı olduktan sonra tıpkı başbakanlığının son dönemindeki tutumunu sürdürmesi ve fakat bunun üzerine “devlet başkanlığının” sembolik gücünü katmak istemesi bu durumun en güzel kanıtı. Erdoğan tıpkı Evren gibi kendi bedenini ve ‘sesini’ tüm kamusal alanlarda var etmeyi, düşüncelerinin ve siyasi planlarının kabullenilme zeminini kurmanın bir aracına dönüştürmüş durumda. Her yerde olma, her yerde konuşma ve her konuştuğunda medya aracılığıyla hanelere, işyerlerine girme iktidarı! Tüm açılışlar, tüm törenler, tüm ödüller Erdoğan’ın “tarafsız” kimliği ile seçim propagandası yaptığı alanlar artık. Öte yandan Erdoğan, yine Evren’e benzer olarak, varlığını devletle özdeşleştirdikçe kendine yönelen her itirazı ve eleştiriyi devlete ve onun temsil ettiği düşünülen “millete” yapılmış bir saldırı olarak değerlendirme eğiliminde. Cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ile soruşturma açılmayan hiçbir muhalif kalmayana kadar dava açılmaya devam edilecekmişçesine bir gözdağı operasyonu yürürlükte.

Evren’in sadece askerlikten değil siyasetten felsefeye, spordan sanata her şeyi bilen özne olma iddiası da kendini devleti temsil eden bir iktidar simgesi olarak görmesiyle yakından ilişkiliydi. “Devlet gibi gören” Evren, siyaseti ‘siyasetsizleştirirken’, kurumsal siyasetin dışındaki tüm alanları yüksek siyasetin bir enstrümanına dönüştürmek istedi. Evren’in temsil ettiği iktidar etrafında yeni kurumsal mekanizmalar ve işleyişler yaratılıyordu. Cunta sanat ve düşünce hayatını, bu alanların önde gelen isimlerini tasfiye ederek cılızlaştırdı, yerlerine sığ bir devlet fetişizmini içselleştirmiş vasat aktörler yerleştirdi. Özerk kültür kurumlarını merkezi iktidara bağımlı hale getirdi. YÖK vücuda getirildikten sonra 31 Temmuz 1982 tarihine kadar tüm üniversite rektörlerinin değiştirilmesi kararı alındı ve YÖK’ün belirlediği adaylar arasında devlet başkanı olarak Kenan Evren’in rektör ataması yapması sağlandı. Neticede akademisyenlerin değil Evren’in “münasip” gördüğü rektörler üniversiteleri yönetmeye başladı.

Evren, Atatürkçülüğü en iyi kavrayanın kendisi olduğuna inanmıştı, ikinci “başöğretmen” olmaya adaydı. Türk-İslâm sentezcilere havale edilen bir eğitim sisteminin apoletli başöğretmeni! “Netekim” Evren, Mustafa Kemal’i görünüş olarak taklit etme niyetini, tahta başında ya da tren penceresinden verdiği pozlarla herkese gösteriyordu. Mustafa Kemal kültünü siyasi hedefleri bağlamında yeniden üreten, onu politik metalaştırmaya tabi kılan bir yöntem, aynı zamanda Evren’in “meşruiyetini” de perçinleyecek bir reçete olarak görülmüştü. Erdoğan, Evren’in birkaç adım “önüne” geçti; sadece Mustafa Kemal’i Kemalistlerden daha iyi anladığını iddia etmekle kalmadı, kalmıyor; İslam’ı ve “milletin kurucu unsurlarını” da herkesten derin kavradığını ileri sürüyor. Kendini “en iyi bilen” özne olarak gördüğünden sürekli bir biçimde “tebliğ etme” misyonu varmış ve bunu gerçekleştirmekle yükümlüymüş gibi hareket ediyor. İmam hatip açılışlarında yüksek sesle “başöğretmen” olarak konuşuyor; meydanlarda elde Kur’an had bildiriyor! Hal böyle olunca rahat bir biçimde özerk kurumlara müdahale edebiliyor; örneğin yargıyı “hizaya” çekiyor; mevzu rektör ataması olduğunda Evren ile aynı konumu iftiharla sürdürüyor.

Askeri yönetim yeni anayasa yaptırıp anayasa referandumu ile Evren’in cumhurbaşkanlığını beraber oylatmıştı. Anayasa onaylanınca Kenan Evren de sıfatını değiştirdi. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nden derhal bir açıklama yayınlandı ve Evren’e bundan böyle “sayın cumhurbaşkanı” olarak hitap edileceği duyuruldu. Evren halk oylamasıyla “kazandığını” düşündüğü sıfata bir meşruiyet halesi olarak sahip çıkmıştı. Sonrasında da cunta lideri olarak değil cumhurbaşkanı olarak anılmak istendi. Erdoğan da cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmış olmasının müstakbel anayasa değişikliğiyle kendisine doğrudan “başkanlık” isteme imkânı vermesi gerektiğinden çok emin. AKP’lilerin Erdoğan’a oy verenleri başkanlık sistemine rıza gösterenler olarak lanse etme çabası bir siyasal manipülasyon örneği ve gerçekte karşılığı yok.

ERDOĞAN: YENİ EVREN
Bugün Evren’in ardından eleştiri dolu metinler kaleme alan ve de demokrat kesilen AKP’li vekil ve yazarlar, Erdoğan’ın her geçen gün daha çok Evrenleştiği gerçeğini gözümüzden kaçırmak niyetindeler. 12 Eylül sonrasında Evren’in her sarf ettiği sözde keramet arayanları eleştirenler bugün aynısını Erdoğan için yapıyorlar. Karikatürleştirilen Kenan Evren – ki o buna çok müsait bir portreydi- üzerinden başkan olmak isteyen Erdoğan’ı normalleştirmeyi bugünlerde bir siyasi manevra haline dönüştürdüler. Halbuki Erdoğan, Evren gibi kendi bedeninde devleti cisimleştirmek isteyen bir iktidar kavrayışının peşinde. Buradan hareketle tüm kurumları ve toplumu dizayn etmek arzusunda. Evren’in yanındaki paşaların yerini Erdoğan’ın valileri, danışmanları ve kalemşorları aldı. Evren ile Erdoğan arasındaki benzerliklere işaret etmek, toplumsal ve siyasal muhalefetin nasıl bir seyir izlemesi gerektiğine dair arayışımızda kilit önemde. Devletleşen bedenin tekliği yerine özgürleşen çoklukları savunmak siyasal olanı yeniden inşa etmenin önkoşulu. Bugün yalnız AKP’nin değil 12 Eylül rejiminin içinde siyaset yapan ve onu değiştirme iradesini göstermeyen tüm siyasetleri yüzleşmeye davet etme zamanı. Sürekli hatırlatmakta yarar var Evren öldü 12 Eylül rejimi Erdoğan ile sürüyor!