Üç yıldır sokakta yaşayan bir anne-oğul görürüm. Kış, yaz, gece, gündüz hep sokağın belli bir köşesinde yatar kalkarlar

Üç yıldır sokakta yaşayan bir anne-oğul görürüm. Kış, yaz, gece, gündüz hep sokağın belli bir köşesinde yatar kalkarlar. Bavulları, düzgün denklenmiş eşyaları, soğuk havalarda üstlerine örttükleri battaniyeleri mal varlıkları. Daha doğrusu benim gördüğüm, gözlemlediğim. Oğul olan genç, güçlü kuvvetli birine benziyor. Öyle rahatsızlığı falan yok. Hani insanın aklından çalışabilir diye geçiyor (iş bulabilirse!); tek göz gecekondu da olsa bir çatının altına kendilerini atabilirler! Anne de sağlıklı görünüyor, ama dediğim gibi bilemiyorum, o yaşlı bedeninde kim bilir ne hastalıklar vardır. Kimseden yardım kabul etmiyorlar. Para asla almıyorlarmış. Çevre esnaf bir emekli maaşları olabileceğini söylüyor. Daha doğrusu bu onların fikri. Kimse emin değil. Kabul etseler iş de verebilirlermiş. “Belki de bizim bilmediğimiz başka bir semtte çalışıyorlardır,” diyorlar. Ama tek bildikleri şu; Evsizlik bilinçli tercihleriymiş. Daha doğrusu bir yaşam tercihi… Bir protesto… Barınma haklarını arıyorlar, istiyorlar, savunuyorlar. “Devlet vatandaşını barındırmak zorunda,” diyorlarmış. Batı Avrupa’da ve Amerika’da alternatif bir tepki olarak sokakta yaşayan evsizler var ama ülkemizde az rastlanan bir direniş bu.

Evet, kış geliyor. Evsizler ağır yaşam savaşı veriyor. Bu iki kişinin bilinçli tercihi dışında sokaklarda yatmak, yaşamak zorunda olan o kadar çok insan var ki. Sokaklarda, parklarda, köşe başlarında, bankamatik kulübelerinde, köprü altlarında yatan insanlar sıkça rastladığımız ve gittikçe alışıp duyarsızlaştığımız görüntüler. Birçoklarının nüfus cüzdanları ya hiç olmamış ya da kayıp. Yani devlete kayıtlı bile değiller. Kışın kapalı yer bulup, hele bir de karton/mukavva kutu tedarik edebildilerse şanslılar. Çok ciddi sorunları var. Güvenlik, sağlık, aş, ısınma ve elbette barınma gibi…

Sokaktaki o anne-oğul bir de Paul Simon tetikledi bu yazıyı yazmama. Bir dönem Güney Afrika’ya gidip, zencilere destek veren Paul Simon’ın Graceland albümünde zencilerle birlikte söylediği “Homeless / Evsiz, Barksız” şarkısı evsiz kalanları, fırtınayla evleri yıkılanları, soğuk gecede hıçkırarak ağlayanları anlatıyor.

Hollywood filmleri; görkemli kent New York`ta yapılan bir araştırmada, sokaklarda yatan evsizlerin sayısının geçtiğimiz yıla oranla yüzde 34 oranında arttığı gerçeğini gizliyor.
Paris’in kuzeyinde bir belediye evsizlerin sokakta yatmalarını engellemek için yollara pis kokulu kimyasal sprey sıkıyor.
Türkiye’de ise kaç kişinin ‘evsiz’ olduğuna dair resmi istatistik yok.

Japonya’da 5 binin üzerinde evsiz insan 24 saat açık internet kafelerinde yatıyor.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 25. maddesi insanların konut ve sosyal güvenlik sorunlarına “insani” çözümler getirmesini öngörüyor. İmzalayan devletler sorumluluklarını yerine getirmiyor.

‘Evsizler’ pop kültürün yeni malzemesi; moda tasarımcıların ilham kaynağı… Yırtık jean’ler, parmağı kesik eldivenler, delik deşik çoraplar ve hatta kat kat giyinme modası bile sokakta yaşayan insanlardan esinlenme.

Şimdi bunca evsizlerden bahsederken arkadaşımın yıllar önce çektiği o fotoğraftan bahsetmesem olmaz. Fotoğrafın kahramanı bir sokak adamı. Ne bir yanlış, ne de bir tercih yüzünden sokağa düşmüş. O aklını kaybettiği için evini de yitirmiş. Bu bilgileri Öküz Dergisi Mayıs 2000 sayısında bu fotoğrafla ilgili Mine Söğüt’ün yazısından öğreniyoruz. Fotoğrafı çeken Barış Şimşek. Gerisini Mine Söğüt’ün yazısından okuyalım. (Affına sığınarak kısaltıyorum.)

… Ayakları kimi zaman çıplaktı; ama çoğu kez paramparça bir ayakkabının içinde sürükleniyorlardı. Derisi kapkaraydı. Derin çatlaklar kirli toprakla kaplıydı.

…Yanıldığımı anladığımda kar yağıyordu. Üzerinde aynı pırtılar, saçları başında kirli bir yumak, uzun sakallarıyla kapkara bir surat, Taksim’deki otobüs duraklarının önünde motoru çalışan bir otobüse dayanmış, duruyordu.

… İşediğini zannettim. Yanılmışım. Otobüs yavaşça hareket ettiğinde onun tam egzos borusunun önünde durduğunu fark ettim. Isınıyordu.

… hiç acele etmeden çalışmakta olan bir başka otobüse doğru seğirtti. Egzosun yerini eliyle koymuş gibi biliyordu.

… Tüm şoförler harekete geçmeden önce dikiz aynalarından arkaya bir göz attılar. Sonra arabayı usulca hareket ettirdiler. Aralarında gizli bir anlaşma vardı. Şoförler, araçlarında çıkan o bir avuç sıcağı deliye bağışlamışlardı.

İşte fotoğrafçı, sıcağı seven bu delinin fotoğrafını çekti. Turuncu otobüsün yanında, yırtık pırtık kıyafetleriyle ısınmaya çalışan delinin fotoğrafını… Fotoğrafta deli boş gözlerle sola bakıyordu. Aynı karede, otobüs yolcuları da boş gözlerini aynı yöne dikmişlerdi.

… Fotoğraftan dışarıya, delinin o çok sevdiği sıcak sızıyordu.