Fabrikalar, madenler göçmen işçi kusuyor: Sendikalar nerede?

Ercüment AKDENİZ

Afganistanlı göçmen Vezir Mohammed Nourtani 50 yaşındaydı. Zonguldak’ta mantar gibi türeyen kaçak maden ocaklarından birinde çalışıyordu. 9 Kasım gecesi Vezir eve gelmedi. Ailesi telaşlandı ve yetkililere onun kayıp olduğunu bildirdi. Vezir’in yakılmış cansız bedeni 10 Kasım günü yol kenarında bulundu. Cenazesi yol kenarında ağaçlık bir bölgeye atılmıştı. Soruşturma kapsamında, içlerinde ocak sahiplerinin de bulunduğu 6 kişi gözaltına alındı. Vezir’in kaçak maden ocağında öldürüldükten sonra dışarıya çıkarıldığı, yakıldıktan sonra kaçak ocaktan uzak yere atıldığı üzerinde duruluyor.

Mezarlıkta feryatlar. Vezir’in ailesi sinir krizleri geçirmişti. Medya ve sosyal medyaya düşen görüntüler yürek parçalıyor. Aklıma gelen ilk soru Zonguldak’taki sendikaların ne yaptığıydı. Acaba cenazeye katılmış ve ailenin yanında durmuşlar mıydı? Bu vahşetle ilgili herhangi bir açıklama yapmışlar mıydı? Doğrusu hiç ihtimal vermedim. Öyle ya, sendikalar, hele de maden iş kolundaki sendika bürokratları, daha önce hangi göçmen işçinin cenazesine katılmışlardı? Hangi göçmen işçinin hakkını aramışlardı? Kaynaklardan edindiğim bilgi beni şaşırtmadı: Sendikalar Vezir’in cenaze töreninde yoktu. Peki, kaçak madende çalışırken ölenler işçi değil miydi? Madende öldüğü için yakılıp başka yere atılan göçmenler işçi değil miydi? Sendikalar sadece aidat veren işçilerin örgütü müydü? Bürokratik ve aidat sendikacılığı ne yazık ki emek örgütlerini bu hale getirdi.

∗∗∗

Özelleştirme, akabinde getirilen rödovans sistemi maden işçilerinin canına okudu. Zonguldak’ta KİT kapsamındaki ocaklar birer bire kapatılırken kaçak maden ocakları mantar gibi türedi. Devlet denetimleri o kadar pasifti ki yol kenarında bir çalının dibinde ya da gecekondu bahçesinde kaçak maden ocakları türeyiverdi! Hızını alamayan patronlar Afganistan vd ülkelerden göçmen işçi transferine yöneldi. Zonguldak’ın tepelerine, virane evlerine göçmen emekçiler getirildi. Kaçak madenlere indirilen göçmenler hem güvencesiz hem de yerli işçilere göre yarı fiyatına çalıştırıldılar. Üstelik göçmen işçinin ölüsü dirisi kadar değerliydi! Vezir Mohammed Nourtani örneğinde olduğu gibi, hayatını kaybeden işçiler çabucak göz önünden kaldırılıyordu. Göçmen işçilerin ya kaydı yoktu ya da başa bir hal gelse sınır dışı edilme korkusuyla şikâyette bulunamıyordu. Pasaportuna şebekeler tarafından el konan göçmen işçiler ise kapitalizmin zincirsiz köleleriydi. Tam da Magdoff’un dediği gibi, “Emeğe üretim sürecinin kullanıp atılabilen ya da kolayca yerine yenisi konabilen bir parçası olarak muamele etmek kapitalizmin esas itici gücünü – durmak bilmez zenginlik biriktirme dürtüsünü – geliştirmekteydi”.

∗∗∗

Afganistanlı Vezir “kullan at işçileri”nden sadece biriydi. Nitekim;

• Ağustos 2020’de Suruç-Akçakale yolu yapımını üstlenen bir firmanın şantiyesinde Suriyeli işçi Mahmoud Mışo elektrik akımına kapılarak can verdi. Aynı hafta içinde şantiyede 2 işçi daha hayatını kaybetti. Mışo’nun cenazesi işyerinden başka yere kaçırılmaya çalışıldı. Ailesi ve iş arkadaşları cesedin kaçırılmasına engel oldu.

• Aralık 2019’da bu kez Adana-Mersin yolundaki bir portakal bahçesinde 42 yaşındaki Mustafa el Recep’in cenazesi bulundu. Üzerine battaniye seriliydi. Suriyeli işçi evi olmadığı için fabrikada yatıyordu. Bunalıma girdiği için hayatına son verdiği ya da öldürülmüş olabileceği üzerinde duruluyordu. Fabrika sahipleri kayıt dışı işçi çalıştırmaktan ceza yememek için cansız bedenin fabrika dışına götürülmesini uygun görmüşlerdi.

• Ocak 2022’e gelindiğinde, Zonguldak Dağbaca mevkiinde ruhsatsız maden ocağında göçük yaşandı. İki işçinin cansız bedeni çıkarıldı. Bunlar yerli işçilerdi. Fakat aynı maden ocağında şubat ayında 11 kayıtsız göçmen “yakalanmıştı”!

Vahşet örnekleri o kadar çok ki, sayfaya sığmaz.  Üstelik basında haber olmayan, gözlerden kaçırılan daha kaç işçi bedeni var, bunu bilmiyoruz. Görünmez göçmen emeği tam da bunun için lazım değil mi?

Saha gözlemlerimizden sabittir: Kabil, Kandahar, Kunduz gibi Afganistan’ın değişik bölgelerinden yola çıkan göçmen işçiler aslında Türkiye’de nerede çalışacaklarını biliyorlar. Haziran 2020’de Van Gölü’nde batan teknede en az 61 mülteci öldü. Aralarında, daha yola çıkmadan atölyelere sipariş edilmiş işçiler de vardı. Çünkü göçmen kaçakçıları Türkiye burjuvazisinin göçmen işgücü talebinden besleniyor. Ne de olsa mesele; işçi canı, işçi kanı üzerinden pazarlık edilen bir “arz-talep” meselesi değil mi?

Hal böyle iken okun sivri ucunu hiç sıkılmadan göçmen işçilere yönelten, göçmenleri hedefe koyan yaklaşımlar da az değil. Oysa esas sorgulanması gerekenler perde arkasında. Göçmen kaçakçıları, onlarla el ele veren işçi simsarları ve patronlar, işçi sağlığı ve iş güvenliği denetimini yerine getirmeyen görevliler, o görevlilerin bazılarını rüşvete bağlayan mafyatik şebekeler. Hesap vermesi gerekenler aynı zamanda bürokratlar, müdürler, en tepede duran bakanlar ve elbette siyasi erk sahipleri.

∗∗∗

Küresel kapitalist göç rejimine entegre bu düzen değişmeli. Sendikalardaki bu aymaz sessizlik bozulmalı. Bunun için işçi ve emekçiler göçmen işçi kardeşleriyle ortak hak mücadelesinde buluşmalı.  Sadece ekmek hakkı için değil; işçi sağlığı ve iş güvenliği (yaşam hakkı) için grevler: bu barbarlığı aşacak başka çıkış yolu yok.

Önemli not: İzmir Güzelbahçe’de yakılarak öldürülen Suriyeli üç inşaat işçisinin dava duruşması 10 Ocak 2024’te saat 14.00’te İzmir’de görülecek. Vahşete uğrayan göçmen işçilerin dava takibi de bir o kadar önemli.