Duvar, günümüz insanının büyük bir hevesle yarattığı sistem karşısındaki çaresizliği, eşitsizlik bir dünyanın kadına dayattığı rolleri ve doğanın yok edilişinin karşısındaki kayıtsızlığı görmemizi sağlıyor.

Farklı bir dünya arayışı
Marlen Haushofer

İlke KAMAR

Marlen Haushofer, Duvar romanında insanlığın yok olduğu felaketten sonra tek başına kalan bir kadının var olma mücadelesini anlatıyor. Duvarın ardındaki hayatı sorgulayan distopik bir yeniden doğuş romanı olarak da adlandırılabilir. Romanda karakterin hayatta kalma savaşı hayli huzursuz edici olsa da hiç bitmeyen umutla farklı bir dünya arayışını ortaya koyuyor yazar.

Roman, 40’lı yaşlarda kocasından ayrılmış, iki yetişkin kız çocuğu olan bir kadınının, kuzeni Luise ve onun kocası Hugo’yu ziyaret etmesiyle başlıyor. Bu ziyaret ve sonrasında gelişen olaylar, romanın isimsiz ana karakterinin 5 Kasım günü Avusturya Alpleri’ndeki bir av köşkünde, yalnız kalmasından 2 yıl sonra olup bitenleri yazdığı raporlarla karşımıza çıkıyor.

DUVAR
Marlen Haushofer
Çeviren: Ersel Kayaoğlu
Yapı Kredi Yayınları, 2023

İsimsiz anlatıcı, kuzeni ve eşi tarafından bir av köşküne davet edilir. Yorucu geçen yolculuğun ardından kadın köşke varır. Luise ve Hugo ile köye gidip eğlenmeyi istemez, dinlenmeyi seçer. Sabah uyandığında ise onların geri dönmediğini fark eder. Tuhaf bir durum olduğunu hisseder. Olup biteni anlamak için Hugo’nun av köpeği Vaşak ile birlikte köye gitmeye karar verir. Ama bu mümkün olmaz. Vadinin sonundaki geçide geldiğinde onun ve Vaşak’ın ilerlemesine izin vermeyen saydam, kaygan soğuk bir yapı vardır. O an kendisini tüm dünyadan ayıran duvar ile karşılaşmış olur.  

“Bir gece içinde, görünmez bir duvarın indiğine ya da birden bire ortaya çıkıp yükseldiğine kani olmuştum ve içinde bulunduğum durumda bunun için bir açıklama bulmam imkânsızdı. Ne keder ne de umutsuzluk hissediyordum, böyle bir duruma zor kullanarak sebep olmak da hiçbir anlam taşımazdı. Bundan zaten kaçınamayacağımı bilecek kadar yaşlıydım. Benim için en önemli soru, yalnızca vadinin mi yoksa bütün ülkenin mi bu felakete uğradığıydı. İlkini kabul etmeye karar verdim, çünkü beni birkaç gün sonra bu orman hapishanesinden kurtaracakları umudumu koruyabilecektim.”

ORMANIN ORTASINDA TEK BAŞINA

Saydam duvar, kadına ilk başlarda vadinin diğer tarafında hayatın devam ettiğini düşündürse de gerçek ile yüzleşmesi uzun sürmez. Çok geçmeden ormanın ortasında tek başına kaldığının bilincine varır. Bir felaket yaşanmış ve artık tek başına kaldığını anlayan isimsiz kadın kendi anlatımıyla aklını kaçırmamak için Hugo’dan kalan kâğıtlara yazmaya başlar. Yazdıklarının kimseye ulaşmayacağından emindir ama yine de yazmak zorundadır, yazmaya ihtiyacı vardır. Ne kadar yazabileceğini anlamak için Hugo’dan kalan kalemleri bile sayar, dikkatli kullanır:

“Bugün, beş kasımda, raporuma başlıyorum. Her şeyi elimden geldiğince eksiksiz biçimde yazacağım. Ama bugün gerçekten beş kasım mı, onu bile bilmiyorum. Geçen kış boyunca bazı günleri kaçırdım. Haftanın hangi günü olduğunu da belirtemiyorum. Ama sanırım bunun fazla önemi yok. Bağlı kaldığım tek tük notlar var; tek tük notlar, çünkü raporu yazacağımı hiç hesaba katmamıştım, ayrıca korkarım ki belleğimde pek çok şey gerçekleşse de yaşadığımdan farklı biçimde yer etti .”

Roman ilerledikçe duvarın, av köşkünün olduğu vadi ile diğer yerleşim yerlerini ayırmanın ötesine geçtiğini söyleyebiliriz. Artık anlatıcı kadın, bu duvarın sadece içinde bulunduğu yerden ibaret olmadığını anlar. Zaman zaman yazar, duvarın hangi olay sonucunda olduğuyla ilgili çeşitli imalarda bulunsa da hikâyenin gelişimi ve okuru taşıdığı yer bu soruyu çok geçmeden önemsiz hale getiriyor. Dahası Haushofer, okura olup biteni önceden söyleyerek farklı bir yapı benimsiyor diyebiliriz. Yazarın, dramatik gerilim yaratmayı önemsememesi hikâyeyi daha gerçekçi boyuta çekiyor.

Sonunda ormanda tamamen tek başına kaldığını fark ettiğini öğreniyoruz kadının. Ona, hamile olmasını umduğu Bella adını verdiği bir inek, doğum yapacak olan yaşlı bir kedi eşlik eder. Tabii en başından beri Hugo’nun köpeği Vaşak da en iyi dostu olur. Ayrıca av köşkünde ekebileceği bir çuval patates ve biraz fasulye bulur. İçinde bulunduğu durumdan, yalnızlıktan kurtulmak için yeni bir hayat yaratmaya çalışır. Bu kolay olmaz ama bunu başarır. Ekip biçer, hayvan besler ve o vadinin ortasında bir zamanla içinde olduğu o modern hayatın dışında başka bir yaşamı, varoluşu yaratır. Artık onun için yeni bir günlük yaşan rutini oluşmuştur. Yemek pişirir, ahırın bakımını yapar, Bella’dan süt sağar, patates, fasulye gibi bitkiler yetiştirir. İsimsiz karakterin yaşadıkları ve notları eski hayatının sorgusunu ortaya koyuyor diyebiliriz. Kadın karakterin kimliksizliği, zamanın belirsizliği de cinsiyetli dünyanın eşit olmayan hâkimiyet düzenindeki yapıyı resmediyor.

ZAMANSIZ BİR ROMAN

Dahası eşitlikçi bir ortak dünya arayışına romanın birçok yerinde rastlamak mümkün. Cinsiyet farklılığının ortadan kalktığı bir yapı arayışı anlatıcı kadının, av köşkünü yaşanılabilecek hale getirmek için aldığı önlemlerle başlıyor.  Av köşkünü yeniden dizayn edip, ineğinin hayatta kalması için ahırı düzenliyor, odun kesiyor, istemese de Hugo’nun av tüfeği ile geyik avlıyor.

“Bazen çiçek arayan bir çocuktum, sonra yine testereyle odun kesen genç bir erkek, ya da bankta oturup cılız dizlerimde İnci’yi tutarak batan güneşin ardından bakarken çok yaşlı, cinsiyetsiz bir varlıktım. O zamanlar benden yayılan o tuhaf cazibe beni tümüyle terk etti. Hâlâ zayıfım, ama kaslıyım, yüzüm de minicik kırışıklıklarla kaplı. Çirkin değilim ama çekici de değilim, bir insandan çok bir ağaca, hayatta kalmak için bütün gücüne gerek duyan, metanetli, küçük bir kahverengi ağaç gövdesine benziyorum.”

Marlen Haushofer’in Duvar’ı 1963’te yayımlandığında dikkat çekmesine rağmen daha sonraki yıllarda özellikle de feminist ve nükleer karşıtı hareketler tarafından keşfedildiğinde kült bir eser olma süreci başladı. Yönetmen Julian Roman Pölsler tarafından 2012 yılında filme çekildi ve birçok eleştirmen romanı bir klasik olarak sınıflandırdı.

Günümüz insanının büyük bir hevesle yarattığı sistem karşısındaki çaresizliği, eşitliksiz bir dünyanın kadına dayattığı rolleri ve doğanın yok edilişinin karşısındaki kayıtsızlığı görmemizi sağlıyor roman. Ve ezici sistem içerisinde yabancılaşan insanın durumu da romanda belirgin hale geliyor demek mümkün.

Yıllar sonra yeniden yayımlandığında yeni bir gerçeklikle ve bağlamla geri döndüğünü görüyoruz romanın. Ve Marlen Haushofer’in okuyucuda yeni anlamlar kuracak kadar zamansız bir roman ortaya koyduğunu anlıyoruz. Duvar, bütün tehlikelerin nihayetinde insandan kaynaklandığını söylese de, doğa ve tüm canlılarla barışabileceğimizi sessizce fısıldamayı gelecekte de sürdürecek gibi.