Seren Akyoldaş farklı disiplinlerde kendini var etmeyi başarabilmiş, uluslararası birçok projede yer almış; ancak her zaman ana akıma belli bir mesafede konumlanmış bir soprano olarak dikkat çekmektedir.

Farklı disiplinleri müzikle birleştiren bir soprano: Seren Akyoldaş

Ozan Eren

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren önem kazanan disiplinlerarası üretim biçimleri yeni sanatsal arayışları ve itiraz noktalarını beraberinde getirmiş; 1960’larda Fluxus örneğinde görüldüğü gibi farklı sanat akımlarının ve yaklaşımlarının ortaya çıkmasını da sağlamıştır. Akademik disiplinler de gitgide tanımlarını genişletmiş; farklı disiplinlerle temaslarını artırmakla kalmayıp sınırları yeniden düşünmemize olanak tanımıştır. Örneğin, sosyal bilimlere ait olan disiplinlerle beşeri bilimler sınırları içerisinde tanımlanan disiplinler eski katı sınırların içerisinde kendilerini var etmek yerine daha esnek, geçirgen bir hal almıştır. Günümüzde belli bir alanda uzmanlaşmanın önemi yadsınamaz. Ancak, bu uzmanlaşmayla birlikte farklı disiplinlerde bilgi ve deneyim sahibi olup disiplinlerarası yaklaşımlar geliştirebilmek de büyük önem kazanmıştır. Bu haftaki yazımda bahsedeceğim sanatçı Seren Akyoldaş farklı disiplinlerde kendini var etmeyi başarabilmiş, uluslararası birçok projede yer almış; ancak her zaman ana akıma belli bir mesafede konumlanmış bir soprano olarak dikkat çekmektedir.


Küçük yaşta piyano eğitimi alarak müziğe yönelen sanatçı, lisedeyken Pera Güzel Sanatlar’da müzik kariyerini şekillendirmeye başlamış. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı yarı zamanlı şan bölümündeki eğitimi müziğe olan yönelimini güçlendirmiş. Boğaziçi Üniversitesi’nde edebiyat-tarih çift ana dal programını bitiren sanatçı sonrasında yine aynı üniversitede, tarih bölümünde yüksek lisans yapmış. 2009’da Floransa’ya yerleşen Akyoldaş, European University Institute’da tarih doktorası ile eş zamanlı olarak, Scuola di Musica di Fiesole’de Tiziana Tramonti ile şan eğitimini sürdürmüş. Bununla birlikte, Luciana Serra ve Gianni Fabbrini ile repertuar çalışmalarında bulunmuş. Bugüne dek İtalya ve Almanya başta olmak üzere pek çok ülkede festivallerde performanslar gerçekleştirmiş; konserler, lied resitalleri, temsiller vermiş (Akyoldaş, 2022).

Bu haftaki yazım için e-posta üzerinden Seren Akyoldaş’a merak ettiğim soruları yöneltmiş; özellikle, disiplinlerarası çalışmalarda bulunmanın kendisine katkılarını ve kendisini müzik alanında nasıl konumlandırdığını odak alan sorular sormuştum. Sanatçının sanat dünyalarında kalıpları ve sınırları zorlayan konumuna dair söyledikleri dikkat çekiciydi:

“Gençlik yıllarımda ‘klasik müzik’ ve ‘a capella caz’ olarak nitelendirilen türlerde söylüyordum. Genel olarak etiketlerle ilgili sorunum oldu: Hep bir ‘öteki’ olma hâlim mevcut. Tarihçilere göre müzisyen, müzisyenlere göre tarihçi; klasikçilere göre cazcı, cazcılara göre klasikçi olarak görüldüm uzun dönem… Son yıllarda ise adım çıktı ‘atonalci’ye, inmiyor ‘tonalci’ye” (Akyoldaş, 2022).

Kökenler, beklentiler, sınırlar, kalıp yargılar… Herhangi iki insan tanışırken bazen söz konusu iki insanı yeterince tanımamıza fırsat vermeyen ve bizi sınırlandıran; hatta kimi zaman eksik bırakan aidiyetler… Hâlbuki kendi tavır/tutum/eğilim kalıplarımızı oluşturma, Pierre Bourdieu’nün kavramsallaştırmasıyla “habitus”umuzu şekillendirme (ve habitusumuzun şekillendirilmesi) dinamik bir süreçtir ve hayat boyu devam eder. Sanatçının tarihten müziğe, cazdan klasiğe ya da tonal müzikten atonal müziğe gidip gelen yolculuklarını bu şekilde düşündüğümüzde Akyoldaş’ın yaşam tarzının verili olmadığını; yeniliklerle ve farklı dinamiklerle şekillendiğini kabul etmek gerekir.

Seren Akyoldaş’la benim tanışıklığımsa çeşitli tesadüflere dayanıyor. 2015’te, Hayal Yayınları’ndan çıkan ilk şiir kitabımdaki şiirlere Alp Durmaz’ın besteler yapması sonrasında dans, şiir ve çağdaş müziğin bir araya geldiği, kısa vadeli sahnelenen bir tiyatro oyunu/performans/müzikal halini almıştı Yolun Sonu İnsan. Eserleriyse Seren Akyoldaş seslendirmişti. Bu projeyi 2018’de Container Cafe, Tatavla Sahnesi ve Öykü Sahne’de sahnelendirme imkânı bulmuştuk. İlginç bir deneyimdi benim için. (Merak edenler, fikir sahibi olmak için, YouTube’da bulunan Orada Kimse Var mı? adlı eser kaydını dinleyebilirler.)

Müzik kariyeri açısından önemli gördüğü ve yer aldığı etkinlikleri sorduğumda, Akyoldaş, Tuluğ Tırpan’dan (piyano) Andrea Bocelli’ye (tenor) birçok önemli sanatçıyla çeşitli konserlerde, organizasyonlarda yer aldığını ifade ederken özellikle Bocelli’yle aynı sahnede yer almanın kendisi için anlamına değindi:
“Pop klasik olarak nitelendirebileceğim bir isim Andrea Bocelli. 2019 yazında Bocelli’nin Lajatico’da Teatro del Silenzio’da gerçekleşen Ali di Liberta (‘Özgürlüğün Kanatları’) konserinde geri vokallerden biriydim. Konser eş zamanlı olarak RAI tarafından da kaydediliyordu. Bu konserde görevli kişi sayısı 500 civarındaydı. Gecede 11 bin seyirciye ulaşan iki konser vermiştik. Prodüksiyon büyüklüğü açısından ve normal şartlar altında o kadar kalabalık seyirci deneyimleme fırsatım olmadığı için, Bocelli deneyimi benim için özeldir” (Akyoldaş, 2022).

(Bazı açılardan zayıf olduğunu düşünsem de Bocelli’nin hayatını işleyen La musica del silenzio (‘Sessizliğin Müziği’) (Radford, 2017) adlı filmi Bocelli’nin hayatındaki önemli anları izlemek isteyen Bocelli hayranlarına tavsiye edebilirim.)

Akyoldaş genellikle ana akım müzikten farklı bir müzik yaparak kendini ifade eden bir sanatçı. Bu ifade tarzının bilinçli bir seçimle şekillenip şekillenmediğini sorduğumda bana şu yanıtı verdi:

“Ana akım eserlerde olağan kalıplar, koşullar, beklenen melodiler, armoniler baskınken, şu an ağırlıklı olarak performe ettiğim çağdaş ve çoğunlukla ‘avangart’ olarak nitelendirdiğim müziklerde ise kalıplar kırılıyor; beklenmedik melodiler ve armoniler baskın… Başlangıçta bilinçli bir seçim değildi ‘avangart’ müziğe yönelişim. Sonradan ise hayatta kalmamı sağlayan bir can simidine dönüştü bu serüven” (Akyoldaş, 2022).

Bu yanıtta popüler müziğin ‘olağan kalıplar’ ve ‘beklenen melodiler’ üzerinden değerlendirilmesi bana Theodor W. Adorno’nun ‘ontolojik güvenlik’ kavramını hatırlattı. Max Weber’le birlikte müzik sosyolojisi alanına bütüncül ve önemli katkılarda bulunmuş ilk figürlerden biridir Adorno. Adorno’nun görüşlerinden yola çıkarak Tia DeNora da şunları söylemiştir: “Popüler müzik, ‘resmin sahte biçimliliği’ (1973: 191) ve etkiye yönelik hazır sunum kalıplarıyla bilineni pekiştirdi… Bu nedenle, bu tür müzik, dinleyicisine bir tür kesinlik ve ontolojik güvenlik aşıladı”* (DeNora, 2003, s. 74). Akyoldaş’ın ana akım eserlere mesafeli, avangart eserlere yakın duruşuysa dinleyicide ‘ontolojik güvenlik’ aşılayan müziği sorguladığını göstermektedir.

Kendisini besteci olarak nitelendirmeyip “müzik üretmekten keyif alan bir müzisyen” olduğunu söyleyen sanatçının aynı zamanda yetmiş civarında, kendi ifadesiyle “primitif beste”si var (Akyoldaş, 2022). Bugüne kadar ellinin üzerinde projede çalıştığını ve adrenalin sevdiğini belirten Akyoldaş’ın en keyif aldığı projeyse hocası Evin İlyasoğlu’nun kaleme aldığı, YKY’den çıkan Ben Leyla, Gencer! adlı kitap olmuş (Akyoldaş, 2022).

Seren Akyoldaş’ı çeşitli projelerde ve etkinliklerde daha sık dinlemek, izlemek dileğiyle…

*Çeviri tarafımdan yapılmıştır.
Kaynaklar
Akyoldaş, S. (2022). Kişisel görüşme. 24 Ocak, İstanbul.
DeNora, T. (2003). After Adorno: Rethinking music sociology. Cambridge and New York: Cambridge University Press.
Radford, M. (Yönetmen). (2017). La musica del silenzio [Film]. Picomedia Productions.