Geçmişte olduğu gibi yeni faşist partiler de bir arzuyu gideriyor. Kendi kaderine terk edilmişlik, değersizlik, sefalet ve yabancılaşma gibi duyguları dışa vuruyor.

Faşizmin dönüşü

Chris Hedges

Enerji ve gıda fiyatları uçuyor. Enflasyonun şiddeti ve ücretlerdeki durgunluğun uzaması sebebiyle, alım gücü serbest düşüşte. Ekonomik kriz ve sarsıcı bir gelir adaletsizliğinin ortasında milyarlarca dolar, Batı ülkeleri tarafından Ukrayna’daki vesayet savaşını finanse edebilmek için ayrılmış durumda. Liberal sınıf, neofaşizm ve onun Trump gibi demagoglarının yükselişine karşın dehşete düşerek, kölece savaş endüstrisinin, oligarkların ve şirketlerin hizmetindeki itibarı bitmiş düzen politikacılarının peşinde sürükleniyor.

Liberal sınıfın iflası, sonu gelmeyen savaşlar ve NATO genişlemesi, açgözlü ticari anlaşmalar, küreselleşmenin işçileri sömürüsü, yoksulluk ve neoliberalizm gibi budalalıkların ifşasının aşırı sağdan gelmesine sebep oldu. ABD tarafından ‘Hristiyan faşizm’ olarak adlandırılan bu sağcı öfke, çoktan Macaristan, Polonya, İsveç, İtalya, Bulgaristan ve Fransa’yı etkisi altına almış ve enflasyon ile yükselen enerji fiyatlarının yoksulluk sınırı altındaki nüfusu iki katına çıkardığı Çek Cumhuriyeti’nde iktidarı alabilir durumda. Enerji kesintilerinin olacağı, ailelerin belki gıda ve ısınmayı karşılamakta güçlük çekeceği çok acımasız geçecek bir kışın ardından gelecek baharda, kan kaybındaki Batı demokrasisinden geriye kalan da tükenebilir.


Aşırıcılık, bahsedilen toplumsal eşitsizliklerin ve siyasi durgunluğun politik sonucu. Bu bataklıktan, ahlaki ve ekonomik bir yenilenme vaatlerinden, hayalet düşmanlara karşı intikam yeminlerinden ve şanlı geçmişe geri dönüşten bahseden demagoglar doğdu. İtibarsızlaşmış egemen sınıf ve onunla özdeşleşmiş sözde medeni, demokratik normlar maskara haline geldi.

Filozof Gabriel Rockhill’in de söylediği gibi, faşizm aslında hiç gitmedi. “ABD İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmi yenmedi” diye yazıyordu Rockhill. “Kesintili olarak enternasyonalleştirdi.” İkinci Dünya Savaşının ardından ABD, Britanya ve diğer Batılı hükümetler yüzlerce eski Nazi ve Japon savaş suçlularıyla işbirliği yaptı, onları Batı’nın istihbarat servislerine, Portekiz ve İspanya’daki faşist rejimlere entegre etti. Yunanistan’da önce 1946-1949 arasında süren iç savaşta anti komünist güçleri, ardından 1967’de yine sağcı bir darbeyi desteklediler. NATO’nun ayrıca faşist terörist grupları destekleyen gizli politikası vardı. BBC’nin şimdi unutulmuş araştırma dizisinde detaylandırdığı “Operasyon Gladyo”, görünürde Sovyetlerin olası Avrupa işgalinde, düşmanın gerisine sızacak gizli ordular yaratılması planıydı. Ancak gerçekte, bu “gizli ordular” tüm Avrupa’da solcuları ve sendikaları hedef alan suikastlar, bombalamalar, katliamlar gerçekleştirdi.

CIA, Nazi ve Japon savaş suçlularını örgütüne alarak şüphe duyulan solcuların, sendikacıların, komünistlerin işkence ile sorguya çekildiği ve öldürüldüğü merkezler kurdu.

Aslında hep bizimle olan faşizm, bugün yükselişte. Aşırı sağcı siyasetçi Giorgia Meloni, seçimlerin ardından İtalya’nın ilk kadın başbakanı oldu. İki diğer aşırı sağ parti ile ittifak yaparak parlamentonun çoğunu ele geçiren Meloni, siyasete 15 yaşında, Mussolini destekçilerinin savaş sonrası kurduğu İtalyan Toplumu hareketinin gençlik kollarında başladı. Meloni, AB bürokratlarını, “uluslararası finansın emrindeki nihilist küresel elitler” olarak niteliyor. “Büyük yer değiştirme” diye adlandırılan, beyaz olmayan göçmenlerin Batı ülkelerine girişinin aslında beyazların siyasi gücü ve kültürünü yerinden etmeye yönelik bir planın parçası olduğunu iddia eden komplo teorisini destekliyor. İtalyan deniz kuvvetlerine, göçmenlerin bulunduğu botları, aynı 2018’de aşırı sağcı İçişleri Bakanı Matteo Salvini’nin yaptığı gibi geri göndermeleri için çağrı yaptı.

Meloni’nin Fratelli d’Italia partisi, Macaristan Devlet Başkanı Viktor Orban’ın yakın müttefiki. Avrupa Parlamentosu son önergesinde Macaristan’ın artık demokrasi olarak tanımlanamayacağını ilan etti.

Meloni ve Orban yalnız değiller. 1988’de ‘İsveç İsveçlilerin Kalmalı’ isimli bir Neo Nazi grubun kurduğu İsveç Demokratları, genel seçimde oyların yüzde 20’sini alarak ülkedeki en büyük ikinci parti oldu. Derin faşist kökleri var. Partinin 30 kurucusundan 18’inin Nazilerle bağlantısı var, bunların bazıları geçmişte Waffen SS’i olarak görev almış isimler. Fransa’da Marine Le Pen, nisandaki seçimde Macron’a karşı oyların yüzde 41’ini aldı. İspanya’da aşırı sağcı Vox, parlamentoda üçüncü parti oldu. Alman aşırı sağ partisi AfD, 2017’de yüzde 12 oy aldı, 2021’e gelindiğinde bu oranın büyük kısmını korudu. ABD’nin kendine özgü faşizmi, Cumhuriyetçi Parti içerisindeki Trump kültü üzerinde yoğunlaşıyor; metafizik düşünce, homofobi, Hristiyan sağcılığına özgü beyaz üstüncülüğü benimsiyorlar, seçimlere de sürekli müdahale etmeye çalışıyorlar.

Ekonomik çöküş, Nazilerin yükselişinin en önemli sebeplerindendi. 1928 seçimlerinde Nazi partisi yüzde 3’ten az oy almıştı. Ardından 1929 büyük buhranı geldi. 1932’nin başlarında, Almanya’da kayıtlı işgücünün yüzde 40’ını oluşturan 6 milyon kişi işsiz kalmıştı. Aynı yıl, Nazi partisi Almanya’daki en büyük siyasi güç haline geldi. Weimer hükümeti, hem Alman sanayicilerinin kölesi olduğu hem de siyaseten kör bir hale geldiği için banka borçları ödemeyi ve tasarruf planlamasını, sefalet içerisindeki nüfusu istihdam etmek ve karnını doyurmaktan daha önemli görüyordu. Çok aptalca bir şekilde işsizlik sigortası alabilenlere ağır kesinti ve yaptırımlar uyguladılar. Milyonlarca Alman aç kaldı. Sefalet ve öfke tüm nüfusa yayıldı. Kahverengi üniformalı Nazilerin başını çektiği kitlesel yürüyüşlerde Yahudiler, komünistler, entelektüeller, sanatçılar ve egemenler iç düşman ilan edildi.

Demokratik süreç ve kuruluşların içini boşaltma uygulaması ise Nazilerin iktidarından evvele dayanıyor. Alman Parlamentosu zaten aynı ABD kongresi gibi işlevsizdi. Sosyalistlerin lideri Friedrich Ebert, onun ardından Heinrich Brüning, Weimer hükümetini, çok parçalı parlamentoyu işlevsiz hale getiren 48’inci Madde ile yönetiyorlardı. Tarihçi Benjamin Carter Hett, “Bu madde, devlet başkanına OHAL ilanı yetkisi vererek Almanya’nın diktatörlüğe geçişinin yolunu açtı” diye yazmıştı. 48’inci Madde, Obama, Trump ve Biden’in yasama organını baypas etmek için rahatça kullanageldiği Başkanlık Kararnamesi’nin Alman versiyonuydu. 1930 Almanya’sında olduğu gibi, mahkemeler, özellikle de yüksek mahkeme, aşırı sağcılar tarafından tutulmuş durumda. Basın, doğrunun yalandan ayırt edilemediği bir halde iki düşman kabile arasında paylaşılmış durumda.

İktidarı sırayla paylaşan iki parti de kölece küresel şirketlere, savaş endüstrisine ve oligarşiye hizmet ediyor, devasa vergi sıfırlamaları uyguluyor. İnsanlık tarihindeki en yaygın ve müdahaleci gözetleme sistemi kullanılıyor. Dünyanın en büyük hapishane sistemine sahipler. Polis, askerileştirilmiş durumda.

Demokratlar da Cumhuriyetçiler kadar günah sahibi. Obama yönetimi, 2002 tarihli başkanlık emri ile askeri güç kullanma iznini, tüm yasal süreçleri baypas ederek hem hakim hem jüri hem de cellat olarak kullanarak ABD vatandaşlarına suikast düzenledi. Önce radikal bir örgüt üyesi olan Anwar Awlaki bu şekilde öldürüldü. Ardından Amerikan dronları, babası ile hiçbir bağlantısı olmayan 16 yaşındaki oğul Abdulrahman al Awlaki’yi oturduğu kafede yanındaki 9 kişi ile birlikte katletti. Yine Madde 1021 ile orduyu içeride polis olarak kullanma yetkisi veren yasayı Obama yönetimi imzaladı. Wall Street’in imdadına yetişen ve kurbanlarını kaderlerine terk eden de Obama oldu. Obama yönetimi istihbarat yasası ile hükümetin yalanlarını ortaya döken Edward Snowden ve Chelsea Manning gibilerini kriminalize etti. Askeri dronların kullanımını olağanlaştıran da yine aynı hükümet oldu.
Naziler, yüksek ihtimalle kendilerinin düzenlediği Reichstag yangınını bahane ederek, Madde 48 ile halkın ve devletin korunma yasasını geçirdiler.
Faşistler tek hamlede Weimar demokrasisinin sahteliğini gözler önüne serdi. Ulusal güvenlik tehdidi durumunda mahkemesiz hapse atmayı yasallaştırdılar. Bağımsız sendikaları, düşünce özgürlüğünü, örgütlenme ve basın özgürlüğünü, posta ve telefon ile iletişimin mahremiyetini ilga ettiler.
İşlevsiz demokrasiden tam kapasiteli faşizme geçiş, geçmişte de bugün de çok kolay. Egemenlere yönelik nefret neredeyse evrensel. Halk, ABD’de son 40 yılın en yüksek enflasyonu ve kiraları ile boğuşurken, kendisine geleneksel siyasi partilerle uğraşacak bir siyasetçi arıyor. Saldırı ne kadar irrasyonel, kaba ya da çiğ olursa, hiçbir şeyi olmayanların daha çok neşesi olur. Tüm bunlar sadece ABD değil, enerji fiyatlarının yüzde 80, enflasyonun yüzde 10 yükselmesi beklenen Avrupa için de böyle.

Toplumun neoliberalizm içerisinde, yalnızca milyarderlerin çıkarına olacak şekilde yeniden düzenlenmesi, başta eğitim, sağlık olmak üzere kamu sektörlerinin yok edilmesi ve özelleştirilmesi, sanayisizleştirme, kamu fonlarının ve kaynakların halkın ihtiyacı olan altyapı yatırımları ve kamusal hizmetler yerine savaş endüstrisine ayrılması, dünyanın en büyük hapishane sisteminin kurulup polisin askerileştirilmesinin sonuçları şaşırtıcı olmadı.
Sorunun temelinde, demokratik çözümlere ve geleneksel demokrasilere inancın kaybı yatıyor. Faşizm, 1930’da halk komplo teorilerine ve yalanlara inandığı için değil, kendilerine el uzatıldığı için yükselişe geçti. Peter Drucker’in dediği gibi, Faşizm, kendisine düşman bir basın radyo, sinema, kilise ve sürekli yalanlarını, sözlerinin mantıksızlığını ve tehlikesini ifşa eden rakip bir hükümetin var olduğu koşullarda yükselişe geçti. “Eğer Nazilerin vaatlerine rasyonel bir inanç, bir önkoşul olsa kimse Nazi olmazdı.”

Aynı geçmişte olduğu gibi, yeni faşist partiler de bir arzuyu gideriyor. Kendi kaderine terk edilmişlik, değersizlik, sefalet ve yabancılaşma gibi duyguları dışa vuruyor. Olmayacak mucizeler vaat ediyorlar. Yine garip komplo teorileri icat ediyorlar. Ancak hepsinden önce, ulusa ihanet etmiş bir egemen sınıfa karşı intikam vaat ediyorlar.

Hett, Nazileri “küreselleşmeye karşı milliyetçi bir muhalefet hareketi” olarak tanımlıyor. Yeni faşizm de köklerini küresel şirketlerin ve oligarkların benzer sömürüsünden alıyor. Hepsinden öte, insanlar başkalarını suçlamak ve kendi sefaletlerinin günah keçisi ilan etmek uğruna da olsa yeniden hayatlarını kontrol edebilmek istiyorlar.

Biz bu filmi daha önce de gördük.

Yusuf Tuna Koç tarafından Mronline.org sitesinden kısaltılarak çevrilmiştir.