Öldü… Şehit falan da olmadı ha! Nimet Çubukçu’nun kız erkek ayrı okuma önerisinden söz eden haberden sonra duydum öldüğünü.

Öldü… Şehit falan da olmadı ha! Nimet Çubukçu’nun kız erkek ayrı okuma önerisinden söz eden haberden sonra duydum öldüğünü. Öğretmenmiş… Evde kahvaltı ediyordum. Çubukçu, birkaç gün sonra da sendikalı öğretmenleri tehdit edecekti.
Çorlu’da yaşıyormuş… Elimde çay bardağı, öyle kalakaldım. Ahmet Altan yazar diye bekledim. Hayret, yazmadı! Kendisi, nicedir pek sevdiği dindar, kürt, solcu, alevi dörtlüsü üzerinden neoliberalizmi övmekteydi. Kürt müydü ölen; bilmem. Dindar mıydı; önemsiz. Solcu muydu; olanlardan ne hayır gördük, vesayet diye böğürmekte yarısı! Alevi; sanmam, şart da değil. Öldü…
Zaman Gazetesi’nin büyük yazarlarından ses bekledim, herkesin işi gücü vardı. Mübarek ramazanda “kalb”leri coşup taşmıştı, hiçbir şey görecek halleri yoktu. Zavallıcıklar 12 Eylül mağdurları için haber yapmaktan yorulmuştu. Şu 12 Eylül’ün ne çok mağduru vardı yahu, muhataplarını unutmuştu hepsi.
Serdar Arseven Beyaz Tv’de gözlerini devire devire Dev Sol’u terör örgütü diye afişe ederken 12 Eylül darbesine karşı çıkıyordu. Sanırsınız ki 12 Eylül Milli Görüş’e karşı yapıldı. 30 sene önce neredeydi bu adamlar yahu. Üstelik din öğretmeniydi ölen... Kendilerini dindar olarak tanımlayanların bu ölüme yakın durması gerekmez miydi? Ama hem dindar hem sermayedar olunca zordu iş. İki çelişki bir arada olmuyordu.
Ahmet Fazlı Elçi öldü. Çok programlı lisede ücretli öğretmen. Ne yapsın, bunca yıl okuyan insanlar, mesleklerini kayıt içre yapabilmek için de sınava giriyordu. Kanun koyucular öyle şımarıktı ki beğenmeyen girmesin diyebilirlerdi. Enerji Bakanı da buyurmuş ya, HES’e karşı olan, oradan gelen enerjiyi kullanmasın diye. Öyleydi. Bana kalsa, sunduğunuzu sandığınız şeylerin hiçbirini kullanmayacaktım ama hizmet adı altında aldığım saçmalıklar için vergi ödüyor, it gibi çalışıyordum. Lütuf değildi hiçbiri.
Fazlı Hoca çalışırken öldü… Zira ücretli öğretmenler yaz tatilinde maaş alamaz.
Yıldıray Oğur yazmadı.
Engin Ardıç adını bile anmadı.
Şamil Tayyar oruçluydu.
Rasim Ozan kusuyordu.
Bülent Arınç ağlamadı.
Ramazan cazı yapıyorlardı. Hani kültür başkentimiz yeni uygulama başlattı ya: Ramazanda Caz! Milli Gazete bile caz haberi yayımladı. Aslında sanatın, doğanın delisi bu adamlar. O soy sop tartışmaları falan, istihzayla karışık annesi Ermeni ağızları falan şaka hep! Hepsi “hayır”cıların faşist olduğunun hesabında.
Anayasa, alt tarafı toplumsal sözleşme değil miydi? Oylanır, kabul edilirse edilir, edilmezse yürür giderdi. Neden iktidar, zaten delik deşik edilmiş bir metin için bunca yırtınıyordu? Bu, nihayetinde toplumun meselesi değil mi? Peki, Fazlı Hoca bu toplumdan değil miydi?
Öldü. Maaş alamadığı için hamallık yapıyordu. İki çocuk. İhtimal kiracı. Öğretmenlik yaptığı okulun kitaplarını taşıyordu. Orhan Kemal olsaydı yazardı; Elif Şafak yazmadı, Mevlana dururken ne gereği vardı. Hava çok sıcakmış. Ofisimiz klimalıydı, rahattık. Taşırken baygınlık geçirmiş. 150 metre ötedeymiş sağlık ocağı. Götürülürken kriz... Dayanmamış kalbi, ağır gelmiş. 40 Türk lirası için hamallık.
Ders saati başına 7 lira. Haftada 30 saat ders hakkı. Hak dediğin böyle olur. Hak sadece “çalışma hakkı”. Maaşı basit hesapla 800 lira... Oysa İstanbul’un bu kıyısında, arabalarını, yakıldıktan sonra mafyaya peşkeş çekilerek otopark yapılan tarihi okulların bahçesine park edip eğlenenler, o maaşı bir gecede harcardı. Okullar yıkılıyor, yakılıyordu. Devletten buna ne!
Zira bakanlık İstanbul'da, öğrenci servislerinin trafiği kilitlediğini belirterek AVM’lerin ve plazaların bulunduğu bölgelerdeki okulların satılmasını istiyordu. Oysa okullarımız AVM’lerden yaşlıdır. Holdinglerden sürekli teklifler yağıyordu. MEB'in projesine göre ilköğretim okulları şehir merkezlerinde bulunacaktı evet ama ortaöğretim kurumları şehir dışına atılmalıydı. Şu an gündemde satış yoktu ama hazineyle bakanlık arasında, gelecek paranın paylaşımına dair ihtilaf bitsin, hal çaresine bakılacaktı. Hele referandum Allah’ın izniyle “evet”le sonuçlasın da görün! 125. maddede yerindelik kavramı var aslanlar gibi, daha ne yapsınlardı. Satışlar rahatça yapılacaktı.
Ama Fazlı Elçi öldü.
Cenazesinde devletten kimse yoktu. Kamerasız cenaze mi olur? Kemal avcıydı, Recep demokrat. Dersim vardı, havuzlu villa vardı, Nimet Hanım’ın 600 dolarlık gözlükleri haber olmamıştı henüz.
Onların halkı, ancak onun bunun malını mülkünü tartışır, bir yandan da “olsun, bu yese bile çalışıyor” diye konuşurdu. Bu kadar ahlaksızın ortasında, hakkından fazlasını almanın yerileceği bir toplum için Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi veriyordu Fazlı Hoca… Bal tutan parmağını yalardı. Memurum işini bilir’deki memurlardan değildi Hoca. Ne yapsın, şu zorunlu din dersi özel verilecek ders değildi. (Gerçi onu da CHP koymuştur ama Avcı bilmez, o vakit ufaktı.) KPSS’ye girseydi belki iyi olurdu. Gerçi bu yıl 500’den fazla kişinin 120’de 120 yaptığı söyleniyor. Ortada bir şeyler dönüyor ama devletten buna ne!
Kısacası öldü işte. Ötekiler, o ölürken toplanmışlar, ramazanda caz yapıyorlardı. Ben anlamam da sen söyle Fazıl Say, kanımca caz maz değil, kirli şarkı söylüyorlardı!