Warren Buffet, maaşını düşük gösterip nasıl sekreterinden daha az federal vergi verdiğini açık açık söylemekten çekinmiyordu. Parada pulda gözleri olmadıkları için değil, tam olarak gözleri paradan puldan başka bir şey görmediği için

Filantro-kapitalizm ile dünyayı kurtarmak…

Mark Zuckerberg, Bill Gates, Michael Dell ve Warren Buffett gibi insan sevgisiyle yanıp tutuşan, karnı tok, gönlü bol kapitalistlerin sürekli servetlerini bağışladıkları haberlerini duyarsınız. Sağdan ve soldan tüm liberalleri çocuklar gibi heyecanlandıran bu bağışların hangi akla hizmet ettiğini görmek için aslında teleskoba gerek yok.

Kendi kendine bağış yapan kampanacılar
Öncelikle şunu görmek gerekiyor; bu bağışların ekseri çoğunluğu Greenpeace, TEMA Vakfı ya da ÇYDD gibi STK’lara değil, o çok “hayırsever” kapitalistlerin bizatihi kendi vakıflarına yapılıyor. Bill Gates servetinin büyük kısmını Bill ve Melinda Gates Vakfı’na, Michael Dell milyarlarca dolarını Michael ve Susan Dell Vakfı’na, Mark Zuckerberg de sahip olduğu Facebook hisselerinin yüzde 99’unu Chan Zuckerberg Girişimi Ltd’ye bağışladı.

Özetle; önce eşinizle, vakıf kisvesi altında, bir ortak hesap açıyorsunuz. Sonra da arsızlıkla, hırsızlıkla, dolandırıcılıkla, emek sömürüsüyle halklardan çaldığınız paraları bu hesaba aktarıyorsunuz. Para sağ cebinizden çıkıp sol cebinize giriyor. Buna da filantropi deniyor. Yerseniz…Yiyenler var maalesef.

Dikkat ederseniz Zuckerberg ailesininki vakıf bile değil, limited şirket. Yani paranın kâğıt üzerinde dahi hayır işlerine harcanma zorunluluğu yok. Zuckerberg bağışladığı parayı ister evsizlere ev yapmak için harcar (!!!), isterse kamusal eğitimin kökünü kazıyacak lobicilik faaliyetlerine, isterse de ileride yüksek kâr potansiyeli olan yeni dijital yatırımlara. Kâr amacı gütmeyen ama milyarlarca dolar kâr eden “limited hayır şirketi.” Kelimenin tam manasıyla bir oksimoron.

Vampir Zuckerbergler, New Jersey’deki eğitim sisteminin iyileştirilmesi adına 100 milyon dolarlık sevap harcaması (aslında lobicilik) yapmışlar ve neredeyse hiçbir olumlu sonuç alamamışlardı. Çöpe atılmış bir 100 milyon dolar… Bill Gates de benzer şekilde kendi vakfına milyarlarca dolar “bağışlayıp” sonra saçma sapan (yoksul ülkelerin hiçbir şekilde önceliği olmayan polio gibi bir hastalığı tedavi etmek gibi) projelere yatırıyor. Sonuç? Belli değil. Önemli de değil.

Zaten dikkat ederseniz genelde hep “iyilik meleği Bill Gates yine sağa sola milyarlarca dolar bağışladı” gibi haberler okuyoruz; hiçbir zaman “Bill Gates’in bağışları sayesinde şöyle somut sonuçlara ulaşıldı, böyle büyük kazanımlar elde edildi” diye haberler okumuyoruz. Filantro-kapitalizmin dünya sorunlarını çözdüğüne dair bu vakıfların fabrike ettiği haberlerden öte somut bir kanıt var mı? Yok… Dostlar alışverişte görsün kâfi. Çünkü bu filantropik harcamaların maksadı sorunları çözmek değil.

Filantropi kisvesi altında vergi kaçakçılığı
İşin aslı basit… En yüksek gelir bandındaki gelir vergisi Amerika’da yüzde 39 (ki Roosevelt döneminde bu oran yüzde 94 idi), kurumlar vergisiyse yüzde 21. Hisse ve sermaye getirisi vergisi ise yüzde 20. Vakıflar ise vergiden muaf.

Dolayısıyla Zuckerberg servetini Facebook hisselerinde şahsına ait olarak tutarsa yüzde 20 vergi ödeyecek. 77 milyar doların yüzde 20 vergisi de bayağı para yani. Kendi vakfına aktarırsa (bağışlarsa…) sıfır vergi!!! Marka yönetimi yapıp toplum nezdinde pozitif bir imaj yaratılıyor olması da cabası. Nefis tezgâh.

Bir ara Steve Jobs’un maaşının 1 dolar olduğu haberleri vardı. Tabii burjuva medyası bunu Steve Jobs’un ne kadar karnı tok bir insan olduğu, parada pulda gözü olmadığı, insanlığa hizmet için çalıştığı şeklinde aktarmıştı. Halbuki gelir vergisi, kurumlar ve sermaye vergilerinden yüksek olduğundan, geliri düşük gösterip serveti şirket hisselerinde tutmak daha avantajlı olduğu için Steve Jobs 1 dolar maaş alıyordu. Warren Buffet, maaşını düşük gösterip nasıl sekreterinden daha az federal vergi verdiğini açık açık söylemekten çekinmiyordu. Parada pulda gözleri olmadıkları için değil, tam olarak gözleri paradan puldan başka bir şey görmediği için.

NYU’da finans profesörü olan David Yermack yaptığı araştırmada bu sözde filantropistlerin bağış yapma zamanlarıyla şirketlerinin hisse değerleri arasındaki ilişkiyi inceliyor. Araştırmaya göre CEO’lar şirketlerinin borsa değerleri tepe noktasına ulaştığında (içerden bilgiyle düşeceği tahmin edilen noktada) mega bağışlar yaparak parayı sözde hayır kurumlarına kaçırıp vergi ödemekten kurtuluyorlar. Dikkat ederseniz Bill Gates ilk büyük bağışlarını “akıllı telefon yarışına girerken izlediğimiz yol yanlıştı” açıklamasından sonra yapmıştı. Zira Microsoft artık öncü bir firma değil. Arkadan gelenler yavaş yavaş Gates’i geçiyorlar. Parayı al ve kaç…

Filantropik zenginler, gelir dağılımı adaletsizliği gibi problemlerin istatiksel müsebbipleri. Bu zenginler canlarını verirler, vergilerini vermezler. Meclise Lamborghini’yle gelen motorcu Kenan’ın arabasını yabancı uyruklu eşinin üzerine kaydedip vergi vermediğini, bazı holdinglerimizin uluslararası sermaye hareketlerindeki açıklardan istifade edip nasıl verdi kaçırdıklarını çok iyi biliyoruz (bkz. Panama Papers) Teknik olarak, ekonomik hacminiz arttıkça daha fazla vergi veriyor olmanız gerekir. Ama ekonomik gücünüz arttıkça siyasi gücünüz, siyasi gücünüz arttıkça da vergi vermeme gücünüz artar.

Çok reklam hareketler bunlar
Bir hayır işleriyle pek alakası olmayan Ali Ağaoğlu’nun toplum nezdindeki imajını düşünün, bir de Koç, Özyeğin, Has, Kocabıyık gibi yine kendi vakıfları üzerinden hayır işleri yapan zengin ailelerin imajlarını… Zenginler hayır işi yapmadıklarında kitlesel tepkilerin odak noktasında kalırlar. Bağış yaptıkları zaman 1) hem zenginliklerinin zekâtını vermiş 2) hem vergi kaçırmış 3) hem marka yönetimi yapmış 4) hem de halkla ilişkiler faaliyeti yürütmüş olurlar. Bir taşla dört kuş… Birinin bunu Ali Ağaoğlu’na anlatması lâzım.

filantro-kapitalizm-ile-dunyayi-kurtarmak-505394-1.
Şu bir gerçek ki dünyanın en zengin kapitalistlerinin bugüne kadar yaptığı mega bağışların (bazıları iyi niyetli dahi olsa) insanlığa katkısı sıfıra yakındır. Filantropi, sadaka kültürüdür, kapitalizmin el çabukluklarından biridir. Bill Gates’den, Warren Buffett’ten medet ummak ile celladından merhamet beklemek arasında pek fark yoktur.


Gelir dağılımı adaletsizliği arttıkça filantropi de artıyor, çünkü bu artan eşitsizliği meşrulaştıracak bir hikâye lazım. Zaten filantropi harcamaları artarken eşitsizlik azalmıyor. Filantro-kapitalistler, kendilerinin sebep olduğu sorunları yine kendilerinin çözeceğini iddia ediyorlar. Toplumsal sorunların zenginler tarafından çözülebileceği palavrası kapitalist ideolojinin bir parçası. Pazarlama ve marka yönetiminin bir işlevi var. İnsanlar gerçekten filantropi yalanına inanıyorlar. Sosyal medyada Bill Gates’e toz kondurmayan fanboy’lar var. En önemli argümanlarıysa Gates’in zengin ama çok hayırsever bir insan olduğu… Kredi kartı ekstresini asgarisinden ödeyen insanların Bill Gates’in tıraştan hayır işlerine alkış tutması tek kelimeyle idiotizm.

Öte yandan filantro-kapitalizm zenginliğin ve vakumlanan paraların bir hak ediş olduğu argümanına koltuk çıkıyor. Liberalizme göre piyasalarda fiyatlar ve ücretler rekabetle belirlendiği için her kazanç adildir; Bill Gates’in serveti de bu şekilde hak edilmiş bir kazançtır. Hak ederek kazandığı serveti istediği gibi harcayabilir. Gönlünden koparsa hayır işi yapar, kopmazsa yapmaz. Bill Gates malarya ile mücadele için yüz elli milyon dolar verdiği zaman çok iyi bir insan oluyor. Ama vermediği zaman kötü bir insan sayılmıyor. Bağışlar yapıldıkça yoksul insanların zenginlere karşı olan öfkeleri kısmen yatışıyor. Reklam ve pazarlama her zaman tek taraflı olarak kullanır. Halbuki Bill Gates’in servetinin kaynağı çok çalışmak değil, rekabet yasalarını delmek ve paket satış yapmak gibi yasa dışı uygulamalardır. Fakat “yiyor ama çalışıyor” gibi ahlâksız bir söylemle siyasetçileri savunan insanların “tamam belki arada yasaları deliyor ama adam insanlığa Excel’i kazandırdı, üstelik bir sürü de bağış yapıyor” diyerek Bill Gates’i savunması şaşırtmasa gerek. İşte o filantropik harcamalar tam da insanlar bunu desin diye yapılıyor.

Sadaka kültürünün bir uzantısı olarak filantro-kapitalizm
Bülent Ecevit’in Ortanın Solu kitabındaki argümanı hayır işleri ile sosyal devlet arasındaki ahlaki farkı net bir şekilde ortaya koyar:

“Bazı kimseler, böyle duygu ve isteklerin kendilerine yüklediği sorumluluk ve ödevi hayır işleriyle, sosyal yardım çalışmalarıyla yerine getirmeye uğraşırlar. Bu türlü çalışmalar saygıdeğerdir ve bir ihtiyaçtan doğduğuna göre yararlıdır. Ama asıl gerekli olan o ihtiyacı kaldırmak, bazı insanları hayır derneklerinin ilgisine, sosyal yardıma muhtaç olmaktan kurtarmaktır. Sosyal yardım, insanca duygulardan doğduğu yerde, asil bir çabadır. Ama asıl gerekli olan, sosyal yardıma ihtiyaç duyurmayacak bir sosyal güvenlik ve sosyal adalet düzeni kurmaktır.”

Ama maalesef, kimisi ahlaki değerleri zayıf, kimisi de çok naif bazı insanlar, kazara milyarder olan bu düzenbazların göstermelik lütuflarına muhtaç bir sadaka kültürünü ezilen dünya halklarına reva görüyorlar. Vergilerin düşürülüp zenginlerin daha zengin olması gerektiği savunuluyor. Çünkü zenginler zenginleştikçe daha çok filantropi yaparak dünyayı kurtaracaklar. Yerseniz… Bir yandan rekabeti azaltacak, tekel pozisyonlarını kuvvetlendirecek, sendikalaşmayı zorlaştıracak, ücretleri bastıracak yasaları geçirmek için lobi faaliyetleri yürütüyorlar; diğer yandan da insanlara yardım edip dünyayı kurtarıyorlar. Perhiz ve lahana turşusu…

Filantropiyi savunan liberaller için problem dilencilerin olması değil, yüksek vergilerden ötürü dilencilere yeteri kadar yardım edilemiyor olmasıdır. Yoksa dilenciler hep olacaktır; zira (liberallere göre) bunlar özünde tembel, eğitimsiz ve vizyonsuz insanlardır. İnsanlık namına, öldürmeyecek ama çoğaltmayacak kadar yardım pekâlâ edilebilir. Daha çok yardım edilsin isteniyorsa vergileri düşürmek gerekir. Filantropik CEO’ların hedefleri yoksulluğa sebep olan koşulları ortadan kaldırmak değil yoksulluğu sabit tutup toplumun hayırsever CEO’lara olan ihtiyacını da sürdürmektir. Sistem zaten zenginler lehine tasarlanmıştır, filantropi de bunu meşrulaştıran bir marka yönetimi aracıdır.

Amerika’nın devletin sosyal harcama bütçesi yaklaşık 1,3 trilyon dolar. Geçen yılki özel filantropi hacmi ise 410 milyar dolar. Üçte biri bile değil. Dünyanın sorunlarını çözmeyi bırakın Amerika’nın sorunlarını çözmek için bile yeterli değil. Bu aralar Türkiye’de de bağışçılığı teşvik eden kurumlar türedi. TÜSEV bunlardan biri. Sadaka kültürüne kurumsal bir kimlik kazandırmaya çalışıyorlar. Hatta düzenli olarak “Filantropi Profesyonelleri Eğitim Programı” gibi kurslar açıyorlar. Ne demekse artık filantropi profesyoneli…

Şu bir gerçek ki dünyanın en zengin kapitalistlerinin bugüne kadar yaptığı mega bağışların (bazıları iyi niyetli dahi olsa) insanlığa katkısı sıfıra yakındır. Filantropi, sadaka kültürüdür, kapitalizmin el çabukluklarından biridir. Bill Gates'ten, Warren Buffett’ten medet ummak ile celladından merhamet beklemek arasında pek fark yoktur. Asıl gerekli olan insanların bir avuç ahlâksız züppenin eline bakmak durumunda kalmadığı, herkesin kendi ekmeğini kendi emeğiyle kazandığı bir üretim biçimidir. Bu üretim biçimi kapitalizm değildir, filantro-kapitalizm hiç değildir.