Filenin Sultanları, sultanların iktidarı ve sol

Can Serhat HALİS

Türkiye A Milli Kadın Voleybol takımının elde ettiği başarı, beklenmedik şekilde Türkiye’de pek çok siyasi çevrenin dahil olduğu bir tartışma sürecini tetikledi.

Seküler milliyetçiler bu başarının Atatürk Cumhuriyetinin özüne dönüş ve diriliş mücadelesini temsil ettiği minvalinde oldukça iddialı laflar ederken; muhafazakar cenah bunu, AKP iktidarına ve onda cisimleşmiş şeriat özlemline karşı bir başkaldırı olarak gördü. Hatta vatan-millet edebiyatıyla nam salmış pek çok milliyetçinin, Türkiye-Sırbistan arasında oynanan final karşılaşmasında Sırpları desteklediği görüldü.

Temelde iki kutup arasındaki bir kavgaya dönüşen bu mesele, bazı YSP milletvekillerinin “kadın” vurgusuyla bu başarıyı kutlamasıyla birlikte; -daha küçük ölçekte de olsa- Kürtler arasında da bir tartışma başladı. Benzer bir tartışmaya özellikle sosyal medya üzerinden sosyalistler de karışınca kare tamamlandı.

Böylelikle (belki de tarihinde ilk kez) bir spor olayı, Türkiye’de hemen tüm siyasi çevrelerin dahil olduğu bir meseleyi doğurdu.

BİRLİKTE YAŞAMAK İSTEMEYEN İKİ TOPLUM

Bugünün Türkiye’sinde aktif politika dışında kaldığı iddia edilen hemen her olay, kutuplaşmış yurttaşlar arasında anında politik bir tarlaya çekiliyor. Zira Türkiye’de kutuplar arasındaki yarılma sanıldığının da ötesinde bir raddede. Hayatı saltanatla, sultan iktidarı altında, İslami kurallara göre yaşamak isteyenler ile laikliği temel bir yaşam biçimi olarak belirlemiş, cumhuriyeti savunan insanların, gelecek tahayyüllerinde birlikte yaşamak yok.

İnsanların gelecek kurguları içinde yer almayan bir takım başka insanlarla bir arada yaşamak zorunda bırakılması, kaçınılmaz bir şiddet doğuruyor. Bunu ilerleyen zamanlarda daha net göreceğiz. Bugün birbirlerine hiçbir toleransı kalmamış bu insanların, -her ne kadar üzerinde “milli” etiketi de olsa- spor müsabakalarını bile birbirlerine karşı bir savaş aracına çevirdikleri görülüyor.

Bu anlamıyla seküler yaşam biçimini referans alanların; kadınlardan oluşan, başarılı, dünya tarafından bilinir olan, kıyafetleri ve tarzlarıyla gericilere meydan okuyan bir takımın başarısını, seküler yaşamın savunusu için kullanılan bir bayrağa dönüştürmesi anlaşılır, hatta desteklenir bir durum.

Eşyanın tabiatı gereği, Osmanlı özlemiyle yanıp tutuşan İslamcılar da, yukarıda saydığımız gerekçelerden hareketle kadın sporcuları düşman belliyor ve başarılarının kendi kurmak istedikleri saltanatın, sultanlar iktidarının karşısında olduğunu biliyorlar.

TARİH BİLİNCİ VE YANILSAMA

Burada ortaya çıkan, seküler cenahta yükselen, dozajı yüksek bir abartı ve gerçeklik yanılsaması var. Kadın voleybol takımına Türkiye’nin ve insanlığın kurtarıcıları muamelesi yapılması, biraz fazla garip bir hal almaya başlıyor. Bu ise, seküler cenahta palyatif mutluluklar ve maddi hayatta karşılığı olmayan sanal hayaller yaratıyor.

Seküler milliyetçiler, tüm bu hayali pembe tablo içerisinde direnişi temsil ettiğini düşündükleri şeye sarılıyor ve sultanların iktidarını, filenin sultanlarıyla yenebileceklerini düşünüyorlar.

Marksizm dışı sekülerizmin, olay ve olguları doğru kavrayamaması, onlara gereğinden fazla anlamlar yüklemesi ve anakronik edalarla, sanal kahramanlar yaratması anlaşılır bir durum. Tarih, iktidar ve toplumu okuyamamak, tarih bilincinin iktidar çevresince belirlenen doğruluk ölçütlerine göre şekillenmiş olması bunun başlıca nedenlerinden.

Ancak kendine sol/sosyalist diyenlerin, adeta tekeden süt çıkarmaya çalışması, kişilere ve olaylara kendinde olmayan anlamlar yüklemesi, ergen reflekslerle her coşkuya kızıl bayrak sallaması, tarih defterine trajikomik bir resim çiziyor.

SOLUN YEDİĞİ TOKAT

Solcuların, Che karşıtı anti-Kübaist kişiyi, solun Che’ye atfettiği “comandante” etiketiyle devrimci lider kılması, biraz garip değil mi sizce de? Benzer şekilde başarılı voleybolcuların, hiçbir politik gönderme ve amaç taşımayan konuşmalarından hareketle, Türkiye’de laikliğinin kurucu ismi gibi yansıtmalarına ne demeli? Peki, sporcuların bu başarısının AKP’nin dizlerini titrettiğini, ikinci kurtuluş savaşını başlattığını iddia eden yorumları ne kadar ciddiye almalı?

Ezcümle sol, kendisi zayıfladıkça kendi dışındakilerde kahramanlık aramaya, onların yaptıklarıyla gururlanmaya ve onların emeği üzerinden yapay destanlar yaratmaya başladı. Kendisinin iktidar ilişkilerini zorlayacak bir motivasyonu ve gücü yok, otarşisini yitirdi, sol bunun farkında. Bu farkındalık, onu bu şekilde davranmaya itiyor. Özcesi düzenin değişimi için kendisi dışındaki her yerden medet umar hale geldi.

Bu tavrın, Türkiye solunun son otuz yılda yediği liberal tokatla yakından alakası var. Bu tokadın, solu, kentli orta/üst sınıfın dertleriyle dertlenen bir ahvale sürüklediği su götürmez bir gerçek. Tokadın şiddeti arttıkça, solda mekan ve zaman algısı eyitişimini yitiriyor, şuursuzluk artıyor. Neticede; politikasının çeperini, Brüksel solunun dertleriyle sınırlandıran bir sol, sabun köpüğü gibi eriyor...