Doğaya kâr amaçlı müdahalenin yüreğimizi yakan, dolaysız bir sonucudur Artvin’de yaşananlar

Fıtrat

BİRKAN YÜKSEL *

“Tabii bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durmaya da gerek duymuyorum kalp krizi sonucu ölmüş…”

Buz gibi, nefret dolu bu sözlerin sahibi Recep Tayyip Erdoğan. 31 Mayıs 2011 tarihinde bölgeye gelişini protesto eden emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun, polisin sıktığı biber gazı ve tazyikli su sebebiyle kalp krizi geçirip hayata veda edişinin ardından bu açıklamayı yaptı. Lokumcu ve yüzlerce aktivist, AKP iktidarı döneminde akıl almaz boyutlara ulaşan doğa talanını deşifre ediyor, Artvin’de yapılan HES’lerin insan hayatı ve ekosistem için ölümcül boyutlarda sonuçları olacağı uyarısında bulunuyordu. “Dereme, çayıma, ormanıma dokunma” sloganlarıyla inleyen Hopa, hayatını toprağa ve onun ürettiği değere adamış bir insanın trajik biçimde aramızdan ayrılışının da hazin hatırasını barındırıyor bugün. Ne yazık ki bununla sınırlı değil artık Hopa’nın kötü anıları.

Hafta başinda Artvin’i vuran selde sekiz kişi hayatını kaybetti, bir kişi ise kayıp. Hopa, felaketten en ağır yaralarla ayrılan ilçelerin başında geliyor. Metin Lokumcu ve arkadaşlarının sağır kulaklarca duyulmaz haykırışları haklı çıktı. Bölge, uzun zamandır ‘geliyorum’ diyen bir trajediyle karşı karşıya kalırken, çevre mücadelesinin bileşenleri açısından da yeni bir döneme girilmiş oldu. Devletin fütursuz inşaat iştahı, plansız, izansız rant projeleri yüzünden korkunç bedeller ödenen yeni bir dönemdeyiz. Artık tabiatla kurduğumuz ilişkinin bir hayat memat meselesi olduğunu kavramak ve anlatmak zorundayız.

İlk günden itibaren bölge insanına destek için varını yoğunu ortaya koyan Fırtına İnisiyatifi üyesi Eren Dağıstanlı’ya kulak verelim. Dağıstanlı felaketin sebeplerini şöyle özetliyor; “…Suyun kaçacak yeri yok. Önünde sahil yolu gibi koca bir set var ve su denize kavuşamıyor. İstinat duvarları bir başka sebep. Duvarlar dere yatağını daraltmaya neden oluyor, su çok dik açılarla virajlara giriyor ve taşıyor. Doğal olarak da önüne ne geliyorsa alıp götürüyor. Dere yatakları imar izinleri ile yapılaşmaya açıldı. Uzun yıllardır tamamen denetimsiz ve plansız bir şekilde artan çay bahçeleri ve çayın toprağı tutmayan bir yapıya sahip olması bir başka sebep. Toprak ağırlaştıkça ve yağmur yığıldıkça çay yük kaldıramıyor, kaymalar meydana geliyor…”

Bütün bunlara bir de hiç bir kamusal yarar üretmediği halde birileri için yüksek ölçüde maddi kazanç imkanı sağladığı anlaşılan ve tüm uyarılara rağme durmayan HES inşaatlarını ekleyin. Kesilen binlerce ağaç, dar kanallara hapsedilen dereler ve verimli toprak örtüsünün katli, felaketi mümkün kılan başlıca etmenlerden. Bu durumda Dağıstanlı’nın, “Tüm bu yaşananların sorumlusu endüstriyel faaliyetler, kalkınma adıyla dayatılan doğa talan projeleri ve bunların uygulayıcısı iktidarlardır” saptaması son derece anlamlı görünüyor.

Çok yağdı ne yapalım!

Daha evvel Yeşil Yol projesi ile ilgili yaptığı, “3-5 ağacın kıymeti harbiyesi yoktur” açıklamasıyla tepki çeken Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu felaketi aceleyle Allah’a havale etti, 500 yılda bir gerçekleşen bu ölçüde bir yağış karşısında yapılacak bir şey olmadığını ima etti ve ekledi; “HES’lerle bir ilgisi yok!” Oysa meslek ve çevre örgütleri aynı fikirde değil. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Mert Güvenç, daha önce olası felaketlere karşı uyarıda bulunduklarını belirterek tepkisini, “Bu kadar suyu tutamazsınız, bu arazinin kendi dinamikleri var’ dediğimizde bizi elektrik üretimine karşı çıkmakla, vatan haini olmakla suçlayanlar şimdi nerede” sözleriyle dile getirdi. Güvenç şöyle söylüyor; “HES projeleriyle yatakları değiştirilen dereler, HES’lere daha fazla su taşıyabilmek için kurulan regülatörler, felaketin tetikleyicisi olmuştur. Yanlış alanlara yapılaşma felaketin etkilerini artırmıştır.”

Fırtına İnisiyatifi üyesi Avukat Yakup Okumuşoğlu’na kulak verelim şimdi de; “Dere yatağı dere yatağıdır. 25 sene o yataktan gelmiyor diye derenin aktığı o anki yatağa göre dere ıslah projeleri yapıp dereyi yatağından koparıp son dönemde aktığı yerden kanala alıyorsunuz. Dere ıslahı ile yatağı daraltmış olduğunuzdan taşkın debi yatağa yayılacağına Islah duvarlarınız içinde yükselip duvarları aşıyor. Dereye dere kotundan yüksek inşa edilen duvar nedeni ile denize de sahil yolunun bir bariyer gibi inşa edilmesinden ulaşamayan sular eğimin az olduğu sahil bölümündeki kentleri su altında bırakıyor!”

Meseleyi özetleyelim. Doğu Karadeniz Bölgesi, dünyanın en önemli ekosistemlerinden bazılarını barındırıyor. Son derece eşsiz ve kıymetli bir doğal yaşam, üzerine titrenmesi gereken bir doğal denge söz konusu. Devlet ve ulusal / uluslararası sermaye burada bahsettiğimiz ‘kıymet’ kavramının önemli bir rant düzeneği içerdiğinin farkında. Bu yüzden yıllardır süren, hastalıklı bir yatırım söylemiyle omuzlanan, vahşi bir inşa ve talan rejiminin hayata geçmesi amaçlanıyor. Bölgeye vurulan her darbe bu hassas dengenin şaşması, yörenin afet ve felaketlere açık hale gelmesi demek. Bunun yanı sıra Milli Park ve SİT alanı gibi kavramların hukuki koruyuculuğunu bertaraf etmek, bu süreçte devletin diğer amacı. Böylelikle yerel yaşamın otantik kodlarının bir biçimde bölgeyi boşaltması, yerlerine daha rantbl yatırım ve imar biçimlerinin geçirilmesi amaçlanıyor. Özellikle Doğu Karadeniz’de yoğunlaşan proje ideolojisi, yalnızca bir tabiat katliamı anlamına gelmiyor. Bununla birlikte, insan kaybını, toprağın metalaşmasını ve kültür soykırımını da içeren büyük bir felaketle karşı karşıyayız.

Doğaya kâr amaçlı müdahalenin yüreğimizi yakan, dolaysız bir sonucudur Artvin’de yaşananlar. Devlet politikaları insan ve doğa odaklı bir değişim göstermedikçe bu tür felaketlerin yeniden yaşayacağımızı öngörmek zor değil. HES’ler, taş ocakları, göz yumulan çarpık yapılaşma, sahil yolu ve Yeşil Yol gibi garabetler, şu aşamada artık hayatları tehdit etmekte, kısa süreli ama büyük karlar uğruna, binlerce yıllık bir doğa örtüsü ile kadim insan varlığı / kültürü insafsızca feda edilmektedir.

Fıtrat sevdikleri bir kelime. Selin, depremin, maden ocaklarında yaşanan kazaların fıtratı, memleketimizde gerçekleşen büyük acıları gerektirmiyor. Tüm bunları yaşamak zorunda değiliz. Ama yüreğimizde Artvin’de yaşananların olanca ağırlığıyla hatırlatıyoruz. Doğayı sermayeye peşkeş çekmenin fıtratında; büyük kazançların yanı sıra ölüm ve yok oluş vardır.

*Fırtına İnisiyatifi Üyesi