Tom Hanks'in Larry Crowne’la yönetmenliği denemesi, Forrest Gump’a yakışır bir hareket olmuş...

Tom Hanks'in Larry Crowne’la yönetmenliği denemesi, Forrest Gump’a yakışır bir hareket olmuş. Aptalca yani. Ama Gump’ın yaptığı her aptallık nasıl şansı sayesinde başarıya dönüştüyse, Hanks de herhalde bu filmden zararla çıkmaz. Zarar eden, iyi bir film seyretmek isteğiyle sinemaya gidenler olur

Tom Hanks ‘Forrest Gump’ karakteriyle acaba çok mu özdeşleşti? O filmde saf, hatta aptal bir karakteri canlandırmıştı. Forrest Gump adlı bu karakter adını verdiği filmde biraz şansının, biraz temiz kalpliliğinin, biraz da yeteneklerinin yardımıyla büyük başarılar kazanmıştı. Hanks de oyunculuk kariyerinde büyük başarılar elde etti. Büyük paralar kazandı. Aptal birinin harcı olmayacak şeyler yaptı. Ama ‘Larry Crowne’la yönetmenliği denemesi, Forrest Gump’a yakışır bir hareket olmuş. Aptalca yani. Ama Gump’ın yaptığı her aptallık nasıl şansı sayesinde başarıya dönüştüyse, Hanks de herhalde bu filmden zararla çıkmaz. Zarar eden, iyi bir film seyretmek isteğiyle sinemaya gidenler olur.

HER AMERİKALININ OLMASI GEREKTİĞİ GİBİ
Hanks’in filmi, sosyal bir  gerçekliği de temel alan bir romantik komedi. Yani son ekonomik kriz ve etkileri filmde görülüyor.  Larry (Hanks), iyi bir Amerikan vatandaşının olması gerektiği gibi biri. Yıllarca vatanına orduda hizmet vermiş. Sonra girdiği işyerinde rekor sayıda ‘ayın çalışanı’ unvanını elde etmiş. Yerde bulduğu çöpleri alıp çöp kutusuna atan, sorumlu, düzgün bir vatandaş Larry. Tek bir kusuru var, o da üniversite okumamış. Bunun bir kusur olduğu kriz zamanında ortaya çıkıyor ve terfi imkânı olmadığı için işten çıkarılıyor. Karısından boşanırken evin yarı hissesini üstüne almak için bankadan kredi almış bulunan Larry, şimdi bu borcunu nasıl ödeyeceğini bilemez bir halde iş aramaya koyuluyor. Bu arada da bir devlet üniversitesinde dersler almaya başlıyor: Ekonomiye giriş ve hitabet sanatı dersleri… Bir lokantada da iş buluyor ardından. Ekonomiye giriş dersiyle bir anda bankaları yere serecek bilgileri ediniveren Larry,  dayanılmaz cazibesiyle de hitabet sanatı dersleri öğretmenini (Julia Roberts) yatağa atacak kıvama getiriyor. Ama Larry iyi bir vatandaşın yapması gerektiği gibi yapıyor ve öğretmeniyle sevişmek için uygun zamanı bekliyor.

ROMANS YERLERDE, OYUNCULUK FELAKET
İşte böyle  bir hikâyesi var Larry Crown’ın. Kısaca finans sisteminin de azimli bir vatandaşın karşısında elinin kolunun bağlandığını görmek içimizi rahatlattı. Filmin sadece sosyal gerçeklik yanı değil sakil olan, bütün romans da yerlerde sürünüyor. Hanks’le Roberts arasında bir kıvılcım, bir elektrik görmüyoruz. Bu aşk da nerden çıktı şimdi oluyor. Oyunculuklar deseniz bir felaket. Bir oyuncunun bu kadar oyunculuktan anlamayan bir yönetmene dönüşmesi de acı bir sürpriz. Şaşırtıcı derecede aptalca bir film ‘Larry Crowne’. Forrest Gump ruhu hakkaten yaşıyormuş dedirtiyor insana. 

'SERSERİLER'

Lümpensin sen, lümpen kal!
 
1970’lerin Glasgow’unda (İskoçya) geçen filmi belli bir ilginçliği olmakla birlikte tatmin edicilikten uzak bulduğumu baştan söyleyeyim.

Haftanın ikinci oyunculuk kökenli yönetmeni Peter Mullan. Mullan’ı yönetmen olarak en son ‘Günahkar Rahibeler’ filminde görmüştük. Mullan yönetmenliğiyle çok takdir ediliyor, her filmi  ödüller kazanıyor ya da en azından ödüllere aday gösteriliyor. ‘Serseriler’ de önemli film festivallerinden San Sebastian’dan en iyi film ve en iyi oyuncu ödülleriyle dönmüş. 1970’lerin Glasgow’unda (İskoçya) geçen filmi belli bir ilginçliği olmakla birlikte tatmin edicilikten uzak bulduğumu baştan söyleyeyim.

KARISINI DÖVEN, ALKOLİK BİR KAYBEDEN
John McGill’i şiddet dolu yoksul bir aileye doğmuş, zeki ve hırslı bir çocuk olarak tanıyoruz önce. Derslerinde başarılı olup, kaderini değiştirmeye kararlı bir delikanlı John. John’un abisi ise mahallenin en namlı, en korkulan serserilerinden biri. John bunun hem faydasını, hem de zararını görüyor. Abisinin saçtığı korku onu diğer serserilerin teröründen koruyor ama bir yandan da okul yönetiminin ona ekstra zorluklar çıkarmasına neden oluyor. Yine de bütün engelleri aşacak gibi görünüyor John, ta ki bir gün en yakın arkadaşı tarafından terk edilinceye kadar. Zengin bir ailenin çocuğu olan arkadaşı, biraz annesinin de baskısıyla John’u kolayca terk ediveriyor. John’un sigortalarının attığı ve vahşetin çağrısına kulak verdiği an da bu an oluyor. O ana dek sınıfının en başarılısı olmaya çalışan John, o andan sonra sokakların en korkulan delikanlısı olma yolunda bir kariyer izlemeye başlıyor. John’un abisinin olduğu gibi, babasının da psikopatik bir yanı olduğunu söylemek gerek. O da karısını döven, alkolik bir ‘kaybeden’. John’un kıstırılmışlığı çift yönlü, hem sınıfsal, hem de aileden gelen bir psikopatlık var, öğrenilmiş ya da doğuştan edinilmiş. John en iyi zamanlarında bile anti-sosyal özellikler gösteriyor. Başarılı bir öğrenciyken de belirgin bir şekilde sınıf arkadaşlarına karşı saygısızca davranıyor. Fakat John’un değişimleri yine de çok ani ve keskin oluyor filmde. Keza John’un ailesi hakkında yeterli bir kavrayışa ulaşamıyoruz gördüklerimizden. John’un ne annesi, ne küçük kız kardeşi, ne abisi ne de babası ete kemiğe bürünebiliyor, iki boyutluluktan çıkabiliyor. Nihayetinde kaderinin sınırlarını zorlasa da kıramayan bu trajik kahraman için üzülmek bile pek mümkün olmuyor. Filmin içerdiği eğitim sistemi ya da sınıfsal ayrım eleştirileri de pek bir derinliğe kavuşmuyor. ‘Serseriler’ yine de 1970’lerdeki İskoçya’da yoksul sınıfların içinde bulunduğu durum hakkında bir fikir veriyor.