Bu acılı günlerde tarihin tekerrür ettiğine şahit olurken, daha önce sayısız kere izlendiği için artık kabak tadı veren bir filmi, bir kabus yaşar gibi seyrediyoruz. Kime isyan edeceğini bilmiyor insan

Fotoğrafa dikkatli bakın

SİBEL KÖKLÜ - @sibelkoklu1

Günler ağır günler ölüm haberleriyle geliyor, büyük usta Nazım’ın dediği gibi ve biz berbat bir ruh hali içinde, iki taraftan ölen gençlere ağlayarak geçiriyoruz günlerimizi. Çok değil daha yirmi gün kadar önce Suruç’ta katledilen 33 genç için ağlarken, dünden beri teskeresini alıp evine gitmek için bindiği helikopterde ölen asker için ağlıyoruz. Daha onun acısı geçmeden, Twitter’da Berkin Elvan için ‘Biz seni memlekette büyütemedik, cennette büyü çocuk’ yazan ve Şırnak’ta hayatını kaybeden asker için yüreğimiz yanıyor. Suruç katliamından sonra da ‘Bu dünyada insan olmaktan utanıyorum’ yazmıştı Barış. Adı Barış’tı, savaşa karşıydı ama zorunlu askerlik görevini yapıyordu. Ne yazık ki kurşun adres sormazdı, kör kurşun geldi onu buldu. Hayatının baharında aramızdan aldı.

Peki neden bu ölümleri kimse durdurmuyor? Akıl, izan devre dışı kalmış sanki. Bir süre sonra silahlar susacak belki, o zaman bu insanlar boş yere ölmüş olacak. Ki bu ölümleri çok fazla gördük…

***

Yirmi yıldan fazla zaman oldu, hala aklımda. Çömez bir gazeteci olarak gönderildiğim haber, istihbarat muhabirliğinde ne kadar ilerleyebileceğimi de göstermişti. 1993 yılıydı. Bingöl-Elazığ karayolunda, birliğine teslim olmaya giden silahsız 33 asker kurşuna dizilmişti. Benim de görevim öldürülen askerlerden birinin evine gidip ailesiyle röportaj yapmaktı. O acıyı dün gibi hatırlıyorum. Haberi daha doğrusu röportajı zor bela bitirip evden çıktığımda ağlamaktan içim şişmiş, gözlerim kıpkırmızı olmuştu. Aklımda tek bir cümle vardı, önce insanım sonra gazeteci. Bir insan olarak acılı anneyle beraber ağlamış, gazeteci olarak toplamam gereken ayrıntıları atlamıştım. Acısından aklını yitirmiş gibi ağlayan kadına soru sorup, manşete çıkaracak malzeme bulmak zul gelmişti bana.

O dönem büyük yankı uyandıran olay, Turgut Özal’ın Kürt açılımı projesinin rafa kaldırılmasının da gerekçesi olmuştu. Bingöl’de birliğine teslim olmaya giden silahsız 33 askeri taşıyan otobüse PKK’lı Şemdin Sakık’ın talimatıyla saldırıldığı ileri sürülmüş, Şemdin Sakık yakalanınca kendilerine operasyon bilgisi geldiğini ve silahlı bir askeri birlikten söz edildiğini açıklamıştı. Bazıları özellikle yanlış istihbarat verildiğini iddia etti. Dosya, Ergenekon soruşturması kapsamında 16 yıl sonra yeniden açıldı ancak bir sonuca varılamadı. Olay tarihin karanlık sayfalarındaki yerini aldı.

***

Bu acılı günlerde tarihin tekerrür ettiğine şahit olurken, daha önce sayısız kere izlendiği için artık kabak tadı veren bir filmi, bir kabus yaşar gibi seyrediyoruz. Kime isyan edeceğini bilmiyor insan. Bir yanda ölümleri fıtrat olarak gören kaderci bir zorba yönetim, diğer yanda varoluş mücadelesi verdiklerini söyleyen bir halk adına savaşanlar…

90’lı yıllarda üniversitelerde çok konuşulurdu ulusların kendi kaderini tayin hakkı… Kendi adıma, yaşım 30’u geçmişken ilk defa gittiğim Urfa’da gözlerimle görüp kabul etmiştim. Burası başka bir iklim, başka bir kültür belki de başka bir ülkeydi. Sonra aradan yıllar geçti. Politikalar, anlayışlar değişti. Ayrılıp gitmek isteyenler, kalıp birlikte yaşamayı tercih ettiklerini açıkladı. Barış isteniyordu artık, savaş değil. Şimdi ne yazık ki yine başa dönüldü. İktidarın basiretsiz politikaları sonucu Suriye’de yaklaşık 4 yıldır süren iç savaş, bizi de içine çekmeye başladı. Suriye’deki IŞİD güçlerini vurması beklenen iktidar, önce Irak’ı sonra yine ülke sınırları içindeki bölgeleri havadan bombalamaya başladı. Ki bunun faydası yaklaşık 30 yıldır görülmemişti. Yeni olan şu ki, etrafımızda yıllardır süren savaşlara dahil olma durumu bütün ülkenin geleceğini karartma noktasına geldi. Unutulmasın ki kendi vatandaşlarının taleplerine kulak tıkayan ülkenin huzur bulması da mümkün değil.

İSYANLARIN UZAĞINDA DEĞİLİZ

Geçen yılın haziran ayında böyle yazmış haberinin başlıklarından birini Nuh Köklü. NTV’den ayrıldığı, işsiz kaldığı günler. Arkadaşı gazeteci Can Ertuna’nın Arap İsyanları Güncesi adlı kitabı yeni çıkmış, o da kitabın tanıtımı için Radikal Kitap ekine bir yazı göndermiş. Arap coğrafyasında 2011 yılından itibaren yaşanan değişimleri anlatan kitap Mısır, Tunus, Libya ve Suriye’de yaşananları gazeteci gözüyle anlatıyor;

‘İstanbul’dan uçağa biniyorsun ve iki saatlik yolculuktan sonra kimsenin olmak istemeyeceği, kimi zaman insanlığa dair erdemlerin unutulduğu yerlere gidiyorsun ve sonra plazalardaki steril hayatına geri dönüyorsun’.

Bu dört ülke arasında bizi en çok etkileyenin Suriye olduğu bilinciyle yazmış Nuh;

‘Peki Suriye’deki savaşı anlatan fotoğraf ne olabilir? Cihatçıların katliamları? Guta’da faili belirsiz bırakılan kimyasal saldırı sonucunda ölenlerin fotoğrafları? Sınırdan Hatay’a kaçanlar? Türkiye’deki ajansların servis ettiği işkence görüntüleri? Bütün bunların hepsi olabilir. Suriye’deki savaş kısa bir süre sonra Türkiye’yi de etkiler. Akçakale’de patlayan bombalar, Reyhanlı’daki katliam, MİT’e ait olduğu ileri sürülen TIR’lar, Dışişleri Bakanlığı’ndaki dinlemeler savaşın bize hiç de uzak olmadığının göstergeleri. Aslına bakarsanız, Arap isyanları güncesi sadece Suriye’de değil, Tunus’ta, Libya’da ve Mısır’daki olayların hiç de uzağında olmadığımızın ispatı. Arap coğrafyasındaki isyanların hiç de uzağında değiliz. İki saatlik bir uçuşla, insanın olmak istemeyeceği yerlere ulaşabilirsiniz ya da insan olmanın erdemiyle isyanlara gözünüzü, kulağınızı açabilirsiniz”.

İnsan olmanın erdemlerini kaybetmeyeceğimiz ve insan olmaktan utanmayacağımız günler için barışa sahip çıkmaktan başka çaremiz yok.