Fotoğraflarıyla tarihi zapt etti

“Sanat olmasına gerek yoktur fotoğrafın. Fotoğraf tarih olayıdır. Tarihi zapt ediyorsun. Bir makine ile tarihi durduruyorsun.”

Ara Güler 1928 doğumlu, demek ki insanlığın krizinin ortasında doğmuş. Fotoğraf ile ilgilenmesi “zaman” ile değil, “tarih ve hikâye” ile ilgilenmesiyle başlıyor. Yukarıdaki satırları okuyanların fark etmesi gereken çok kritik bir ayrım var: Niçin Ara Güler, Tarkovski gibi “zamanı zaptediyorsun” demiyor da tarihi diyor?

Bu felsefi bir ayrıma gider: İdealist ve materyalist ayrımı tam da bu ayrım üzerine kurulur. Heidegger’in Varlık ve Zaman adlı eseri, varlığı zaman içinde oluşan ve zaman içinde kendini bulan olarak kavrar. Oysa materyalistler için ölçü birimi “zaman” değil, tam tersine “hikâye ve tarih” kavramıdır. Ara Güler’de bütün ömrü boyunca zamanın peşinde değil, insan öykülerinin peşinden gitti, o öyküleri birleştirip, nedensellik ile buluşturunca da tarihe not düşmek ve tarih yazımına katkıda bulunmak amacıyla ömrünü sanata verdi. Eğer bir materyalist olarak Heidegger kitabını yazsaydı, eseri Varlık ve Tarih olacaktı, tarih ise insan edimlerinden oluştuğu için insanların hikâyeleri üzerine bina edilecekti. Ara Güler’in sanat tarihimiz içindeki yeri, yirminci yüzyılın öyküsünün kritik anlarına ve kritik sorularına yanıt aramasıyla şekillendi. Bir süre sonrada bu vatanın dünyadaki görsel karşılığına, bu kültürün anlam arayışına, bir çeşitlilik üzerine kurulmuş halklar arasındaki ilişkilerin tanıklığına dönüşmüştü. Bütün kariyerinin özeti buydu: Fotoğraflarıyla tarihimize tanıklık etti, tarihi zapt etti, tarihi durdurmak yerine akış halindeki tarihin müşahidi oldu ve o tarihi yazanların başvuru kaynağı oldu. Bu tanıklık ve fotoğraflarındaki anlam Anadolu’dan başlayıp, dünyanın merkezine doğru ilerledi ve yirminci yüzyılın kendini arayışının özetine dönüştü.

Sanatına, kimliğine ve hayatına selam olsun!