Fotoğrafta ‘etik’ sorunu
Türkiye’de son yıllarda belgesel fotoğraf üzerine konuşmalar/tartışmalar sürdükçe ben de yazılarımda okuyucu ile paylaşmaya çalışıyorum. Geçen yazımda ‘fotoğrafçının tutumu’na değinirken....
Türkiye’de son yıllarda belgesel fotoğraf üzerine konuşmalar/tartışmalar sürdükçe ben de yazılarımda okuyucu ile paylaşmaya çalışıyorum. Geçen yazımda ‘fotoğrafçının tutumu’na değinirken etik kavramına da kısmen değinmiştim. Bugünlerde bu kavramları anımsamak, kapsamlarını, içeriklerini yinelemek gerekli görünüyor.
Çağımızda ciddi bir problem olan kültürel yozlaşma ne yazık ki fotoğraf üreten kimi ‘sanatçı’ları da etkilemiş gözüküyor. Günümüz sanatçıları her ne kadar piyasa koşullarına teslim olmadıklarını, teslim olmamak için direndiklerini söyleseler de gerçek böyle değil.
Teknolojik gelişimin hız kazanması ve fotoğraf makinelerindeki gelişimi fotoğrafta yeni bir dönemin başlangıcı olarak değerlendirirsek bu yeni durum, fotoğraf alanında birçok
Bu yeni durum karşısında “belgesel fotoğrafın kendine özgü, yalnız kendine ait bir etiği ve estetiği olmalı” tezinde bulunsak birçok fotoğrafçı buna karşı çıkacaktır. Yine de deneyelim. Bir de belgesel fotoğrafı, genel fotoğraf alanından ayrı bir alan olarak tanımlasak kıyamet kopar mı acaba? Bunu da bir düşünelim.
Hâlâ tartışılmakta olan belgesel fotoğrafın tanımının yapılması, içeriğinin tespiti, salt belgesele özgü olanın belirlenmesi ve o tanıma göre etik konusunun irdelenmesi zorunluluğu ortaya çıkıyor.
Bir fotoğrafçının üretirken yaratıcılığına en uygun alan kurmaca, deneysel ya da kavramsal fotoğraftır. Bu alanda fotoğrafçı kendine özgü, kişisel fotoğrafını yaratabilir. Fotoğrafçı, her türlü malzemeyi bir kurguya göre şekillendirir, onları kendi fotoğraf öznelinin nesnesi yapabilir. İnsanı da kendi kurgusunun bir parçası olarak kullanabilir.
Belgeselde durum böyle değildir. Ya da böyle olmamalıdır. Belgeselde fotoğrafçı ondan bağımsız olarak, kendi gerçekliği içinde var olan malzemeyle çalışır. Burada her malzeme olduğu gibidir. İnsanı da olduğu gibi
Belgesel fotoğrafçı nesnelerin gerçeği için kendini aracı kılar. Sanat fot.da fotoğrafçı kendi fotoğrafını öznel olarak kurar (öznele göre, öznel öncelikli ve de estetik öncelikli). Belgesel fotoğrafçı ise ‘nesnel’dir, fotoğraftan yararlanarak nesnelerin dünyasını anlatır (nesneye göre nesnel öncelikli ve tabii ki etik öncelikli).
Buradan belgeselci için estetik gereksizdir sonucu çıkmaz. Nesnelerin dünyasını anlatırken (etik duruş), amaca ulaşmak için nesnenin gerçekliğine bağlı kalarak estetik bir dünya oluşturabilir. Bu da bir etik duruştur aslında. Belgeselci de eninde sonunda fotoğrafçıdır ve kendi gerçeğinin, öznelinin peşindedir. Ancak belgeseldeki kurmacaya göre, fark kişisel olarak peşinde olduğu gerçeğin, gerçekliğin aranmasında irdelenmesinde, yansıtılmasında tutulan yoldur, benimsenen yöntemdir. Gerçeğin, gerçekliğin görülmesinde, algılanmasında, onların kendilerini, kendi gerçeklerini, kendi ‘rollerini’ oynayarak yansıtmalarına olanak sağlar. Burada sorun, belgesel fotoğrafçının öznel yorumuyla (yansıtmasıyla), nesnel dünyanın gerçeğinin çelişmemesi, ters düşmemesidir.
Ve son olarak belgesel fotoğrafta ‘kurmaca’ ölçüsünün, ‘nesnel’ duruşu gölgelememesi, ona baskın çıkmaması gerekir.
Etik kavramının her şeyden önce insan hakları alanıyla bağlantılı olduğu unutulmamalıdır. Fotoğrafçı her öngörüyü sorgulayabilmeli, her değeri yeniden irdeleyebilmelidir ve tüm bu arayışlarına düşünsel bir zenginlik kazandırabilmek de zorundadır.