Kırsaldaki emekçi sınıflarla kentteki emekçi sınıfların neoliberalizme büyük şirketlere karşı mücadeleyi birleştirmesi önemli. Keza şirket hâkimiyetindeki gıda rejiminin kendilerini tasfiye etmesine karşı direnen köylülerin mevcudiyetini korumak için solun bir siyaset üretmesi lazım.

Fransız köylüsü neoliberalizme savaş açtı

İlkay Öz - Siyaset Bilimci

1990’lı yıllar, reel sosyalizm deneyimlerinin hayal kırıklıklarına ve sosyopolitik düzlemde de baş döndürücü bir dönüşüme sahne oldu. Politik olarak savrulmaya da fırsat tanıyan bu hızlı dönüşüm süreci kimi kestirme savları da ortaya çıkardı. Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezi bunların en bilineni. Onun gibi kötü niyetli ve inşa edilen yeni düzeni olumlayan bir tez olmasa da başka bir tez de gündeme girmişti. Bu tez Hobsbawm’ın bundan tam 30 yıl önce yazdığı, 20. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen “en dramatik ve geniş kapsamlı toplumsal değişim”, “bizi geçmişin dünyasından sonsuza dek koparan değişim” diyerek ilan ettiği “köylülüğün ölümü”ydü. Bu tez, birkaç coğrafya haricinde, köylüleri dünya sahnesinden siliyordu.  

Ancak küresel anlamda köylüler, şirketlerin hâkimiyetindeki bir tarım-gıda sisteminde piyasayla iç içe olsalar, dönüşüm geçirmiş olsalar, büyük darbeler yeseler de hâlâ sahnedeler. Köylü üretimi ve küçük çiftçilik hâlâ küresel tarımsal üretimin çoğunluğunu oluşturup dünyayı beslemeye devam ediyor. Bunun haricinde köylüler politik bir özne olarak da varlar. Bu anlamda antikapitalist bir mücadeleye köylüleri dahil etmeden bir siyaset kurgulamanın başarısızlığa mahkûm olduğunu maalesef deneyimliyoruz. Ama kestirme kabuller o “işçi-köylü ittifakının” bir ayağını gözden çıkarmış gibi görünüyor ve solun büyük bir kısmı köylüleri artık politik bir özne, kırsalı da bir mücadele ve örgütlenme alanı olarak görmüyor. Geçen sene Fransa’da l’Humanité şenliğindeki tartışmalardan birinde solun kırsalı aşırı sağa, Le Pen’e terk ettiği ve ancak 5 yılda bir seçimlerde hatırladığı özeleştirisi yapılmıştı Fransız sosyalistlerince. Köylüleri politik özne ve potansiyel isyan unsuru olarak varsaymayan bu yaklaşım köylüler ve kırsal alanı yalnızca seçimlerde akıllara gelen bir oy deposu olarak ele alıyor. Ama yine de köylüler hâlâ sahnede ve politika belirleyici olduklarını işte bugünlerde Avrupa’da bir kez daha gösteriyor.  

Avrupa’da birçok ülkede köylüler ve küçük çiftçiler yollarda, meydanlarda. Eylemler özellikle Fransa’da tüm ülkeye yayıldı. Fransa’nın en az 80 departmanında köylüler protesto içerisinde. Geçen haftadan beri süren protestolarda köylüler yolları kapattılar, gübre ve tarımsal atıkları devlet kurumlarının önlerine yığıp duvarlarını sıvılaştırılmış tezeğe buladılar. Çiftçiler sadece kendilerini gıda tekelleri karşısında yalnız bırakan devleti değil gıda tekellerini de hedef alıyor. Kapattıkları yollarda tırların Fransa dışından getirdikleri etleri, sebze-meyveleri yerlere attılar, ithal şarapları yollara boşalttılar. Büyük dağıtım ağları, zincir marketleri ve Fransız süt tekeli Lactalis de eylemlerin hedefi oldu.  

İsyan neoliberalizmin amentülerine 

Tüm bunlar aslında Fransız köylüsünün neoliberalizmin hedef aldığını gösteriyor. Tarım-gıda alanının çokuluslu şirketlere bırakıldığı 3. Gıda Rejimi’nin amentüsü olan serbest ticaret antlaşmaları çiftçilerin en çok isyan ettiği olgu. Şu aralar Avrupa Birliği’nin Yeni Zelanda, Şili ve Kenya ile ikili serbest ticaret anlaşmaları imzalaması gündemde. Ekolojik krizi gerekçe gösterip yeni yeşil standartların faturasını küçük çiftçilere kesmeye çalışanlar dünyanın bir ucundaki Yeni Zelanda’dan sebze meyve, şarap, koyun eti ve süt ithalatını kolaylaştıracak.  

Keza 3. Gıda Rejimi’nin bir diğer amentüsü olan serbest piyasada kurdukları tekellerle şirketlerin üreticiden istedikleri fiyattan ürünlerini satın alabilmesi de isyanı büyüten nokta. Çiftçiler taban fiyat ve ürünlerinin değerinden alınmasını istiyorlar. 5 yıl önce Fransız çiftçisinin sabit bir gelir elde etmesi, ürününün değerinin altında fiyatlarla sanayiciler tarafından alınmasını engellemek için çıkarılan Egalim yasasının uygulanmaması da çiftçilerin tepkisini çeken konulardan biri. Zincir marketler ve gıda sanayicileri ürünleri çiftçiyi zarara uğratacak fiyatlardan satın almaya devam ediyor. Devletin desteklerini küçük üreticiden çekmesi, gıda alanını terk etmesi de bir diğer neoliberal amentü olarak hedefte. 

Tepkiler yeşil dönüşüme mi? 

Almanya’da yeşil dönüşüm gerekçe gösterilerek tarımsal mazota ilişkin verginin artırılması orta ve büyük ölçekli çiftçilerin sokağa çıkmasına neden olan olguydu. Fransa’da da yeşil dönüşüm gereği 2024 bütçesinde ulaşım dışındaki mazota yönelik vergi muafiyetinin kaldırılmasının öngörülmesi çiftçilerin tepkisini çekti. Keza hükümetin pestisit kullanımının 2030’a kadar yarı yarıya azaltılma hedefi de var. Ancak bunu ekoloji ve çiftçilik arasındaki uzlaşmaz bir çelişki olarak görmek yanlış olur. İklim krizi “yeşil dönüşümü” zorunlu kılsa da gıda-tarım alanında bu dönüşüme en iyi şekilde uyum sağlayacak olanlar enerji canavarı ve çevre düşmanı endüstriyel tarım şirketleri, ÇUŞ’lar, büyük zincir marketler ve ithalatçılar değil. Köylüler ve küçük çiftçiler agroekolojik uygulamalarla, endüstriyel tarımdan (tarım ilacı, kimyasal gübre, GDO’lu tohum, yoğun su kullanımı, biyoyakıt, suni tohumlama, fabrika yemi) kurtularak “yeniden köylüleşerek” bu dönüşümü gerçekleştirebilir.  

Fransa’daki ekoloji örgütleri, sosyalist yapıların, akademisyenlerin ezici bir çoğunluğu da bu sebeple çiftçilerin protestolarını destekliyor. Geçtiğimiz gün çevre örgütleri ve aktivistler yayınladıkları metinde çiftçi düşmanı olarak yaftalanmak istemediklerini ifade ettiler: “Öfkeliyiz çünkü biliyoruz ki çiftçilerin yaşam koşullarının yok edilmesinden ve ekosistemlerin tahrip edilmesinden aynı kişiler faydalanıyor.” Söyledikleri gibi bu yeşil standartlar sanayileşen işletmeler lehine küçük çiftçilerin yok olmasına yönelik şekilde işliyor. Halihazırda agroekolojik üretimi gerçekleştiren küçük köylüler desteklenmek yerine OTP sübvansiyonları büyük ölçekli tarım işletmelerine gidiyor. Her şeyde olduğu gibi yeşil dönüşümde de fatura küçük üreticiye kesiliyor. Fransa’daki itirazın geldiği yer burası.  

Eylemlerin iki kutbu 

Ekoloji meselesi aslında Fransa’daki protestolarda billurlaşan iki kutbu görmemizi sağlaması açısından güzel bir nokta. Endüstriyel tarımın temsilcisi Ulusal Tarım Çiftçileri Sendikaları Federasyonu (FNSEA) ve onunla bağlantılı olan genç çiftçiler örgütü Jeunes Agriculteurs eylemlerin bir kanadını oluşturuyor. Bu kanat eylemleri Fransız Devleti’nin yeşil dönüşüm dayatmalarına karşı bir itiraz olarak öne çıkartıyor. Karayolu dışında kullanılan dizel yakıta verilen desteğin kaldırılması, pestisit kullanımının azaltılması, işlenen toprakların yüzde 4’ünün nadasa bırakılması gibi “yeşil geçiş”e yönelik hedeflerin geri çekilmesini istiyor. FNSEA’ya göre tarımsal sorunların çözümü, devasa çiftlikler, robotlaşma ve GDO’lardayken agroekolojik geçiş tarımda küçülmeyi doğuracağı için Fransa’nın gıda ihtiyacını karşılayamaz. Bunun haricinde FNSEA’nın başındaki kişiye dair verilecek şu bilgiler bile bu kanadı tasvir etmeye yeterli. FNSEA başkanı geçen dönem neredeyse Fransa başbakanı kadar maaş alıyordu. Şimdiki başkan Arnaud Rousseau ise 15 tane büyük şirket, holding ve çiftliğin müdürü ya da yöneticisi. Bu şirketler içinde biyogaz firması da var çiftçilere kredi veren bir kuruluş da. Ayrıca kendisinin de 700 ila 3 bin dönüm büyüklüğünde tarlası var.  

Eylemlerde başı çeken diğer kanat ise küçük aile çiftçilerinin ve köylülerin örgütü Köylü Konfederasyonu [Confédération paysanne], olmak üzere irili ufaklı çiftçi örgütleri, sosyalist yapılar, ekolojistler. Bu kanat eylemlerin temel derdinin köylünün tarımdan geçinememesi olduğunun altını çiziyor. Karşılarında durdukları şey “ultraliberalizm”. Yani serbest ticaret anlaşmaları, gıda tekellerinin aşırı kârları ve devletin piyasaya müdahil olmayıp üreticiyi çokuluslu şirketler karşısında yalnız bırakması, gıda zincirlerinin ve sanayicilerin çiftçinin ürünlerine değerinin altında fiyat verebilmesi, agroekolojik üretim yapan küçük çiftçinin değil büyük endüstriyel tarım işletmelerin desteklenmesi.  

Neoliberalizm karşısında köylünün varoluş savaşı  

Yıllardır Fransız çiftçisi sermaye karşısında varoluş mücadelesi veriyor. Her 7 tarımsal işletmeden biri yetersiz gelire sahip ve yoksulluk altında yaşıyor. Geçtiğimiz 10 yılda 100 bin tarımsal işletme tasfiye oldu. Bu yok olan işletmelerin üçte ikisi de hayvancılık yapıyordu ve bu alanda 80 bin kişi işsiz kaldı. Bu anlamda eylemlerin başlangıcının da küçük çiftçinin ve küçük süt hayvanı yetiştiricilerinin yoğunlukta olduğu güney bölgesinde çıkması tesadüf değil. Keza büyük ölçekli tahıl yetiştiricilerinin eylemlere destek vermemesi de tesadüf değil. Günümüzde her hafta 200 tarım işletmesi kapanıyor. Çiftçi o kadar köşeye sıkışmış durumda ki her 2 günde bir 1 çiftçi intihar ediyor ve bu intihar dalgası yıllardır engellenemiyor. Kelimenin tam anlamıyla Fransa çiftçisi neoliberalizm altında yaşam savaşı veriyor. Bu yüzden eylemlerdeki sloganlarda “ölmek”, “yok olmak” kelimelerine sıklıkla rastlıyoruz. Fransız köylüsü “bizim sonumuz sizin açlığınız olacak” diyerek mücadelelerinin tüm emekçilerin yaşamına ilişkin olduğuna dikkat çekiyor. Köylünün ortadan kalkması devasa çokuluslu tarım-gıda şirketlerinin gıda fiyatlarını tamamen kendilerinin belirlediği bir düzeni hâkim kılacak, emekçilerin gıdaya erişimi daha da zor olacak. Bu sadece köylüler için değil tüm emekçi sınıflar için bir felaket demek.  

Çıkar yol 

Bu anlamda kırsaldaki emekçi sınıflarla kentteki emekçi sınıfların neoliberalizme büyük şirketlere karşı mücadeleyi birleştirmesi önemli. Keza şirket hâkimiyetindeki gıda rejiminin kendilerini tasfiye etmesine karşı direnen köylülerin mevcudiyetini korumak için solun bir siyaset üretmesi lazım. Bu siyaset girdilerle, pazarla endüstriyel tarımın bir parçası haline getirilen köylüleri geleneksel ve agroekolojik üretime dönmeleri, yeniden köylüleşmeleri için bir mücadele hattı örmeli. Fransa köylüsü için olduğu gibi dünyadaki tüm köylüler ve küçük çiftçiler için de şirket egemenliğine ve tasfiye edilmeye karşı kurtuluş, mücadeleyi toplumsallaştırmaktan, enternasyonal dayanışmadan; bizzat kendilerinin karar ve yetki sahibi oldukları köylü örgütleri oluşturmaktan; agroekolojiden, ürettikleri ürünlerin tüm süreçlerine hâkim oldukları gıda egemenliğinden ve yeniden köylüleşmekten geçiyor.