ABD ile peşine takılan G7 üyeleri kendi aralarında küresel egemenlik pastasını paylaşmaya çalışıyorlar. Hiroşima ve Nagazaki’de kâbusu hatırlatmanın nükleer güçlerin elini titreteceğini düşünmek naiflik olur.

G7 tehlikeli hesaplar yapıyor
G7 liderleri zirve öncesi Hiroşima’da atom bombasıyla öldürülenler anısına yapılan anıtı ziyaret etti. (Foto: Depo)

Peter SYMONDS

ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, İtalya ve Kanada’dan oluşan G7 zirvesi için bir araya gelen liderler, içinde bulundukları ikiyüzlülüğü yadırgamadan Hiroşima’daki Atom Bombası Kurbanları Anıtı’nın önünde poz verdiler. Bir daha asla nükleer silah kullanılmayacağının sözünü vermek yerine, emperyalist güçler bir araya geldiler ve Ukrayna’yı istila eden Rusya ile süregelen krizin dozunu daha da artıracak planlar yapmaya koyuldular. Bu planlar insanlığı yeni bir nükleer felaketin içine sürükleyebilir.

Başkan Obama, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Hiroşima’yı ziyaret eden ilk ABD başkanı olmuştu. Başkan Biden da Obama’nın çizgisinden gitti ve ABD’nin 6 Ağustos 1945 günü işlediği akıl almaz savaş suçu için özür dilemeyeceğini peşinen belli etti. Yarım ağızla dahi olsa Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombaların teşkil ettiği “suçu” tanımaktan sakınması, ABD’nin stratejik çıkarlarını korumak için tekrar aynı yol başvurabileceğine dair keskin bir uyarı niteliğinde.

Hiroşima’ya atılan atom bombası “Little Boy” yani küçük oğlan, 250 bin kişinin yaşadığı Hiroşima şehrine düştü ve 25-20 kilotonluk TNT kuvvetiyle patladı. Birkaç saat içinde neredeyse 80 bin insan, şehre yayılan şok ve ısı dalgası neticesinde öldü. Hayatta kalanlar, tanıklık ettikleri korkunç anları anlattılar: “Yüzlerce insan hâlâ hayatta… şok içinde ortalıkta dolanıyorlardı. Bazıları yarı ölü gibi, yaşayan cesetler gibiydiler.” Nagazaki’ye atılan ikinci bombada ise 40 bin insan daha öldü. İlerleyen gün ve haftalarda ölü sayısı artmaya devam etti. Yanıklar, yaralanmalar ve radyasyon kaynaklı olarak toplam 250 ila 300 bin arası insan öldü. Ölenlerin yüzde 90’ı sivildi.

HEGEMONYANIN GÜVENCESİ

İkinci Dünya Savaşı hâlihazırda hayal gücünün dahi alamadığı insanlık suçlarına sebep olmuştu. Nazi rejimi sistematik cinayet kampanyası yürütmüş ve altı milyon Yahudi’yi öldürmüştü. Japon ordusu ele geçirdiği 300 bin Çinli askeri ve sivili Nanjing’de katletmişti. Fakat Hiroşima ve Nagazaki’deki barbarlık, soğukkanlı ve hesaplı bir insanlık suçu olarak, askeri gerekçeleri dahi sorgulanacak bir saldırı olarak kayıtlara geçti. Tek amacı, ABD emperyalizminin savaş sonrası küresel egemenliğini güvenceye almaktı.

Washington ise aldığı kararı haklı göstermek için yalanlara başvuruyor. Japonya’nın istila edilmesi halinde ölecek Amerikan vatandaşlarının hayatını kurtardığını öne sürüyor. Hâlbuki 1945 Ağustos’una gelindiğinde Japon emperyalizmi hâlihazırda çöküş noktasına gelmişti. Alman müttefiki yenilmişti ve ABD’nin hava saldırılarına karşı savunmasızdı. Tokyo’ya mart ayından beri yangın bombaları atılıyordu ve bu saldırılarda 300 bin kişi ölmüştü. Japonya barış görüşmeleri yapıyor, aracılar ile teslimiyet koşullarını müzakere ediyordu.

Atom bombaları yalnızca Japonya’yı değil, tüm dünyayı dize getirme amacıyla düzenlenmiş terör saldırıları niteliğindeydi – özellikle Japonya ile imzaladığı saldırmazlık anlaşmasını iptal eden ve Pasifik’te savaşa girmeye hazırlanan Sovyetler Birliği’ne gözdağı veriliyordu. ABD yeni elde ettiği kitlesel imha silahlarını kullanarak sadece Japonya’nın ani ve koşulsuz teslimiyetini sağlamayı değil, aynı zamanda belirsizlik ve istikrarsızlık içindeki dünyaya en net mesajı vermeyi amaçlıyordu.

YÜKSELEN TEHDİT

Günümüzde nükleer savaş tehdidi İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç olmadığı kadar yüksek. ABD emperyalizmi tarihsel olarak zayıflarken tekrar tekrar askeri yollara başvurdu ve Orta Asya, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Balkanlarda savaşlar çıkarıp durdu. Suç niteliğindeki savaş kampanyalarıyla amaçlarını gerçekleştiremeyen ABD ve müttefikleri, şimdi Ukrayna topraklarında Rusya ile savaşıyorlar. Yani iki nükleer güç, karşı karşıya.

G7 zirvesi yapıldığı sırada NATO’nun Ukrayna’ya silah tedariki artarak devam ediyordu. Savaş tankları ile uzun menzilli kruz füzeleri sağlandı ve şimdi de F-16 savaş uçakları konuşuluyor. Bu esnada ABD, Tayvan üzerinden Çin’i provoke etmeyi sürdürüyor.

ABD ile peşine takılan G7 üyeleri kendi aralarında küresel egemenlik pastasını paylaşmaya çalışıyorlar ve askeri imkânlarını tam gaz artırıyorlar. Almanya ve Japonya, İkinci Dünya Savaşı sonrası yürürlüğe konulan yasal ve anayasal kısıtları bir kenara attılar ve Ukrayna savaşının başından bu yana askeri harcama bütçelerini tam iki katına çıkardılar. Ukraynalı askerleri eğitme ve donatma anlamında önemli rol üstlenen İngiltere de savunma harcamalarını artırıyor. Fransa’da durum farklı değil.

Hiroşima ve Nagazaki’de 1945 yılında yaşanan kâbusu hatırlatmanın bu nükleer güçlerin elini titreteceğini düşünmek dahi naiflik olur. Bu savaş suçlarını işleyen ABD emperyalizmi, provokasyon olmaksızın gerçekleştirdiği nükleer saldırıyı kınamadı, özür dilemedi. ABD Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan Nükleer Durum İncelemesi belgesinde, nükleer silahların diğer yöntemler sonuçsuz kaldığı takdirde “başkanlık amaçlarını gerçekleştirmeyi” sağlayabilediği ifadesine yer verildi.

2020 yılında seçim kampanyası yürüten Biden, silah kontrolü ve nükleer silahlardan arınmanın “ABD küresel liderliğinin” başlıca sütunlarından biri olacağının sözünü vermişti. Fakat göreve geldikten sonra silahsızlık anlaşmalarını iptal etmeyi sürdürdü ve ABD ordusunun nükleer envanterini modernize etmek için milyarlarca dolar ek kaynak ayırdı. Biden geçtiğimiz sene dünyanın “nükleer felaket riskiyle” karşı karşıya olduğunu kabul etti fakat ABD’nin nükleer tehditler karşısında boyun eğmeyeceğinin altını çizdi.

Günümüzde nükleer silahlara başvurulması, Hiroşima ve Nagazaki’yi gölgede bırakacak bir yıkım yaşanması anlamına gelecek. Pentagon’da ya da ABD düşünce kuruluşlarında “kısmi nükleer savaş” olasılıkları üzerine korkunç hesaplar yapanlar, ABD ve Rusya’nın nükleer envanterindeki binlerce nükleer silahın birçoğunun Japonya’ya atılanlardan çok daha güçlü olduğunu hesaba katmalılar. 

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: World Socialist Web Site