Google Play Store
App Store

Ülkedeki çeteleşme, mafyalaşma sürecinin uluslararası hale geldiğini söyleyen Bahadır Özgür, borsaya da dikkat çekiyor. Özgür, “Halka arz fırtınasının, kara para için de olağanüstü uygun bir ortam yarattığını tahmin etmek zor değil” diyor.

Gazeteci Bahadır Özgür: Ülke bir suç enternasyonali!

Esat Aydın  

Her türlü organize/örgütlü suçun beşiğine dönen bir Türkiye söz konusu. Bu bir çürüme, hukuksuzluk vs göstergesi olsa da aynı zamanda bir çeşit sermaye birikim yolu da. Bu süreç siyasi yozlaşmayı, toplumsal kırılmayı, büyüyen şiddet ağını, buna bağlı olarak da yeni bir “kültürel” garabeti de var ediyor.

Tam merkezde ise iktidar ve paydaşları, bu oligarkların hem ortağı hem bekçisi olarak yer alıyor. Çok çeşitli suçlar ve çeşitli sermaye gruplarıyla ve iktidar sahiplerinin türlü aile efradı, yakın uzak akrabaları, arkadaşları… diye uzayan en tepeden en alt kadrolara kadar bir listeyle türeyen bu hali “bir suç enternasyonali” olarak da adlandıran Gazeteci Bahadır Özgür bu haftaki konuğumuz...

Türkiye birçok organize suçun merkezi olmuş durumda. Bunun sebebinin hukuki boşluk veya kolluk zafiyeti olmadığından, mafyanın bizzat Türkiye'nin finansal sistemine etkisinden söz ediliyor; durum tam olarak nasıl sizce, bu durumun uluslararası boyutu nedir?  
Organize suç farklı bir evrede. Eskiden yoğun olarak bölgesel hatlarda işleyen illegal ticaret, artık dört dörtlük küresel bir pazar. Haliyle küresel ticaret; küresel aktörleri, küresel ilişkileri, konsorsiyumları, işbirliklerini ve kaçınılmaz olarak küresel çatışmaları beraberinde getiriyor. 2000 sonrası konteyner taşımacılığının yaygınlaşmasıyla beraber denizaşırı lojistiğin muazzam gelişimi, serbest ticaret limanları, elektronik ödeme sistemleri, off shore bankacılığı vs… Tüm bunlara bir de Doğu Bloku ve SSCB’nin dağılmasını da eklemek gerekir. Çünkü küreselleşmenin belirleyici dinamiğiydi. Siyasi rejimlere oligarşik yapıların hâkim olduğu kocaman bir coğrafya bu. Kısaca legal ekonomiyi büyüten ne varsa, illegal ekonomiyi de aynı hızda büyütüp kolaylaştırıyor. Tonlarca “malı” hızla bir yerden bir yere taşımayı kolaylaştıran, pek çok farklı ticaret rotasına sahip, devasa bir “tedarik zincirinden” bahsediyoruz.

İşte bugün Türkiye’deki organize suça da bu büyük sahnede oynadığı rolden bakmamız lazım. Son 10 yıl da tanık olduğumuz olaylara şöyle kabaca dahi bir baktığımızda; Latin Amerika’dan Avustralya’ya, Orta Asya, Rusya ve Kafkaslar’dan İsveç’e kadar neredeyse hemen her ülkenin organize suç mensubunun ikamet ettiği, sokak hesaplaşmalarına giriştiği, faaliyetlerini rahatlıkla yürüttüğü bir “suç kavşağı”na dönmüş görünüyor Türkiye.

Bu nasıl oldu?  
Küresel ticaretten pay almak için nasıl ki ulusal pazarda, buna uygun birtakım düzenlemeler yapıyorsanız, illegal ticaretten payınızın artmasını sağlayan şeyler de benzer aslında. Türkiye tam bunu yaptı. Suça uygun ortam yarattı. Bir kere kendi içinde zaten kuralsız, denetlenmeyen, kendini yasalardan azade kılmış bir siyasi ve iktisadi rejim inşa etti. Kamu ihaleleri, imar rantları, yolsuzluklar... Bunları iyi biliyoruz. Üzerine inşaat ekonomisini canlı tutma adına vatandaşlık satışını, servetlerin kaynağını sorgulamayı engelleyen “varlık barışı” adı altındaki düzenlemeleri, arazi satışlarını vs ekleyin. İçeride suç ekonomisinin ihtiyaç duyduğu kusursuz bir iklim yaratıldı. Dolayısıyla da küresel suç ağının içinde merkezî bir konuma geldi Türkiye. Hem kaynağı çekti hem de o kaynağın sahiplerini… Bunun hukuki boşlukla, polisiye zaafla açıklanacak bir tarafı yok. Bu düpedüz siyasi rejimin ekonomi politik dinamiklerinden birisidir.

Uyuşturucu ticaretinin diğer organize suçlara göre Türkiye'deki etkisi ve yaygınlığına dair ne söylenebilir? Bu ağının nasıl oluştuğunu, hangi aktörlerin bu ağda rol oynadığını ve varsa iktidarla olan bağlantılarını nasıl açıklarsınız?  
Uyuşturucunun ne ölçüde yaygın olduğu konusunda tahmine bile gerek yok. Emniyet’in, Europol’ün her yıl yayınladığı resmî raporlara bakıldığında Türkiye geleneksel Afganistan-Türkiye-Avrupa eroin rotasına ek olarak artık Latin Amerika-Türkiye-Balkan kokain rotasına Avrupa-Türkiye-Ortadoğu uyuşturucu haplar rotasına da sahip. Önceden hep bir “geçiş ülke” olduğu söylenirdi. O zaman da doğru olmayan bu yaklaşım bugün büsbütün yanlış. Türkiye aynı zamanda bir pazar. Ve hızla da büyüyor. Polis raporları uyuşturucu yaşının 12’lere kadar indiğini gösteriyor. Hemen her kentte hap ticareti açıktan yapılıyor. Çıplak gözle dahi görülen bir gerçek bu.

“Bunun aktörleri kimler?” sorusunun yanıtı ise kolay değil. Bir kere uluslararası aktörler var. İkincisi, Türkiye’nin kendi “yerel” aktörleri var. Bir de bunun taşınması, dağıtımı, güvenliğinden vs. sorumlu olanlar var. En son da sokaklar tabii ki. Aşağı doğru yayılan bir piramit yani. Bir kısmı polisiye operasyonlarla ortaya çıkıyor elbette. Lakin Türkiye’de uyuşturucu ile mücadele ediliyor mu, bunu sorgulamak lazım. Ne paranın ne tonlarca kokainin izi sürülmüyor. Sadece sokak torbacısı operasyonlarını görüyoruz, o kadar. Dolayısıyla siyasi iktidarla bağı ancak, bu izler sürülerek ortaya çıkarılabilir.

Mafya örgütleri/liderleri ile Türkiye'deki yargı sistemine veya üyelerine yönelik ilişkiye dair neler söylersiniz?  
Bunu şöyle yanıtlayalım: 1960 ve 70’lerin meşhur kaçakçısı Abuzer Uğurlu’nun MİT, generaller, bakanlarla ilişkilerinden başlayın, Özal’ın yine illegal ticaretin aktörlerine sağladığı kolaylıklara, Çillerli yılların Susurluk’una… Siyasetçilerle mafya, çete liderlerinin ilişkisi hep oldu, hep de aleniydi. Bugün de öyle. Süleyman Soylu’nun albümü bile yeter. Bir kara para, mafya, uyuşturucu, silah kaçakçılığı davası olması gereken Paramount Otel’de kalan emniyetçiler, bürokratlar, yargı mensupları yakın zamanda ortaya çıktı. Yani iktidar ilişki halindeyken yargının, bürokratların olmaması mümkün mü?

Borsayla ilgili olarak, Türkiye’de öne çıkan mafya grubu var mı ve ne tür faaliyetler yürütüyorlar; kullanılan yöntemler ve araçlar neler? 
Borsada şu an bir mafya grubu etkin mi bilemiyorum. Ama şunu hatırlıyoruz; Susurluk’un en önemli ayaklarından birisi borsaydı. Tefeci Nesim Malki’nin öldürülmesinden sonra işlenen borsacı Yener Kaya cinayeti, Susurluk’un hiç ortaya çıkarılmamış borsa ayağına dair bir ilişkiydi. Bu denli çok suç gelirinin sisteme sokulması, aklanması için en uygun araçlardan birisi borsadır. Şu an için elimizde bir delil, bilgi yok; ancak halka arz fırtınasının, kara para için de olağanüstü uygun bir ortam yarattığını tahmin etmek zor değil.

Organize suç örgütleriyle mücadelede bir eksiklik var mı, ilişkili olduğu iddia edilen siyasetçiler, bürokratlar, yargıçlar ve medya mensupları hakkında ne tür yasal işlemler yapıldı veya yapılmadı?  
En baştaki eksiklik, organize suçun devletle, siyasetle, bürokrasiyle ilişkisinin sorgulanmaması, üzerine gidilmemesi. Sadece İranlı uyuşturucu baronu Zindaşti dosyası bile bu işin siyasetle, yargıyla ne derece iç içe olduğunu kanıtlıyor. Bunlara yönelik işlem yapılıyor mu? Öylesine istisna ki. Eskiden beri de istisnadır. Sezgin Baran Korkmaz örneği ise medya açısından çok çarpıcıdır. Kendi ağzından medya mensuplarına para verdiği, rüşvet için gazetecilerin devreye girdiğini, sık sık medya kuruluşlarını ziyaret ettiğini itiraf ettiği, bazı isimler de ortaya çıktığı halde ne medyada ne yargıda bu konunun üzerine giden olmadı.

Mafya liderleri ile siyasetçiler arasındaki ilişkilerin ortaya çıkması, hukuk devleti ilkesinin ne derece zedelendiğini gösteriyor. Bu ilişkilerin toplumda yarattığı güven kaybı ve korku ikliminin nasıl aşılabileceğini düşünüyorsunuz? Mafya-iktidar-yargı ve sermaye ağının ortaya çıkardığı sorunları nasıl ortadan kaldıracağız?  
Bir güç tekeli olarak devletle organize suçu ayıran şey hukuktur. Yani ceza yasasına tabi olmaktır. Suçun prensibi ise yasadan kaçmaktır. Eğer bir ülkede iktidar mensupları, devlet bürokratları, belli zümreler ceza yasasına tabi olmazsa, orada suç nedir, suçlu kimdir karışır. Türkiye’de muhalif kesimler, iktidarın siyasi ve iktisadi çıkar ilişkisine dahil olanların özel bir hukuki statüye de sahip olduğunu aleni şekilde görüyoruz. Örneğin; açık açık Kamu İhale Kanunu çiğneniyor, Sayıştay dahi bunu tespit ediyor; fakat iş aynen devam ediyor. Kokain davasından yargılanan kişi, kripto para vurguncusu, cinayet zanlısı bakanlarla poz veriyor, sosyal medyasından bunu bir “dokunulmazlık nişanı” olarak yayınlıyor.

Böyle bir ortamda toplum nasıl adalet normlarına güvensin? Normun kendisi suçun prensipleri olunca, şiddet de sokaklara yayılıyor. Mesele toplumun çürümesi değil ama. Toplumun çürütülmesi; bilerek, isteyerek… Siyasi rejimin meşruiyetini sağlıyor. Dolayısıyla en başta siyasal iktidarın değişmesi şart. Halkın milis gücü yok ki çetelerle mücadele etsin. Fakat siyasal gücü var ve siyaseti değiştirerek bu gücü organize ederek, örgütleyerek suç dünyasıyla başa çıkılabilir.

Ülkede sermaye gruplarının iktidar bileşenleriyle olan yakın ilişkileri, ekonomi, hukuk, demokrasi, toplumsal güvenlik gibi çeşitli meselelerde bir gerileme kaynağı. Sermaye gruplarının medya üzerindeki etkisi, kamuoyunun bilgilendirilmesini meselesini nasıl aşmalı, dönüşüm nasıl sağlanacak? 
Rejimin ana kolonlarından birisi, iktidar yanlısı sermaye gruplarına medya ağı kurdurularak dikildi. Oradan her gün imal edilmiş bir “yeni gerçeklik” yayılıyor. Fakat burada kalmıyor. Bu bilgi aynı anda tarikat, cemaat ağıyla aşağıya doğru nüfuz ediyor, oralarda yeniden üretiliyor. Devletin yasal aygıtları da buna karşı üretilen her türlü alternatif bilgiyi, gerçekliği engellemeye, baskı altına almaya çalışıyor. Toplumun geniş bir kesiminin etrafına medya-devlet gücüyle hava dahi geçirmez bir zırh örülüyor. Nasıl başa çıkılır bununla?

Elbette gerçeği aktarmayı, onu yorumlamayı kendine görev edinmiş, bunun için çabalayan alternatif bir medya da var. Lakin sadece iktidarın yalanını deşifre etmekle sınırlı kaldığı müddetçe etkisi sınırlı kalıyor. Sorun, doğru bilgiyi, ülkede olan bitenlerin bütünlüklü bir yorumunu, bunun insanların yaşamıyla ilişkisini aktarmanın yanında, yaymanın da bir yolunu bulmak gerekir. Burada devreye yine siyaset ve onun topluma nüfuz etmesini sağlayacak toplumsal örgütlenmesi girmesi gerekiyor.

Teknolojinin geldiği bu aşamaya rağmen bizim ihtiyacımız olan şey, çağın gerisinde kaldığına inanılan, en ilkel düzeyde iletişim ve örgütlenme. Yani yüz yüze, mahalle mahalle, işyeri işyeri, okul okul… Başkaca çare de görünmüyor işin doğrusu.