BirGün Pazar’a konuşan Barış Pehlivan, “Bir tarikatın kendi eğitim sistemini yaratıp kendi ‘medreselerinde’ çocukları teslim almasının önü açılıyor. Normalde bunlara etkin bir karşı duruş sergilenmesi gerekirken, sanki ‘cambaza bak’ oynanıyor” dedi.

Gazeteci Barış Pehlivan: En acısı, muhalefet de AKP’ye benzedi

Esat Aydın

Futbol asla sadece futbol değildir: Riyad’daki maçın akıbetine bakan bazılarımız, Simon Kuper’in aynı adlı kitabını hatırladı, hatırlattı. Hakikaten bu cümle anlamını buldu 29 Aralık gecesi o statta. Memleket ahalisinin ekseriyeti 100 yıl önce kaldırılmış halifeliğe arkasını, yüzünü laik cumhuriyetin aydınlığına dönmüştü. 100 yıl sonra bu kez yine aynı kararı İslamcı, şeriatla yönetilen bir monarşide laik cumhuriyetin değerlerini petro-dolarlara tahvil edenlere karşı verip, “Avrupalılaşma” alanı, baskı noktası ve ülkenin olası geleceğine ilişkin fikir veren bir momente dönüştü. 

Burada işaret edilecek çok mesele var elbette: Neden bir şeri düzene tabi monarşi ülkesinde 100. yıl maçı oynandığı; kulüpler, TFF, iktidar üçlüsünün ne yapmaya çalıştığı; anti-cumhuriyetçi monark Suud rejiminin, anti-monarşist cumhuriyetçi bir lideri kendi ideolojisine rağmen sahasında göreceğini düşünme “saflığı”?!

Kirli petro-dolarların yarattığı açığı Atatürk görselleri ve sözleri kapar mı? Bu da başka bir açı tabii ki…

Nihayetinde bu, toplum nezdinde anlık bir “görüntü” olarak mı kalır, yoksa ülkenin içine düştüğü siyasal İslam dehlizlerinden çıkış isteğinin bir yansıması mı olur göreceğiz. Çünkü hafızasızlaşma yaşayan bir toplum olarak, unutma halimiz çığ gibi; altında kalmadan nasıl çıkacağız…

1 Ocak sabahı Galata Köprüsü’nde toplananların bir kısmı iktidarın Filistin meselesindeki riyasını tevhid bayrağıyla örtmeye gelmişken, neredeyse tümü 29 Aralık gecesi Riyad’daki statta tartışmaya konu olan kişi ve değerlerin zaten çok uzağında konumlanıyordu. Ki 29 Aralık gecesi yayılan haberler içinde “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünün, Filistin’i işaret ettiği iddiasıyla Suud rejiminin rahatsızlığı da çoktan internet ortamına düşmüştü… 
Her bir parça siyasal İslamcıların ikiyüzlülüğünde vücut buluyor. Barış Pehlivan’la bu hafta bu somutlaşmayı konuştuk.

Gazeteci Furkan Karabay’ın, Çağlayan Adliyesi’nde savcıların isminin karıştığı rüşvet iddialarına ilişkin açık duruşma tutanağını haber yaptığı gerekçesiyle tutuklanması için ne söylersiniz? Basının tarafsızlık ve objektiflik ilkesine bağlı olduğu düşüncesiyle, Furkan ve sizin gibi gazetecilerin toplum nezdinde taşıdığı sorumluluk konusundaki görüşlerinizi alabilir miyim? 
Sorunuzda da belirttiğiniz gibi, Furkan sadece ve sadece gazetecilik yaptığı için tutuklandı. Eğer Furkan’ın yaptığı suçsa, tüm Türkiye’de sayısı 18’e çıkarılan o koca adliye saraylarındaki tüm basın odaları kapatılmalı! Biliyoruz ki, asıl mesele yargıda artık gizlenemeyen çürümüşlüğün ve kavgaların konuşulmasını engellemek. Lakin üstünü örtmeye çalıştıkça daha çok görünür oluyor. 

Halk gazetecilerin nasıl büyük bir cendere altına alındığının çok küçük bir kısmını biliyor. Duyurmadığımız onlarca soruşturma, tehdit ya da baskı ile yüz yüzeyiz oysaki… Ama bugünün Türkiye’sinde ben başka türlü bir gazeteciliği içime sindiremiyorum, bilmiyorum da! Ama şunun da tartışılması gerekiyor; memlekette bütün ağır dertler 10 gazetecinin sırtına yüklenmiş durumda ve çok adaletsiz, sağlıksız… 

100. yılda Süper Kupa finalinin Suudi Arabistan’a alınması, Atatürk ve cumhuriyet değerlerinin söz konusu olduğu Riyad’daki maç hakkında düşünceleriniz nelerdir? 
Bakın, 21 yılda her türlü düşmanlığı yaptılar Cumhuriyet’e. Yıpratmakta başarılı da oldular, yalan yok. Ancak bu süreç insanların Atatürk’ün değerini daha da çok anlamasına da vesile oldu. Kesildikçe daha asi yeşeren dallar gibi büyüttüler Atatürk sevgisini. 

Süper Kupa ve Atatürk krizi gölgesindeki Suudi Arabistan’ın Türkiye’yle doğrudan yatırım teşvikine ilişkin işbirliğine ne diyorsunuz? 
Şunun tespitini yapmak lazım: AKP iktidarı her şeyi paraya tahvil etme politikası Atatürk ve Cumhuriyet’e de sıçradı. Halk sahip çıkarken, muhalefetin anlaşılması zor kaygılarla Atatürk ve Cumhuriyet kompleksine girmesi AKP’ye yeni bir alan açtı. Ne yaptılar? Gittiler, Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i de deyim yerindeyse “satın aldılar!” Sözde en Atatürkçü en Cumhuriyetçi AKP oldu. Böylesi bir süreçte, ülke de seçime girerken “Atatürk karşıtı gibi görünmek” iktidarın yararına değil. Bundandır ki, illüzyonun bozulmasına elbette “operasyon” diyeceklerdi. Dediler… 

Maçla ortaya çıkan durum 1 Ocak günü yapılan mitinge de yansıdı sanki; yeni dönemin aşırı sağ akımının etkilediği bir gencin mitingden dönen hilafet bayraklı bir şeriatçıya tepkisinin kullanıldığı bir hilafet tartışması da çalıştırıldı. Gencin tutuklanmasının iktidarın yeni milliyetçi dalgayı sınırlama eğilimi olarak görebilir miyiz? 
Bakın... Bundan tam bir asır önce kabul edilen devrim kanunlarından Tevhid-i Tedrisat sayesinde eğitim tek çatı altında toplandı. Tekke ve zaviyelerin yasaklanmasının altyapısı da bu kanundu. Gelin görün ki, şu an birçok yasa ve uygulamayla Tevhid-i Tedrisat iğdiş ediliyor. Hatta dinsel yapılanmaların birçok kanunla daha da yasallaştığı fark edilmiyor. Bir tarikatın kendi eğitim sistemini yaratıp kendi “medreselerinde” çocukları teslim almasının önü açılıyor. Normalde bunlara etkin bir karşı duruş sergilenmesi gerekirken, sanki “cambaza bak” oynanıyor. Ve evet, aksine bu farkındalığa sahip kitleler üzerinde korku salınması da bir gencin hukuksuz şekilde tutuklanması üzerinden oluyor. 

Türkiye’de kutuplaşma ve bölünmüşlük konusu giderek artan bir endişe kaynağı. Bu konudaki gözlemleriniz nelerdir? Türkiye neye/nereye sürükleniyor ve gelecekte nasıl bir gerilim hattından geçecek? 
Sorunuzu şöyle yanıtlayayım… En acı olan ne biliyor musunuz? Herkesin içine, yani iktidar karşıtlarının dahi ruhuna, yüzleşmek istemediğimiz bir AKP virüsü yerleşti. Tepkilerimiz, bakış açılarımız, hatta muhalefet etmemiz bile karşıya konumlandırılana benzedi. AKP gider, Cumhurbaşkanı da değişir bir gün ama bu anlattığım çok daha büyük bir sorun. Sosyologlara ve psikologlara çok iş düşüyor diye düşünüyorum. 

Adliyelerde Kuran kursu açılması, Bakan Tekin’in meclis kürsüsünden tarikat ve cemaatlerle imzalanan protokolleri savunması vs ile kamusal hayatın tedrici dinselleştirilmesi. Bunlara bakarak Tarikat ve cemaatlerin gelecekteki konumlandırılışını siz nerede görüyorsunuz? Rejim yükselttiği ve finanse ettiği tarikat ve cemaatlerin lokomotifi olduğu İslamizasyon nereye varacak?
Çok derin bir soru ama şu basit özeti geçebilirim: İktidar Fethullahçılarla sözde mücadele edip, onlara panzehir olarak başka tarikatları yeşertiyor. Bundan 15 sene sonra Ankara’da bir tankın içinde Menzilci çıkmayacağının garantisini kimse bize veremez. Eğer önlem alınmazsa, yarın Emniyet’ten Genelkurmay’a kadar en kritik koltuklarda şeyhinin emrinde olan müritler olacak. Bakmayın siz onların “FETÖ karşıtı” gibi göründüğüne, Fethullahçılara hem öykünüyorlar hem de gıpta ediyorlar. 

Tüm bu dinamiklerle 2024 Mart seçimlerine gidiyoruz. Seçim sonrası siyasi ve toplumsal dengeleri, olası değişimleri nasıl görüyorsunuz?
Açık söyleyeyim: Seçim sonrası yeni ittifaklar, transferler ve ayrılıklar sıkça gündeme gelecek. Dahası, iktidarın seçim sonuçlarına göre MHP ile ilişkisini bitirebileceğini ve hatta MHP’nin yerine başka bir partiyi, örneğin İYİ Parti’yi koymak isteyeceğini öngörüyorum. 

Son olarak Barış Terkoğlu ile SS’i yazdınız bir halef selef ilişkisi içinde Ali Yerlikaya - Soylu değişikliğini AKP ve Türkiye için nasıl değerlendiriyorsunuz?
Süleyman Soylu, Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrası çizdiği “şahin” politika için seçilmiş bir isimdi. Baktığınızda o dönem kabinedeki birçok ismin ortak özelliği iktidarın politikalarını saldırgan bir şekilde savunmalarıydı. Soylu kendisine dikilen bu gömleğin dışına çıktı ve kendi elbisesini yarattı. Bu da Erdoğan’ın onun üstünü çizmesi için yeterliydi. MHP baskısıyla karşılaşsa da bu değişikliğe imza attı. 

Ali Yerlikaya’nın gelmesiyle o kirli dönem temize çekiliyor. Çok ileri gidileceğini düşünmüyorum ama düştüğümüz çıtanın farkında mısınız: İçişleri Bakanı suçla mücadele ediyor diye alkışlıyoruz!