CHP açısından berbat yönetilen bir yerel seçim süreci var. Hemen hemen her seçim bölgesinde bir enkaz var. İçine kapanmış olan parti yönetimi ana muhalefeti bırakın muhalefet yapamıyor. Atama ile belirlenen belediye başkanlıklarıyla yetinen bir parti görüntüsünde CHP.

Gazeteci Sedat Bozkurt: Muhalefet seçmendeki öfkenin farkında değil

Esat Aydın

Yaşadıklarımız 20 yıldan fazladır ülkeye hâkim olan iktidar ideolojisinin geribildirimleri… Yani her türlü hukuksuzluk, yoksulluk, yoksunluk, işsizlik… hali, bugün olmadı; çok daha uzun süren bir kamusal aşınmanın sonucu…

İliç’te olduğu gibi memleketin başına gelen türlü felaket bahislerini savuşturmak konusunda mahir iktidarın hırslarına, ihtiyaç ve isteklerine uyacak bir organizasyonu sabırla yaptığını söyleyebiliriz.

Gelinen noktada ekonomik adaletsizlikten, ekolojik tahribata kadar geçmişte ve şu anda olan her şeyi; “totaliter rejimlerde memurlar liderlerinin sadece emirlerini değil, niyetlerini de uygularlar” ifadesini somutlayan, rejimin sahiplerinin buyruklarını genişleten “memurlarına” ilaveten, öngörülemeyen ve tahmin edilemeyen bir şekilde siyasal ve toplumsal rasyonalizasyonun uzağındaki muhalefetin de varlığıyla, iktidarın siyasal hayal gücünün bile ötesinde bir noktaya gelindi. Yani neoliberalizmin otoriter rejimi altındaki halihazırdaki felçli halimiz, geleceğimiz, iktidar ve muhalefetin terkibinde icat edildi. İktidarın 20 yıllık politikası sonucu ülkenin başına gelen felaket ve bozulmanın onlarca örneği var ve bu örnekler geleceğimiz için ciddi ipuçları veriyor. Daha da kötüsünden korunmak ve artık bir döngüye girmemek için bir seçim daha var önümüzde… 31 Mart… Mevcut durumda, ülkenin içinden geçtiği sürecin zorlukları ve karanlık yönleri oldukça açık ve yüzleşilmesi gereken gerçeklik bu kadar ağırlaşmışken, 31 Mart’ı bir dönüşüm kapısı, yeni bir başlangıcı zorunlu hale getiren bir milat olarak da görmek mümkün. Çünkü sol, hâlâ bu mücadelede bir kılavuz işlevi görüyor. İktidarın yarattığı çoraklıkta –hüsn-ü tabirle söylersek– filizlenenecek sol siyasetin getireceği taze ve umutçu perspektif; 31 Mart’ta, ülkenin sadece politik bir yön değişikliği yapmasının değil, solun karakterini ortaya koyacağı bir umut vakti de olabilir. Bu hafta, 31 Mart’a giderken önümüzde duran tabloyu Gazeteci Sedat Bozkurt ile konuştuk…

Son günlerde şeriat gündemimiz var; yakın zamanda Erdoğan; “Farklı maskeler altında şeriat düşmanlığı var. İslam’ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık esasında dinin bizatihi kendisine husumettir” dedi, adliyede bir güruh tekbir getirerek “Yaşasın şeriat” sloganı attı, geçtiğimiz günlerde Avukat Feyza Altun’un gözaltına alınmasını yaşadık. Bu gündemin arka planında yatan temel dinamikler nedir ve bunların şeriat tartışmalarına nasıl bir zemin hazırladığını düşünüyorsunuz? 
Sağ siyasetin konforlu alanıdır Cami avlusuna taşınan politik faaliyet ve söylem. AKP’nin siyasetinin merkezi İslamcı söylemlerden oluşuyor. Diğer sağ partilerin cami avlusuna taşıyarak konforlu alan yarattığı siyaseti AKP Cami içine kadar taşımış ve orada da muhafaza etmeyi başarmıştır. Buradan ürettiği seçmeni/tabanı kaybetmemek için o alanı sürekli beslemek zorundadır. Bu alanı ilgilendiren bir konuyla ilgili müdahaleyi yaparken de güçlü göstermek zorunda kendisini. İslamcı söylem güçlü bir kaynak tarafından dile getirildiği zaman din olarak elinde bulundurduğu güçten farklı olarak mutlaklaşıyor. Şarkıcı Gülşen’de de bunu gördük Feza Altun’da da. Bu hamleler hedeflenen mutlak iktidar için gerekli zemini oluşturmak. Yavaş yavaş gücünü tahkim ederek Erdoğan kafasındaki rejimi inşa ediyor. Burada araçsallaştırılmış bir kavram aslında Şeriat. Dinsel bir kavram ve Erdoğan tarafından üretilen seçmenin hoşlanacağı bir kavram. Erdoğan’ın derdi bu değil, amacına ulaşmak için kolaylaştırıcı, kestirme yol bunun dillendirilmesi. Kafasındaki yönetim biçimini oluşturmanın ve işletmenin en kolay yolu onu Şeriat ile ifade etmektir. Erdoğan her koşul altında mutlak iktidar olmak istiyor. Burada dinsel söylemle kolayca etkilenen seçmen kitlesi için en uygun araç Şeriat kavramı. Erdoğan’a 20 yıl koşullu iktidar garantisi verilsin ilk 5 yılın sonunda AB üyesi bir Türkiye karşınızda durur. 

Bu tartışmaların Türkiye’nin siyasal düzeni üzerinde etkileri olabileceği konusunda öngörüleriniz var mı? Özellikle bu olayı hukuk devleti ilkesi ve yargı bağımsızlığı açısından nasıl değerlendirirsiniz? 
Anayasa belirtilen devletin niteliklerinin hiçbirinin ortada olmadığına tanıklık yapıyoruz. Niteliklerini kaybetmiş bir cumhuriyet devleti burası. Anayasası yok memleketin. Anayasadaki niteliklerinin bulunmaması çok normal. Yazılı metinler ve buna uyma yükümlülüğü devletleri hukuk devleti yapar. Yazılı metinler hep “fayda” ile bizzat iktidar tarafından gündeme getiriliyor. Fayda yoksa anayasa dahil yazılı metinlerin hiçbiri yok. Yargı açısından durum çok daha vahim. Bağımsızlık üzerinden yapılan tartışmalar da anlamsızdır. Erdoğan’a göre de Adalet Bakanına göre de “Türkiye’de yargı hiç olmadığı kadar bağımsız.” Bağımsızlık, özgürlük kavramlarının anlamları konusunda evrensel tanımlarla aradaki fark uçurum kadar. Ama mesele memlekette kurumsal ve işleyiş açısından herhangi bir nitelik içinde bile tarif edebileceğiniz yargı yok. Onun yerine bürokratik bir hiyerarşi içinde işleyen denetimsiz bazen talimatla bazen de durumdan vazife çıkarak işleyen bir mekanik var. 

Türkiye’de şeriat tartışmalarının yeniden yükselmesi, laiklik ilkesinin toplum ve siyasetteki konumunu nasıl etkiler? Bu durumun, seçimlerde siyasi söylemlere ve toplumsal katmanlara yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu alanı da AKP çok iyi işledi. Aslında 1980 darbesi sonrasında uygulamaya konulan plan AKP eliyle sonuçlandırıldı. Laiklik yok artık. Toplumdaki bu hassasiyet 12 Eylül darbecileri ile ardından 28 Şubatçılarla hor kullanılarak hem tüketildi hem de aşındırıldı. Toplumun bir kesiminde haklı olarak devam eden laiklik hassasiyeti de bizzat toptan siyasetin tüm kurumlarıyla bu konuda aynı hizaya gelmesiyle “marjinal” tutum muamelesi de görmeye başladı. Seçmeni etkileme oranı bu taraf için çok az. Eğer burada ciddi bir laiklik direnci oluşursa bunun AKP tarafını daha çok tahkim ve konsolide edeceği kesin. 

İsterseniz burada seçimleri konuşalım. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde, aday seçimi ve profili konusu partilerin geçmiş seçimlerden ne şekilde ayrışıyor; örneğin CHP’nin “değişim”, İyi Parti’nin “müstakil siyaset” fikri, YRP ve DEM’in “kilit parti” konumlanması seçim sonuçlarına nasıl yansıyabilir? 
Seçmendeki öfkenin halen muhalefet partileri farkında değil. İyi Parti, politik tercihleri itibariyle söylüyorum önüne koyduğu hedef Erdoğan’ı geriletmekse bunda başarılı olamadı. Erdoğan’a son 2 seçimi kazandırmaksa bunda başarılı oldu. Söylemleri ile politik tercihlerinin sonuçları çelişiyor İyi Parti’nin. O nedenle yerinin muhalefet olması sadece kafa karıştırıyor. Meral Akşener partisi orası artık. Onun ömrünün süresini de seçim sonuçları belirleyecek. Varlık-yokluk derdinde olduğu için oy oranı muhafaza etmenin derdinde. Bu nedenle karşısına CHP’yi koyuyor, seçmeninin oraya kaçmasını önlemek için. CHP’ye birkaç yerde kaybettirirse “bakın biz olmadan kazanamadılar” demek bile Akşener için sanırım kazanç olacak.

DEM Parti’ye Selahattin Demirtaş bir müdahale ile rota çizdi. Tabanın, seçmenin talebini yerine getirdi yani. Bu hamle Demirtaş’ın da gücünü parti üzerinde hem hatırlattı hem da tahkim etti. DEM şimdi istikrarlı düşen oylarını tekrar toparlama peşinde. Bunun için Türkiye partisi olma iddiasını da eskisi kadar ısrarla dile getirmiyor.

YRP, konjonktürel olarak önüne gelen fırsatı değerlendiriyor. Bu yerel seçimlerde oyunu en üst seviyeye çıkararak muhafazakâr seçmen için ilk adres olmanın hesabında. Çünkü artık AKP’ye ömür biçilmeye başlandı ve oradan biraz zor da olsa ayrılan seçmenin gideceği adres çok yok. 

Adayların parti gündemini belirlediği bir seçim arifesindeyiz. Örneğin Ankara, İstanbul ve Hatay’ın çok konuşulan adaylarının, siyasette/seçimde belirleyici roller üstleneceğini öngörüyor musunuz?
CHP açısından berbat yönetilen bir yerel seçim süreci var. Hemen hemen her seçim bölgesinde bir enkaz var. İçine kapanmış olan parti yönetimi ana muhalefeti bırakın muhalefet yapamıyor. Atama ile belirlenen belediye başkanlıklarıyla yetinen bir parti görüntüsünde CHP. Seçimlerde elde ettiği yüzde 25 oranından da hayli uzakta. Hatay süreci CHP tarafından yönetilemediğinin en somut tekil örneği. 15 gün ülke meselelerinden bile koparak bir belediye başkan adayına odaklanmak gerçekten çok ilginç. Ama bu oldu. CHP aday belirlerken verdiği ön seçim sözünü tutmadığı anket sonuçlarını ve teşkilat taleplerini dikkate almadığı için yarattığı mağduriyetler nedeniyle bazı ilçeleri de kaybedebilir. Oyunun garanti yerde de düşmesi kaçınılmaz. Verilen aday belirleme yöntemlerine sadık kalınmaması istifa ederek başka partiden aday olanların eleştirilmesini zorlaştırmıştır. 

1 Nisan sonrası partilerin yeni kongre süreçleri yaşayacağını öngörüyor musunuz? Örneğin CHP, İyi Parti için 1 Nisan sonrası nasıl şekillenecektir?
14-28 Mayıs sonrasında muhalefet bloğu toptan çöktü. Halen kendisine gelmiş değil. 31 Mart yerel seçimleri sonrasında AKP’nin oy oranına bakmak lazım. Yerel seçimlerde oyu genel seçimlere göre hep daha az olan AKP’nin son seçimdeki oyu psikolojik eşik yüzde 35 idi. 30’a düşerse orada da bir tartışma yaşanmasından kaçınılmaz.

1 Nisan’dan sonra olağanüstü CHP için kurultay girişimi kaçınılmaz. Toplanıp toplanamayacağı, olağanüstü kurultayın bir sonuç doğurup doğurmayacağı başka bir tartışma.

1 Nisan’da İyi Parti’nin de olağanüstü kurultayını konuşmaya başlarız. Bundan kaçış yok. İyi Parti’nin ağır topları bakın meydanlarda değiller, bekliyorlar