BirGün Pazar’a konuşan Barış Terkoğlu, “Türkiye’de son dönemde muhalefet kavramı, CHP’nin seçim stratejisine, ittifaklarına, içindeki gerilimlere indirgendi. Elbette buna bir miktar iktidarın sopası da mecbur bıraktı. Ama ‘CHP bunu kendi kendisini yaptı” diyor.

Gazeteci ve yazar Barış Terkoğlu: Barış’ın hapse girmesi, ülkenin muhalefetsizleştirilmesinin bir sonucu

Söyleşi: Esat Aydın

Bütün bir toplumsal yaşamı temelinden sarsan bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Ülkede; iktidar, siyasal İslam ve sermaye üçlüsü geniş kapsamlı bir çöküşün temelini atıyor. Bu geçiş nereye doğru olacak, çöküşün çapı ne kadar olacak bir belirsizlik mevcut; ancak tahrip olan cumhuriyet kurumları/değerleri; laiklik, hukuk, eğitim, basın gibi artık “kör göze parmak” şeklinde bir yok oluş-tahakküm kıskacında yer alıyoruz. 

21 yılda gazeteciliğin geldiği nokta ve muhalif gazetecilerin içinde bulunduğu girdap da ortada..

Birçok şey gibi basın ve ifade özgürlüğü bağlamı da AKP öncesinde çok iyiydi gibi bir durumun ileri sürülemeyeceğini ‘90’lardan biliyoruz. Ama basının içinde bulunduğu ağır süreç, neredeyse ülkedeki her şey için de geçerli. Muhalefet ve halkın gündemi de ayrı seyir izliyor.

Laiklik, yoksulluk, işsizlik, barınma, servet transferi, gelir adaletsizliği, haklar ve özgürlükler… “değişim” söyleminde hala paralel işlemiyor. 

Tüm bunlar için basın toplantıları, sosyal medya muhalefeti yetiyor, tutuklanan gazeteciler cezaevinde ziyaret edilerek muhalefet görevi ifa ediliyor.

Büyük zorluklar, fedakârlıklar, kayıplar, düşüşlerle, yokuş aşağı ilerlenmenin yanında aynı yerde filizlenip, beklenen yükselişleri de içeren tüm bu hali bu hafta Barış Terkoğlu ile konuştuk.

Seçimler sonrasında özellikle ana muhalefet uçları; değişim, yenilenme ve alt üst olma olan bir üçgenin iç açılarına sıkışmış durumda. O üçgen toplumun yaşam alanını ne yazık ki tam olarak temsil etmiyor.

Ekonomiye, doğaya, yoksulluğa, eğitime… dair söylem bu kadar acilken, pratikte de olmayan bir muhalefet ile nasıl bir gelecek tasavvuru kurulabilir?

Bu üçgeni aynı zamanda Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel bağlamında da kurabiliriz. 

Sizce CHP böyle bir üçgenle nereye varır?

-Bu dönemde daha çok hatırlatma gereği duyuyorum. Biz gazeteciler, herhangi bir partinin temsilcisi, sözcüsü, hizipçisi olamayız. Kalemimizle partileri dizayn etme eylemine de girişemeyiz. Bunu hatırlatma nedenim, öyle veya böyle, seçim sonrasında aksinin ön plana çıkmış hatta en çok görünen olması.

Sorunuza gelirsek, ben, bir kere muhalefet kavramının CHP’ye sıkıştırılmasını yanlış buluyorum. Bir ülkede kadına şiddeti önleyen yasalar kaldırılırken, çocuk istismarcıları affedilirken sokakta çığlık varsa muhalefet vardır. Emeklisi, işçisi, memuru adeta harçlıkla yaşamaya zorlandığında meydanında eylem varsa muhalefet vardır. Üniversiteleri yok edilirken amfilerinde tartışma varsa muhalefet vardır. Yolsuzluklar, adaletsizlikler, hukuksuzluklar yazılabiliyorsa, konuşulabiliyorsa muhalefet vardır. Uzatmayayım, bunlar yoksa muhalefet de yoktur. 

Türkiye’de son dönemde muhalefet kavramı, CHP’nin seçim stratejisine, ittifaklarına, içindeki gerilimlere indirgendi. Elbette buna bir miktar iktidarın sopası da mecbur bıraktı. Ama öte yandan "CHP, seçim, sonra yine CHP yine seçim" çizgisine çekilerek kendi kendisini de bunu yaptı. Cumhuriyete dair, laikliğe dair, kadın özgürlüğüne dair, işçi sınıfına dair her türlü söz "şimdi sırası değil" diye ertelendi. Sonunda seçim kaybedilip, CHP de iç kavgalara gömülünce yeni bir tehlike belirdi: Ülkenin muhalefetsiz kalması. Haliyle muhalefetsiz demokrasinin, demokrasinin de sonunu getirmesi.

İşte bu tablo içinde gelecek tasavvurunu programsız, stratejisiz, eylemsiz tartışan, yalnızca kişilere indirgeyen CHP içi tartışma; ne muhalefete bir yön gösteriyor, ne ülkeye bir gelecek çiziyor. Açık söyleyeyim ben dahil kimseye heyecan da vermiyor. Üstelik birbirlerine belaltı vuran hizip kavgaları muhalefet etmenin havasını da kirletiyor.

Cumhuriyetin yüzüncü yılında vardığı yer kazanımlarının gerisinde artık; her kurumun neredeyse çürüdüğünü, çöktüğünü görmek mümkün.

Bu süreçte milat olarak alınacak bir tarih ve olay var mı?

Sarı öküzümüz neydi sizce?

O kadar çok var ki… Bizim Cumhuriyetimiz hem iç hem dış cephede verilen mücadeleyle kuruldu. Çünkü emperyalizm ve gericilik hep işbirliği içinde oldu. Kurucu iradenin temsilcileri Cumhuriyet’i devrimle kurdular. Devrimlerin sürekliliğinin terk edildiği, gericilikle uzlaşmanın başladığı, bağımsızlığın terk edildiği Atatürk sonrası döneme kadar bunu götürmemiz mümkün. Ama bana yakın dönemden bir şey söyle derseniz 12 Eylül 2010 Referandumu derim. Cumhuriyet’in amentüsü anayasa, en kalın kolonu hukuktur. Hukukun yıkımı referandum diye oylatıldı.

AKP’li yıllarda yaşanan süreci basın /ifade özgürlüğü bağlamında düşünürsek; AKP öncesinde çok iyiydi gibi bir durumun ileri sürülemeyeceğini ‘90’lardan biliyoruz; ancak AKP ile yaşanan dönüşüm de tüm toplumsal dinamiklerde olduğu gibi çok daha köklü. Nihayetinde başta siz, muhalif gazeteci/basın hep hedeftiniz; ama AKP bağlamında yaşananlar, FETÖ öncesi ve sonrası şeklinde bir ayrım da -siz her iki dönemde de cezaevi gördünüz- düşünüldüğünde nasıl değerlendirirsiniz?

Gazeteci çağının tanığıdır. Haliyle, bir katil cinayetin tanıklarını nasıl ortadan kaldırmaya çalışırsa; suça batmış iktidarlar, çeteler, yolsuzluk yapanlar da kalemiyle bunu açık eden gazetecileri ortadan kaldırmaya çalışır. Bu, tarih boyunca böyle oldu. Ama yaşadığımız dönemin bir farkı var. Bugüne kadar hiçbir iktidarın elinde toplayamadığı güç bugün tek elde toplanmış durumda. Siyaset de yargı da mafya örgütleri de sermayede aynı fabrika ayarlarıyla çalışıyor. Haliyle çağın tanıklarının işsiz bırakılması, tutuklanması, şiddete uğraması çok daha organize bir şekilde işliyor. 

Size yönelik bazı iddialar ortaya atıldı son dönemde ve siz de bunu yanıtladınız. 

Bu ithamların kaynağına dair bir fikriniz var mı, ne söylemek istersiniz? 

Geriye dönüp baktığımda daha önce de terörist dendi, hain dendi, darbeci dendi, ajan dendi… Ben de birlikte mücadele ettiğim arkadaşlarım da bu kirli operasyonlarla hep karşılaştık. Ama hep hak ettikleri dilde yanıt verdik. Çok şükür alnımıza ferman yapıştıramadılar. Ama faili kim olursa olsun bunlar bir amaç için yapılıyor. Sonuncusunun altında, bana sorarsanız, kamu müteahhitlerinin sermayesiyle ve iktidar desteğiyle muhalefeti yeniden dizayn etmeye çalışan bir odak var. Niyetini zaten dikkatli bakılırsa açık ediyor. 

Muhalefet partilerinin Barış Pehlivan ile ilgili tutumunu nasıl değerlendirirsiniz? 

Göz göre gerçekleşen, engel olunamayan bir tutukluluk ve sonrasında rutin cezaevi ziyaretleri… neredeyse herkes için bu böyle…

Muhalefet partilerinin AKP’yi bu alanda olsun durduracak bir tutumu sizce nasıl söz konusu olabilir?

Mesele Barış Pehlivan meselesi değil, adalet ve hukuk meselesi. Muhalefetin bu konuda asıl görevi insanların haksız yere hapishaneye girmediği bir düzeni korumak. Bunu da herkes için yapmak. Bana sorarsanız Meclis’te de sokakta da yapılacak çok şey var. Düşünün, Barış’ın faydalandırılmadığı infaz düzenlemesi Meclis’ten geçerken muhalefet Meclis’te neredeyse yoktu. Sadece 5 dakika konuşuldu. Halen de AYM’ye götürülemedi. Bu zor dönemin muhalefetinin bu zor döneme göre olması gerekir. Açıkçası böyle bir hazırlık göremiyorum. Haliyle Barış’ın hapse girmesini ülkenin muhalefetsizleştirilmesinin sonucu olarak görüyorum. 

Prof. Dr. Adem Sözüer’in Barış Pehlivan’ın dosyası için uzman mütalaası hazırladı ve  "Cezaların infazı için de geçerli olan kanunilik ilkesi gereğince kişinin cezaevinde kalış süresinin uzatılmasının ancak açık bir kanuni düzenlemeyle mümkün olabileceği 5275 sayılı Kanunun geçici 10. maddesinde ise Barış Pehlivan ve aynı durumda bulunanlar yönünden böyle bir düzenleme bulunmadığı, bu nedenle geçici 10. maddenin bu kişiler hakkında da uygulanarak denetimli serbestlik tedbirinden yararlandırılmamasının kişi özgürlüğü hakkının ihlaline yol açacağı sonucuna varmış bulunmaktayım” görüşünü dile getirdi. Bu yaşanan sürecin Barış Pehlivan’a özel; yani hukuksuzca olduğunu da gösteriyor. İktidar neden gazeteciliğe ve gazetecilere "işkence" edilebilecek hiçbir fırsatı kaçırmıyor? 

Hukuk-iktidar ilişkisi ve gazeteciler bağlamında nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

İronik bir dille söyleyeyim: Anlaşılır bir durum. Bakın Barış, FETÖ iktidarın yarısıyken, FETÖ’yü belgeleriyle yazmış. İktidarın devletin içine yerleştirdiği tarikatları deşifre etmiş. Yargı içindeki odakların yaptığı sıradışı işleri açığa çıkarmış. Mafya yapılanmalarını, kara para odaklarını anlatmış. Barış’a infaz düzenlemesini uygulamamalarının nedeni ne biliyor musunuz? İktidara yakın bir Yargıtay mensubu hakkındaki akçeli bir şikayet dosyasını yazması. Bunun üzerine uydurma bir dava açtılar ve sana af yok dediler. Durum bu. Sadece Barış değil, kalemini irine saplayan her gazeteci onlar için ortadan kaldırılması gereken bir tehdit. Keşke yargı mensupları bu işlerin tetikçiliğini yapmasa. Ama cübbelerini başkalarına kiralayanlar her zaman görevlerini yapıyor!

Cumhuriyetin laik yönelimli 100 yıllık tarihinin reddiyesi, hatta tasfiyesinin dinsel tematik icraat ve söylemlerinin de en yoğun olduğu evredeyiz. Eğitim sistemi başta, tüm devlet aygıtlarında belirleyiciler. Piyasayla bütünleşmekte de sorun yok; her bir ferdi, her bir cemaati sistemle gayet uyumlu.

Rejimin bu devlet organizasyonu içinde cumhuriyeti, laikliği, kamusal yapıyı en çok hangileri tehdit ediyor, en tehlikelisi hangisi?

Cumhuriyet topyekün bir saldırıyla karşı karşıya. Fiilen savunulacak bir kurum da belki de kalmadı. Yeniden kurulması gerekenlerden söz edebiliriz. Eğitim neyse ordu o, yargı neyse ekonomi de o. Bu açıdan önümüzdeki dönemin en büyük meselesi, iktidar için bu yıkımı resmileştirecek bir anayasa yapmak. Muhalefet sorununu da o zamana kadar dümdüz ederek bitirmek. Önümüzdeki tehlike bu… 

Dilerseniz SS soruları ile bitirelim:

SS 15 Temmuz sonrası bakan oldu, 2018’de de milletvekili yapıldı; oradan da bakan olarak ilerledi kariyerinde.

Özellikle son yıllarda kirli ilişkileri ifşa oldu.

2023’te de milletvekili olan SS bu kez bakan yapılmadı.

Üstelik yerine ona karşı olan Ali Yerlikaya getirildi ve SS’e yakın birçok il emniyet müdürü ve vali değiştirildi.

En son Tolga Şardan, SS dönemi dijital kayıtlarının temizlendiğini yazdı.

Tabii ki kitaptan da yola çıkararak, SS ‘in seçim sonrası portresi için ne söylemek istersiniz?

Biz SS’in bir sonunun geldiğini görüyorduk. İktidar değişse zaten gidecekti. Değişmese bu yükün taşınması zor hale gelmişti. Seçim sonrasında iktidar yeni bir yönelime girdi. Bunu sadece kadro olarak anlamayın. Dış politikasını da başka bir raya sokuyor. Pragmatik nedenleri var tabii. Düzen, yeni bir vitrin kuruyor. Soylu’nun bu vitrinde şimdilik yeri kalmadı. Sopa masanın altına saklandı. Muhalefet seçim kazanıp restorasyon mu yapacak derken, iktidar kendini de devleti de Ali Yerlikaya gibi isimlerle restore ediyor.

SS’in koyu geçmişi eskilere dayanıyor. Kitabı yazmaya hangi adımında karar verdirniz?

SS’in Türkiye’nin son dönem ilişkilerini açıklamada anahtar olduğunu gördük. Onu anlatırsak mafyanın, devlet sisteminin, siyasetin dönüşümünü de anlatırız diye düşündük. Buna karar verdik. Bir de açık bir gerçeklik var. SS, Erdoğan sonrasının da, önümüzdeki dönemin de politikacısı. Daha çok konuşacağız. Geleceğe de bir miras bırakalım istedik. Şu da var, biz hep devrin aşil topuğuna vurmaya çalışıyoruz. Kimi zaman FETÖ, kimi zaman tarikatlar, kimi zaman mafya devre rengini veriyor. Bu döneme SS’in etrafındaki ilişkilerin renk verdiğini gördük. Bizim işimizin, en güçlü görünene, mecazi anlamda söylüyorum, ilk taşı atmak olduğunu düşünüyoruz. Bütün bunlarla zor ama hayırlı karar verdik.

AKP ve MHP arasındaki iktidar köprüsü olduğu söylenen, tüm kirli işlerde adı geçen, Erdoğan’ın sopası hatta, bir zamanlar Erdoğan halefi olan SS’in siyaset sahnesindeki bugünkü hali bize güncel siyaset için ne söylüyor?

Kitabı okudunuz. Soylu’nun hayatı öyle zikzaklarla dolu ki bugünkü durumu bir şey değil… (Gülüyor) Bu durum bize bir şey söylüyor, asıl olan kişiler değil düzenlerdir. Bazıları o düzenin devamına talip olur. Onun parçası, sopası, mimarı haline gelir. Düzen kendisini yenilerken, kabuklarını atarken, onu atar belki de dinlendirir. Böyle bakarsanız, çok ilgisiz gelebilir ama mesela faizlerin artmasının SS’in gitmesiyle bir ilgisi vardır. İsveç’in NATO üyeliğine evet demenin de…

Bahçeli’nin gölgesi SS’in üzerinden çekildi mi, bunda Sinan Ateş cinayetinin bir etkisi var mı?

Sinan Ateş cinayeti, aksini iddia etseler de siyasi bir cinayet. Torbacılara taşere edilmesi onu siyasi olmaktan alıkoymuyor. Dosyada ilerledikçe emri verenlerin partinin içinde olduğunu görüyorsunuz. Bir mobese kamerasından, bir telefon konuşmasından günler süren polemik çıkaran Soylu, bu cinayet hakkında kaç kez konuştu? Bu cinayet iktidar ortaklığının SS eliyle suskunluğa gömdüğü bir cinayet. Belki oy kaybettirmedi. Ama o birlikteliği oluşturan denkleme zarar verdi. Bahçeli, SS’ten desteğini çekti diyemem. Ama kurulan bu yeni denklemde Soylu’nun geri çekilmesine olur demek durumunda kaldı.