BARIŞ YILDIRIM Herkes bir şeyler biriktirir, biz, Komünist Manifesto’nun farklı dillerde basımlarının koleksiyonunu yapıyoruz. Berlin’de büyük bir kitap mağazasında ilk sorduğumuz tezgâhtar kız adını hiç duymamıştı, bizi arkadaşına yönlendirdi. “Ha, Lenin’in kitabı değil mi?” dedi çocuk. “O da olur,” deyip kitabımızı aldık. Manchester’daki kitapçı Marx ve Engels’in adını bile duymamıştı. Roma’da bir ara sokak kitapçısındaki […]

Geçmişe hükmeden bugünün metni: Komünist Manifesto

BARIŞ YILDIRIM

Herkes bir şeyler biriktirir, biz, Komünist Manifesto’nun farklı dillerde basımlarının koleksiyonunu yapıyoruz. Berlin’de büyük bir kitap mağazasında ilk sorduğumuz tezgâhtar kız adını hiç duymamıştı, bizi arkadaşına yönlendirdi. “Ha, Lenin’in kitabı değil mi?” dedi çocuk. “O da olur,” deyip kitabımızı aldık. Manchester’daki kitapçı Marx ve Engels’in adını bile duymamıştı. Roma’da bir ara sokak kitapçısındaki adamsa epey bilinçliydi, “Burada öyle kitaplar olmaz,” dedi sertçe. Saf saf “Neden ki?” dedik. Üzerinde Mussolini’nin resminin olduğu kitapları göstererek “Biz faşistiz!” dedi Avrupalılığın bütün nezaketi ve faşistliğin bütün tehditkârlığıyla.

Belki Manifesto üzerine bu kadar yazmak yeterlidir: Liberalizmin belleklerden silmek, faşizmin yok etmek istediği bir metin.

İkisi için de kötü haber: Dünyanın en çok diline çevrilen, en çok basılan ve okunan, dahası dünyanın yüzünü en çok değiştiren metinlerden biridir Komünist Parti Manifestosu. Diyebiliriz ki, siyasi gücü ve etkisi o kadar büyüktür ki, kuramsal önemini gölgede bırakmıştır. Oysa Marx ve Engels de içinde, bütün Marksist kuram, Manifesto’ya düşülen dipnotlardan ibaret görülebilir. Bugüne dek bütün sosyalist yazının konu aldığı her şey orada nüve halinde yer alır: proleterleşme, ulusal sorun, kadın sorunu, diyalektik, kapitalizmin dönemsel krizleri, aile, altyapı, siyasal seferberlik ve birlik, aydınlar, edebiyat, kültür, hukuk, devlet, hatta emperyalizm ve yeni sömürgecilik. (“Hatta” diyoruz çünkü 19. yüzyılın ortalarında emperyalizm terimi bile ortaya çıkmamıştı, değil ki ancak 100 yıl sonra belirecek yeni sömürgecilik…)

Genç Marx’ı izleyenler hatırlayacaktır, film, Marx ve Engels’in Manifesto’yu kaleme almaya karar vermesiyle biter. Marx’ın dönemleri arasında bir “epistemolojik kopuş” aranacaksa Alman İdeolojisi ile Kapital arasında değil Manifesto’nun öncesi ve sonrası arasında aranmalı sahiden de.

Komünizmin çoktan öldüğü fikri o kadar uzun bir süredir ortadadır ki ağızda çürüyen bir sakızın tadını bırakır: Ağzımızda olduğunu biliriz ama bir an önce tükürüp atmak gerektiğini de biliriz. Çevremizi kirletmemek için ağzımızdaki sakızı atacak çöp tenekesini ararken de ister istemez çiğnemeye devam ederiz. Tam da komünizm öldü sakızının çiğnenmeye devam etmesi, Manifesto’nun tazeliğine, güncelliğine delalet.

Sosyalizm ve Çevirmenler

Sosyalist mücadele, en başından beridir çeviri edimiyle iç içe geçmiştir. Örneğin, konferans çevirmenliğinin ilk denendiği yerlerden biri Enternasyonal toplantılarıydı.  Marx ve Engels’in -Komünistler Birliği’nin bir yıl önce verdiği görev uyarınca- 1848’de kaleme aldıkları Manifesto’nun çeviri macerası da Almanca metnin ortaya çıkmasının hemen ardından başladı. Metin, giriş bölümünde belirtildiği üzere “İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Felemenk ve Danimarka dillerinde yayımlanmak üzere” kaleme alınmıştı. Önce batı, sonra doğu Avrupa dillerine, giderek diğer dillere çevrildi. Üstelik çoğu dilde birden fazla çevirisi var. Türkçede 1920’den beri birçok tam çevirisi mevcut fakat yeni çeviriler de yapılmaya devam ediyor.

İmge Kitabevi Yayınları, Marx’ın doğumunun 200’üncü yıldönümü vesilesiyle Manifesto’nun yeni bir baskısını yayımladı. Çeviride önemli bir çevirmenin, Semih Lim’in imzası var. 1963 doğumlu Lim, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduktan sonra İngiltere’de ekonomi yüksek lisansı yapan, çeşitli üniversitelerde çalışan, çeyrek asırdan beridir de profesyonel çevirmenlikle yaşayan bir isim. Kendi tahminine göre 100 bin sayfadan fazla çeviri yapmış. İmzasını taşıyan metinler arasında Hobbes’un Leviathan’ı, Samir Amin’in Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme’si ve Chaucer’in, yine İmge Kitabevi Yayınları’ndan çıkan iki önemli klasiği var: İyi Kadınlar Efsanesi ve Troillus ile Cressida. Bu sonuncusu çevirmenin titizliğinin iyi bir örneği; her biri 6 dizeden oluşan 1177 kıtayı hece ölçüsüne değilse de kafiye düzenine sadık kalarak ve artık ölü bir dil olan Orta İngilizce orijinalini temel alarak çevirmiş Lim. Manifesto’yu çevirirken ise dünyadaki genel pratiğe bağlı kalarak, Samuel Moore’un Engels onaylı İngilizce çevirisine bağlı kalmış (1888).

Adettendir, “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor – Komünizm hayaleti,” diye başlayıp “Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” diye biten Manifesto’nun yeni bir çevirisi çıktığında önce ilk cümleye bakılır. Semih Lim, “heyula”, “hortlak” gibi sözcüklere meyletmeden alıştığımız cümleyle başlamış çevirisine. Merak bu ya, ben bunun ardından, Berman’ın kitabıyla ezberlediğimiz “Katı olan her şey buharlaşıyor” cümlesine bakarım, çünkü bana naftalini hatırlatır! (Kimya derslerimizde süblimasyonun (katı fazdan sıvı faza geçmeden doğrudan buhar fazına geçişin) nadir örneklerinden biri olarak naftalin verilirdi.)

İngilizce cümle teknik “evaporate” sözcüğünü kullanmasa da “melt into air” (eriyip havaya karışmak) ile bu anlamı imler gibi görünüyor. İlginç olan, İngilizcede bu şekliyle böyle bir öbek fiilin yer almaması; “melt in the air” diye bir şey var ama ifadenin bu şekli Samuel Moore ve/ya Engels’in buluşu gibi görünüyor. Almanca orijinalinde işler biraz daha karışık: Buharlaşma eyleminden (verdampfen) bahsediliyor fakat İngilizceye “solid”, Türkçeye “katı” diye çevrilen yerde iki ayrı sıfat fiil kullanılıyor: “Ständische und Stehende”, “durağan ve kalıcı” diye çevrilebilir. Manifesto’nun Türkçe çevirilerinden biri “Kalıcı ve duran ne varsa buharlaşıyor” diye çevirmiş burayı (marxists.org Türkçe), bir diğeri “Bütün sabit, donmuş ilişkiler … tasfiye oluyorlar” demiş (Sol Yayınları). “Katı olan ve duran her şey buharlaşır” (İletişim), “Bütün kemikleşmiş, donmuş ilişkiler … silinip gider” (Yordam), “Tüm kalıplaşmış, donup kalmış ilişkiler … silinip giderken…” (Can) diyen de var. Semih Lim, “Katı olan her şey eriyip gider” demeyi tercih ederek tuhaf duran buharlaşma fiilinden kaçınmış; güzel ve doğru bir çeviri ama sanırım ben, Almancanın da ışığında, “Duran ve kalıcı olan her şey buharlaşıyor” demeyi tercih ederdim hem her iki sıfatı hem de buharlaşma fikrini verebilmek için. Lim’in çevirisi baştan sona akıcı ve sahih, “uluslararası” değil “milletlerarası” demek gibi başlangıçta hafifçe yadırganan kullanımlara hızla alışılıyor, basım da tamamen hatalardan azade.

Bu baskının en güçlü yanlarından biri, kitabın sonunda yer alan emek ürünü ek bölümler: “Bizim Çevirimiz Üzerine”, “Manifesto’nun Diğer Türkçe Çevirileri”, “Hakkındaki Bazı Kitaplar ve Yazılar.” Semih Lim bu bölümlerde Mustafa Suphi’nin katliyle yarım kalan, Şefik Hüsnü tarafından tamamlanan çevirisinden başlayarak 50 kadar Manifesto baskısının künyesini kısa notlarla paylaşmış, ardından da konuyla ilgili 20 kadar önemli metnin bilgilerini vermiş. Tabii, tüm dillerde gelenek olduğu üzere, metnin 1872’den 1893’e kadar çeşitli dillerdeki basımlarına önce Marx ve Engels’in birlikte, sonra Engels’in tek başına yazdığı yedi önemli önsöz de çevrilmiş ve ana metnin hemen ardına yerleştirilmiş: Okuru doğrudan metnin içine bırakıveren iyi bir seçim…

Anlatılan bizim hikâyemiz

Peki, kütüphaneler dolusu Marksist klasik içinde bu görece kısa metin nasıl oldu da bu kadar önemli bir yere sahip oldu? Bir hareketin zuhur/manifestasyon belgesi olarak özlü, anlaşılır ve aynı zamanda derinlikli bir metin olması, bu soruya verilecek biçimsel bir cevap olabilir. Fakat basitçe “her şey değişir” diyen “beylik” tespit (katı olan her şeyin eriyip gitmesi, buharlaşması) neden bu kadar zihinlerimize yer etmiştir? sorusunu düşünürsek, bu soruya içerikle ilgili bir yanıt da bulabiliriz belki. Gerçekten de “naftalinli” bir tespittir bu, güveler ucundan kıyısından yemeye uğraşadursun, o yüzyıllarca dayanacaktır!

Manifesto bir hikâye anlatır, feodalizmin yerini kapitalizme bırakmasının, sermayenin her yerde egemenliğini ilan etmesinin, her kesimden, her meslekten insanın ve özellikle de köylülüğün proleterleşmesinin ve tam da bu yüzden kapitalizmin yerini sosyalizmin almak zorunda oluşunun hikâyesini. “Değişim” ve “gelişim” sözcükleri veya bu fikri ifade eden başka sözcükler metnin her yerindedir. Bütün büyük metinler toplumların değişim dönemlerinde ortaya çıkmaz mı zaten? Shakespeare tragedyaları için de geçerlidir bu, Manifesto için de. Marx ve Engels orada değişimin mantığını öyle sağlam kurarlar ki her şeyin değişmekte olduğunu yürekten hissederiz.

Manifesto’nun ana fikri,” der Engels, “her tarih çağında ekonomik üretimin ve bundan zorunlu olarak doğan toplum yapısının o çağın siyasi ve fikri tarihine temel oluşturduğu; dolayısıyla (ilkel komünal toprak mülkiyetinin çözülmesinden bu yana) bütün tarihin bir sınıf mücadeleleri tarihi, toplumsal gelişimin farklı aşamalarında sömürülen ve sömüren sınıflar, yönetilen ve yöneten sınıflar arasındaki mücadelelerin tarihi olduğu; fakat bu mücadelenin çağımızda varmış olduğu aşamada, sömürülen ve ezilen sınıfın (proletaryanın), toplumun tamamını sömürüden, zulümden ve sınıf kavgalarından ebediyen kurtarmaksızın, onu sömüren ve ezen sınıftan (burjuvaziden) özgürleşemeyeceği“ fikridir. Çağın dervişane alçakgönüllülüğü ve gerçek aşkıyla hemen ekler: “Bu ana fikir sadece ve münhasıran Marx’a aittir.”

Manifesto bir hikâye olarak okunabilir evet; geçmişin ve geleceğin hikâyesi olarak. Fakat onu bir “savunma” metni olarak da okumak mümkündür; yargılayan bir savunma olarak: Bizi bireyi, aileyi veya kültürü yok etmek istemekle mi suçluyorsunuz? Eğer siz sadece burjuva birey, aile ve kültürden bahsediyorsanız, evet bunu istiyoruz. Ama bize gerek kalmadan sizin kapitalist sisteminiz zaten hepsini tahrip ediyor. Çünkü “Hukuk da, ahlak da, din de, proleter için, arkalarında burjuva çıkarlarının pusuda yattığı burjuva önyargılarıdır.” Bu yabancılaştırıcı kuramsal jesti -kendisine yöneltilen suçlamayı elinin tersiyle itmek yerine sımsıkı kavrayıp hasmının suratına kamçı gibi çarpma jestini- Brecht’in oyunlarında ve Lenin’in polemik metinlerinde de görürüz. Şimdilerde hapishanede olan hukukçu Selçuk Kozağaçlı’nın yazı ve konuşmalarını okuyanlar da bu argümantatif hamlenin benzerlerini fark edecektir.

Manifesto’nun özdeyiş olacak kadar bilinmeyen en çarpıcı cümlelerinden biriyle söyleyecek olursak, “Burjuva toplumunda, geçmiş bugüne hükmeder; komünist toplumda, bugün geçmişe hükmeder.” Kan, zulüm ve sömürüyle dokunmuş geçmiş ağını parçalamak isteyenler kendilerine çalınmaya çalışılan lekelere rengini verenin, aynı geçmişin küfü olduğunu bilirler ve kendilerini savunmaya tenezzül etmezler. Bugün hakkındaki yargılarını çoktan vermişlerdir çünkü.