Google Play Store
App Store

Baskıcı politikalar, gelecek endişeleri ve yetersiz sosyal destek sistemleri gençleri ölüme sürüklüyor. Gözlerimizin önünde yaşanan genç ölümleri, sadece sayılarla ifade edilen soğuk istatistiklerin ötesinde acı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Gelecek kaygısı ve sorgulanmayan ölümler

Bilal Aktaş - Üniversite öğrencisi, Sol Genç Üyesi 

Türkiye, her geçen gün üniversite çağındaki gençlerin intihar veya ölüm haberleriyle “sarsılıyor”. Gençler; barınma, yemek, eğitim masrafları ve ulaşım ücretleri gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakta büyük zorluklar yaşıyor. Ekonomik zorluklar, eğitimdeki adaletsizlikler ve işsizlik, gençlerin hayal kurmaktan vazgeçmelerine neden oluyor. Çoğu öğrenci, eğitim hayatına devam edebilmek için çalışmak zorunda kalıyor. Ancak bu yoğun tempoya maruz kalan öğrenciler, sosyal yaşamlarından uzaklaşıp depresyona giriyor ve psikolojik sorunlarla mücadele etmek zorunda kalıyor.

Eduardo Galeano’nun Tepetaklak kitabında dokunduğu gerçeklik, baskıcı rejimin gençleri adeta emip sürekli bir tehdit altında tuttuğu temel dinamikleri içermektedir. Galeano’nun ifadesiyle, "Sistem onların iliğini emiyor, onlara karşı her zaman tetikte, onları cezalandırıyor, bazen öldürüyor ama neredeyse hiç dinlemiyor ve asla anlamıyor." Bugün gençler, bu çıkarsamayı doğrulayan bir tablo ile yüzleşiyorlar; bir yandan cezalandırılıyorlar, diğer yandan ise bu cezayı toplumla birlikte paylaşıyorlar.

İktidarın ve sistemin uyguladığı baskıcı politikalar, gelecek endişeleri ve yetersiz sosyal destek sistemleri gençleri ölüme sürüklüyor. Gözlerimizin önünde yaşanan genç ölümleri, sadece sayılarla ifade edilen soğuk istatistiklerin ötesinde acı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

***

4 Ocak günü Akdeniz Üniversitesi içerisindeki KYK Yurdu’ndan izinle çıkan 18 yaşındaki üniversite öğrencisi Merve Şevval Elmas’ın kaybolduktan sonra cansız bedeninin Antalya kıyısına nasıl vurmuş olduğu ciddi bir şekilde sorgulanmalı. 9. sınıf öğrencisi Erol Can Yavuz’un Kütahya’da staj gördüğü atölyede üzerine sunta blokları devrilmesi sonucu kaybedilen yaşamı, 14 yaşındaki Arda Tonbul’un İstanbul Büyükçekmece’de sac büküm makinesine sıkışması birer trajediden fazlasını ifade etmeli. Ömrünün baharındaki bu hayatlar, MESEM’in acımasız elleriyle koparılmış sadece birkaç örnekten ibaret değil. Aydın Güzelhisar KYK Yurdu’nda ihmalden ötürü düşen asansörde Zeren Ertaş’ın hayatını kaybetmesi, Ceysu Sıla Alkaya’nın yaşadıkları ve İTÜ Uzay Mühendisliği mezunu olan ancak baristalık yapan Okan Bayram’ın Ayazağa Kampüsü içerisinde bulunan inşaat alanındaki bir binadan atlayarak intihar etmesi, yaşamları ve gelecekleri; acımasız bir sistem tarafından ele geçirilen çığlıkların yankısı. İşte umut vaat etmeyen düzenin özeti.

MESEM (Mesleki Eğitim Merkezi, eski adıyla Çıraklık Eğitim Merkezi) ile işçileştirilen çocukların yitirilmiş hayalleri ve geleceğe dair umutları acımasızca sömürülüyor. Sınav kaygılarından dolayı gençler bunalıma hapsediliyor, üniversite diplomasına sahip olmalarına rağmen iş bulamamaktan dolayı çaresizlikle boğuşan gençler birer birer kayboluyor. Üniversiteleri önemli kılan sosyal-kültürel alan ve etkinliklere engel olunarak, üniversiteliler yalnızlığa ve umutsuzluğa itiliyor. Bu başlıklar, bireysel olmanın ötesinde sistematik bir sorunun vahşi parçaları olarak değerlendirilmeli çünkü günbegün katledilen genç yaşamlar, soğuk haber başlıklarının ötesinde toplumsal bir acının yankısı olarak öfkeye dönüşmeli.

Bu düzen, gençleri sadece ölüme sürüklemekle kalmıyor, aynı zamanda umutlarına da meydan okuyor. Toplum olarak, her gün yaşananlara duyarsızlaşmaktan, sosyal medya gönderilerimizde, konuşmalarımızda taziye ifadeleriyle yetinmekten başka bir şey yapmıyoruz. Bununla yetinmek, sorunların üzerine gitmemek, aslında bu karanlık döngünün bir parçası olmaktan başka bir anlam taşımıyor.

İntiharlar; münferit olaylar değil, aynı zamanda toplumun genel bir halk sağlığı sorunu olarak da kabul edilmeli. Bu sorunun temelinde, politik kararlar ve sosyoekonomik koşullar gibi etmenler bulunuyor. Bu acı gerçekleri fark etmek, intihar vakalarını sadece bireyin içsel sorunları olarak değil, aynı zamanda devletin göz ardı ettiği sosyal sorumluluklarla bağlantılı olarak ele almayı gerektiriyor. Üniversitelerde acilen psikososyal destek birimlerinin kurulması, ruhsal sıkıntı yaşayan gençlerin damgalanmaması için alınacak tedbirler ve gençlere erişilebilir sağlık hizmetlerinin sağlanması gibi adımlar, devletin bu konuda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi açısından kritik bir öneme sahip. Bir genci daha kaybetmemek adına, bu zorluklarla baş etmek için örgütlü bir mücadele, tüm diğer eksiklikler gibi mecburi bir ihtiyaç halini alıyor.

Devletin inşa ettiği yurtlar ve kampüsler, gençler için mezar olmamalı. AKP iktidarının sadece kârdan ve ranttan ibaret olan bakış açısına karşı, gençler insanca yaşamak istiyor. Bu sistemin, getirdiği ölüm ve acıdan başka bir şey sunmamasına karşı örgütlü bir mücadele şart. Salt "birleşirsek her şeyi başarabiliriz" iyimserliğinin ötesinde bir reçete bahsi edilen. Bencilleştirilen bu dünyada yalnız olmadığımızı görmek ve kâr hırsının ulaşamadığı toplumsal alanların varlığını fark etmek, içimizde verdiğimiz mücadelede bizi biraz daha güçlü kılabilir. Bu farkındalığı paylaşarak, hayallerimizde ortaklaşarak, birbirimizi yalnız bırakmayarak kurtulabiliriz bu cendereden. Hayallerinde iddialı ve örgütlü bir toplum ancak ölümün yerini yaşamın alacağı yeni bir sisteme umut olabilir. Bu yaşamın en çok da Zeren’in, Ceysu’nun ve Okan’ın akranlarından çalındığını fark etmek, hesaplaşmanın kaçınılmazlığını gözler önüne seriyor. Umut ile sevda ile düş ile.

Bu karanlık düzenden ötesini düşleyen, el yordamıyla hayallerine sarılan tüm sıra arkadaşlarımıza:

Öyle yıkma kendini, 

Öyle mahzun, öyle garip... 

Nerede olursan ol, 

İçerde, dışarda, derste, sırada, 

Yürü üstüne - üstüne, 

Tükür yüzüne celladın, 

Fırsatçının, fesatçının, hayının... 

Dayan kitap ile 

Dayan iş ile. 

Tırnak ile, diş ile, 

Umut ile, sevda ile, düş ile 

Dayan rüsva etme beni. 

Ahmed Arif