Gelir adaletsizliği ve Türkiye’nin ultra zenginleri

Dr. Aslı AYDIN | İktisatçı

Bugün tüm yurttaşlar olarak zorlu bir sınavdan geçiyoruz. Bu sınav sabrımızı, öfkemizi test ediyor. Çoğunluk olarak çok az bir zaman içinde nasıl hızlıca yoksullaştığımızın şokunu atlatamazken, diğer yandan gösterişin, şaşanın, deste deste paraların havada uçuştuğu dar bir kesimin yaşamına oturduğumuz yerden maruz kalıyoruz. Bu kesim, istedikleri her şeye sahip olabiliyor. Kentlerin en güzel yerlerinde yaşıyor, en güzel arabalara biniyor, tüm işlerini birilerine yaptırıyor, canım plajlarımızın kapısını bizlere kitleyip tüm gün yatıyorlar. Öyle bir düzen ki, altta kalanın canı çıksıncasına ister kamu olsun ister özel olsun hiyerarşinin en tepesindekinin yaşamı ile en altındaki çalışan arasındaki fark korkutucu boyutlara ulaştı. İktisat yazınında gelir ve servet uçurumu önemli bir çalışma alanını ifade ediyor. Bu Pazar sayfasında da bu çalışmalara kısaca bakmaya, neler olup bittiğini sayılara bakarak özetlemeye çalışacağım.

GELİR VE SERVET DAĞILIMI ADALETSİZLİĞİ

Adı üzerinde toplumda oluşan önemli bir adaletsizliği temsil eden gelir ve servet dağılımı adaletsizliği, az sayıda insanın gereğinden daha fazla servete, gelire sahip olması, yine haddinden fazla insanın da yaşamını sürdürmeye yetecek servete, gelire sahip olamamasıdır. 

Gelir eşitsizliği, toplumdaki belli gelir gruplarının bir yıl içinde elde ettiği gelirlerin karşılaştırılmasıdır. Servet dağılımındaki eşitsizlik analizi ise tarihsel olarak elde edilen birikimlerdeki değişimi karşılaştırır. Servet eşitsizliği analizleri nispeten gelir karşılaştırmalarına göre kişilerin orta ve uzun vadede alım güçlerini, tüketim imkânlarını ve içinde bulundukları toplumsal ilişkileri incelemek açısından daha kullanışlıdır. 

Uluslararası yatırım bankalarından olan Credit Suisse’in yayınladığı Küresel Servet Raporu’na göre dünya üzerinde bulunan servetin %47,8’i dünya nüfusunun %1’inin elinde bulunuyor. Bunun yanı sıra %53’lük bir nüfusun toplamda elinde bulundurduğu servet 10 bin dolardan az. Avrupa Araştırma Konseyi tarafından hazırlanan Dünya Eşitsizlikler Raporu da her sene ayrıntılı bir şekilde gelir dağılımı adaletsizliğini inceliyor ve önemli datalar paylaşıyor. Rapora göre 1820’de küresel alanda en zengin %10, en yoksul %50’nin 18 katı servete sahipti. 1910’da bu oran 41 kata, 1980’de 53 kata ulaşıyor, 2020 de ise 38 kat olarak belirleniyor.  

Hal böyle olunca bu konu dünya genelinde iktisat, sosyal, siyaset başta olmak üzere temel bilim alanlarında tartışılagelmiştir. Adaletsizliğin çözülmesinde çoğunluk hemfikir olsa da, nasıl çözüleceği konusundaki görüşlerde keskin ayrımlar ortaya çıkar. Örneğin yoksulluğu sistemin bir sonucu değil de kişinin kendi kabahati olarak gören anlayışın bir uzantısı şunu der: Üst gelir guruplarından bir gelir transfer edilmeye kalkışılırsa, ekonomiye ve de en nihayetinde yoksul kesime daha da zarar verilmiş olur. Bunu da en zengin kesimin tüketim ve yatırım imkânlarının, istihdam ve üretim alanlarına yaradığını, bunun kesilmesi durumunda bu alanların da tahrip olacağı ile açıklar. Yani en zengin kesim elindeki para ile işyeri, fabrika yahut kültürel mekânlar gibi yatırımlar yapacaktır, bu da ekonomiye istihdam ve milli gelir büyümesi olarak geri dönecektir. Yahu böyle iddia olur mu demeyin, yoksulluğu bir tembellik olarak gören görüş en son tahlilde zenginliği de başarı olarak görmekte, onu da ödüllendirmek istemektedir.

Öyle mi? 

Bugün örneğin ülkemizde en üst gelir gurubunun tüketim ve yatırım alanlarına bakalım. Lüks tüketimin başını yurtdışı tatilleri ve giyim, kozmetik, mobilya gibi ithal ürünler çekiyor. Yani bizim üreticimizden, esnafımızdan çok dış ülkelerdeki üreticilere yarıyor. Yatırımlarına bakın… Onlar da konut ve arazi alım-satımı öne çıkıyor ki, bunun da ülkeye bir faydası yok. Hatta çevresel anlamda yıkıcı sonuçları var.  

Ana akım iktisat analizlerinden uzaklaştığımızda ise gelir ve servet adaletsizliğinin giderilmesinde kullanılan enstrümanlar arasında vergiler başı çekmekte. Kamu bu uçurumun giderilmesi hedefine uygun olarak gelir ve servet vergilerini düzenler, bu kamu gelirini düşük gelirli kesim için kullanır. Vergilerin düzenlenmesi ise, örneğin gelirin boyutu ve kaynağına göre alınacak verginin değişmesi anlamına gelir. Dolaylı vergiler konusunda çok değinmeye bile gerek yok. Baştan gelir dağılımını bozan, verginin yükünü dar gelirliye yıkan bir uygulamadır. Gelir ve servet adaletsizliğini dert edinen siyasi politikaların gündeminde yer almaz. 

SERVETİN KAYNAĞI

Çağımızda çoğu insan yaşamını maaş ve sosyal yardımlarla sürdürürken, servetin çoğunlukla kaynağını faiz, temettü, sermaye kazancı veya rant geliri oluşturuyor. Servetin faiz ve emlak rantlarına dayalı birikimi elbette, tüm dünyayı sarmış olan gayrimenkul ve finansa dayalı büyüme rejiminin bir parçası olarak okunmalı. 

Küresel Servet Raporu’na göre Türkiye’de servet toplamının dörtte üçünü konut, arsa vb. gayrimenkuller oluşturuyor.  

TÜİK’in yayınladığı Yoksulluk ve Yaşam Koşulları İstatistikleri’ne göre Türkiye’de konut sahibi olmayanların oranı %43. Yani yaklaşık 34 milyon kişi gelirinin büyük bir bölümü ile kira ödemekte. 2006 yılında konut sahipliği oranı %61 iken 2022’de bu oran %57’ye inmiş. Alt gelir gruplarında ise konut sahibi olmayanların toplam nüfusa oranı %51.  Konut sahipliği konusunda Türkiye’nin Avrupa’da sondan dördüncü sırada yer aldığını da not edelim. Eurostat verilerine göre bakımsız bir evde (sızdıran çatı, zemin-temel-pencerelerde çürüme vb. sorunları olan) yaşayanların oranı ise %34. Yani dar gelirli olup da kendi evinde oturanlar da en eski evlerde, muhtemelen çok öncelerden alınmış, ailelerinden kalmış evlerde yaşamakta. İnşaat sektöründe istihdam edilenlerin sayısı 2005 yılından bu yana 2 kat artmış. Buna kendi işyerini açan gayrimenkul danışmanı sayısını da eklediğimizde bu oran katlanacaktır. Bu durum, konut sahipliğinin el değiştirmesi, bunun bir parlayan sektör haline gelmesi, bu sektörün etrafında paydaşların konuşlanması anlamına geliyor. 

Tüm bu rakamlar bize şunu gösteriyor: yıllar içinde Türkiye’de konut artan oranda servetin üretilmesinde ve dağılımında belirleyici olmuş, yeni konut üretiminde, mevcut konutların satışında ve diğer kentsel rantlarda servet el değiştirmiş, katlanarak bir kesimin servetini daha da büyütmüştür. 
Şimdi… Buradaki ‘bir kesimin’ kim olduğu çok önemli. İktidar tarafından oluşturulmuş konut odaklı büyüme rejiminde kimlerin nasıl servetine servet katacağı da belirleniyor. "Kapalı teklif" usulüyle düzenlenen ihalelerden tutun da döviz kurundan zenginliklerine zenginlik katanları, kentsel rantların nasıl paylaşıldığını üzülerek, içimiz yana yana izliyoruz.  

Milli gelir istatistikleri de ülkedeki vaziyeti ortaya seriyor. Prof. Dr. Korkut Boratav, kişi başına ortalama ücret hesaplamasında 2016’dan 2022 yılına dek %25’e varan bir gerileme saptıyor. Bunun yanı sıra Prof. Dr. Erinç Yeldan’ın 2019 sonrasında milli gelir paylarındaki değişimi gözlemlediği hesaplamalarında toplam işgücünün ve sermayenin milli gelirden aldığı paylarındaki makasın giderek açıldığını saptar. Bu makas o kadar açıktır ki, karşımıza çıkan tablo adeta bir timsahın açık ağzını andırır. Bu da kimi çevrelerce ‘timsah kapitalizmi’ diye adlandırılan bir bölüşüm şokunu ortaya koyar. 

TÜRKİYE'NİN ULTRA ZENGİNLERİ

2002’den bu yana bakıldığında sistemin kendi suretine benzer zengin sınıfını oluşturduğunu görüyoruz. Peki kim bunlar? Nerelerde yaşayıp nerelerde zamanlarını geçiriyorlar? Kültürel zevkleri nedir? Toplumsal hayata nasıl bir katkıları vardır? Bu soruların tümü detaylı bir sosyolojik inceleme gerektirse de kabaca hepimizin bir fikri var. Sosyal medya mecralarında, kamusal alanlarda çoğunlukla hepimiz denk geliyoruz. Hani bir kafeye girerken yer yok yanıtına karşın ‘bize de mi yok’çular var ya, işte onlardan bahsediyoruz. 
Türkiye’nin ultra zenginleri işte burada ayrışıyor. Gittiği her yerde ayrıcalıklı bir muamele görmeyi bekliyor. Çünkü harcadığı o serveti ayrıcalıklı hale getirilerek, yani diğer insanlardan kayırılarak elde etti.  Dolayısıyla istemediği bir yanıta, bir kurala, bir kanuna karşı cevabı ‘bana da mı’ oluyor. Ne de olsa tüm ülke imkanları ona göre ‘kişiye özel’.