"Düşük ücret karşılığına kötü çalışma koşullarına, uzun süreli çalışma günlerine zorunlu bıraktığı insanlara 'Kaderinize razı olmayın, nihayetinde kredi alıp borçlanabilirsiniz' diyen bir sistem var. Bu sayede de üretim sırasında ikinci sırada olan insanları tüketim masasında olduğuna ikna eden kapitalizm hem yerelde hem de bütün dünyada kendini bu şekilde pazarlıyor."

Genç nüfus 21. yüzyıl dünyası için en büyük umut

BirGün PAZAR

Bu ayki söyleşimizde Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldan ile Türkiye’deki ve dünyadaki diplomalı genç işsizliği, istihdam yaratılamamasının nedenlerini, yaratılan istihdam koşullarının güvencesizliğini, bu alanın örgütlenme imkânlarını ve yeni sömürü biçimlerini konuştuk. İyi pazarlar!

► Küreselleşme döneminde geleceklerinin çok iyi olacağı, üniversiteden mezun olanların çok iyi yerlere gelebilecekleri, çok iyi maaşlarla çalışabilecekleri, bir sınıf atlama hayali söylemiyle bir genç kuşak yetişti. Şu an bu hayallerle yetişen ancak umutları kırılmış eğitimli, diplomalı çok büyük işsiz bir nüfus var. Bu durumu Türkiye ve Dünya açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin şu anda en can alıcı sorunu işsizlik sorunu. Cari işlemler açığı meselesi değil, borsa değil, döviz kurundaki dalgalanmalar değil. Bunlar konjonktürel meseleler. Geldiğimiz noktada 2020’de emeğiyle geçinenler insanlar açısından, emek cephesi açısında en can alıcı iktisadi sorun; çok yaygın işsizlik, istihdamın kalitesinin düşmesi, dolayısıyla düşük ücret -bunu asgari ücret tartışmalarında, asgari ücretin hesaplanması tartışmalarında da gördük- ve uluslararası çalışma örgütünün 'insan onuruna yakışır iş' diye tanımladığı iş istihdam biçimlerinin tahrip edilmesi. Resmi rakamlara da baktığımızda 4 milyon 400 bin açık işsiz olduğunu ve bu açık işsiz sayısının içinde barındırılmayan ümidi kırılmış, iş aramaktan vazgeçmiş, iş aramadığı için de bu sayıya dâhil olmayan işsizlerin var. DİSK Araştırma Dairesi, uzun bir süredir bunu ısrarla vurguluyor. Geniş tanımlı işsizlik olarak geçen iş aramaktan vazgeçmiş fakat iş aramamasına rağmen bir hafta içerisinde de işbaşı yapmaya hazır, hemen yarın iş olsa başlayacak bir kitle var, resmi kayıtlarda da istatistiksel olarak geçen. Bu kitleyi de ilave ettiğimiz vakit, 7 milyonun üzerinde bir işsiz sayısına ulaşıyoruz. Kabaca Türkiye’nin işgücü arzının 28 milyon olduğunu düşünürsek yüzde 25’e varan gerek öznel nedenlerle gerek nesnel nedenlerle işgücü piyasalarından uzaklaştırılmış bir kitle var. Genç işsizlerin, diploması olan nitelikli kesimlerdeki işsizlik oranı ise bu ortalamanın üzerine çıkmış durumda. Yine DİSK Araştırma Merkezi’nin araştırmalarına göre, işsizliğin en yüksek olduğu kesim genç ve nitelikli kadınlardan oluşuyor. Buralarda bu rakam yüzde 30’lara kadar yükseliyor.

Türkiye küresel kapitalizmin yarı çevre bir ülkesi. Sanayiye, sanayiye uyarlanmış teknolojilerde bir lider veya bir öncü ülke değil, taşeronlaştırılmış marjinalleştirilmiş ve çoğunlukla da ithalata dayalı sanayi parçaları aracılığıyla tek tek sanayi merkezleri oluşturmuş bir taşeron coğrafya konumunda.

genc-nufus-21-yuzyil-dunyasi-icin-en-buyuk-umut-677034-1.
Prof. Dr. Erinç Yeldan

Dolayısıyla küresel kapitalizmin mantığı içerisinde Türkiye bu süreci yaşıyor. Esnekleştirilmiş, dünya coğrafyasında tasarım, yatırım ve üretim merkezlerini birbirinden kopartıldığı, sermayenin son derece akışkan olduğu bir dünya içerisindeyiz. Dolayısıyla artık insan onuruna yakışır iş -özellikle rutin dönüşümlü işler- tekstil gibi hizmetler sektörü gibi rutin işler giderek artık robotlara inovatif yapay zekânın rekabetine terk edilmiş vaziyette. Burada işçi ücretleri, iş günü, çalışma koşulları gibi sendikal haklar gibi konular hiçbir şekilde söz konusu olmadığı, emekçilerin etnik bazda cinsiyet bazında birbirileriyle acımasız bir rekabete sürüklendiği, dibe doğru yarışın küresel çapta örgütlendiği bir ortam söz konusu. Çok paradoksal bir durum da var. Örneğin şu an da baktığımız zaman ABD ekonomisinde işsizlik oranı tarihin belki de en düşük oranında. Amerika’nın yüzde 3.5 düzeyinde, yani tam istihdam düzeyinde çalıştığı söyleniyor. Fakat tam istihdama dayalı çalışma koşullarında ana akım iktisat teorisinin beklentilerinin tersine herhangi bir enflasyonist ücret baskısı olmuyor ya da ücretlerde herhangi bir artış yaşanmıyor. Hâlbuki emek pazarı bir pazar ise, bir piyasa ise, piyasa koşullarına göre çalışması gerekiyordu. Böyle bir tam istihdam noktasında Amerikan ekonomisinin medyatik deyimle 'ısınması', ücret maliyetlerinden kaynaklanan bir enflasyonist döngüye girmesi gerekiyordu. Hâlbuki ücretler hele ki geleneksel üretim kollarında çalışan emekçilerin reel ücretleri 1974’ten bu yana hemen hemen hiç artmamış gözüküyor.

GERİ KALAN HERKESTE BİR SINIF ATLAMA HAYALİ GÖRÜYORUZ…

Tabii bu da tam bir Kemalettin Tuğcu 'Hanımın Çiftliği' sinyalleri uyandırıyor. Yani ya komşusunu görüyor ya da herhangi bir işkolunda ciddi olarak ücret artışı yaşayan bir emekçiyi görüyor ve küreselleşmenin propagandasını yaptığı hayale kapılıyor, bir nevi 'Amerikan Rüyası'. Eğer üzerine düşeni yapar isen küreselleşme nimetlerini seninle paylaşıyor olacak hayali. Sistemin çeşitli söylemlerle, görsel malzemelerle sunduğu hayal dünyası içerisinde biz de yapısal reformları yaparsak biz de küresel ekonomiyle kucaklaşırsak bu mutluluk dünyasından faydalanacağız gibi bir algı yaratılıyor.

Reel gelir üretemediği insanlara, istihdam yaratamadığı veya istihdam yaratmasına rağmen o istihdamın koşullarının tahrip ettiği için düşük ücret karşılığına kötü çalışma koşullarına, uzun süreli çalışma günlerine zorunlu bıraktığı insanlara “Kaderinize razı olmayın, nihayetinde kredi alıp borçlanabilirsiniz” diyen bir sistem var. Bu sayede de üretim sırasında ikinci sırada olan insanları tüketim masasında olduğuna ikna eden kapitalizm hem yerelde hem de bütün dünyada bu şekilde kendini pazarlıyor.

► Türkiye özelinde baktığımız zaman bahsettiğimiz istihdam oranının tahrip edildiği koşullarda yaşayan ama bir yandan da üniversite eğitimi almış, diploması olan, karşılaştıkları şeyin bilincinde olan insanlar var. Bu insanların sisteme muhalif direniş hareketlerinde önemli bir yer tuttuğuna dair bir varsayım var? Sistemle olan bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok önemli bir sınıfsal analiz sorusu bu. Kapitalizm doğrudan doğruya geleneksel sanayiye dayalı yatırım, birikim ve büyüme olgusundan giderek finansallaşan, değerin belki robotlaştırılmış yapay zekâ üzerinden yaratılıp yaratılan değerin de yeniden katmerlendirildiği bir sınıfsallaşma içerisinde. Bu aşamada çok geleneksel sanayi işçisinin, hele hele örgütlenme olanağı bulmuş ve sermayeden de birtakım haklar kopartıp şimdi de o haklara sıkı sıkıya bağlı olan geleneksel sanayi işçisinin giderek sınıfsal mücadeleden uzaklaştırıldığını görüyoruz. Bunda sendikasızlaştırma baskısı, emeğin politik örgütlenmelerinin ve liderlerinin büyük bir siyasi baskı altında olması ve susturulmasının etkisi var. Bütün bu faktörlerden sonra çok paradoksal olarak örneğin Marks’ın sözleriyle 'kapitalizmin mezar kazıcıları olması gereken' Kocaeli-Bursa hinterlandı bugün İslamcılığın, dini cemaatlerin oy deposu haline dönüşmüş durumda. Sosyal demokrat bir nüveye bile tahammülün olmadığı gericilik merkezleri olarak kapitalizmin sanayi merkezlerinde olabildiklerini görebiliyoruz. Bu çok paradoksal bir durum.

Öbür taraftan Türkiye özelinde KPSS ve üniversite sınavları gibi sınavların nasıl çarpıtıldığını, yandaşlara peşkeş çekildiğini, geleceğinin çalındığını gören genç, eğitilmiş hatta internet, yabancı dil, teknoloji olanaklarına sahip son derece hızla bilinçlenen bir genç nüfus var. Bunu ben meslektaşlarım arasında da kendi gözlemlerim arasında da çok sık duyuyorum. Mesela 1980’ler kuşağı böyle değildi. 1980’ler kuşağı neoliberalizmin tam tahakkümünü çektiği, Reagan, Özal, Thatcher gibi dünyadaki neoliberal karşı devrimin en şiddetle hüküm sürdüğü bir zamanda yaşadı. 1980’ler 1990’lar kuşağının apolitik olmakla suçlandığı, bencil olmakla suçlandığı bir kuşaktan, şimdi biraz küreselleşmenin, sosyal medyanın olanaklarıyla Avustralya’daki yangınlardan, Şili’deki siyasi uyanışa anında ulaşabilen, anında haberleşebilen ve çok çabuk örgütlenebilen yepyeni bir nesil var. Bunlar sadece kendi yerel sorunlarıyla değil; dünyaya, dünya yurttaşı, vatandaşı olarak bakabilen ve gene de sosyalizasyonunda Marks’ın deyimiyle sınıf bilincine uluslararası, enternasyonalist bilince, gerçek bilince ulaşabilen bir işsiz veya iş bulmakta zorlanabilen, hayallerinin çalındığını hissedebilen bir gençlik var. Bu bize çok büyük bir umut veriyor.

► Bu alanın dinamiklerine baktığımızda sendikalar gibi genel emek alanlarında örgütlenemediklerini görüyoruz. Bir emek dinamiği olarak bu işsiz nüfusun örgütlenme olanaklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Burada da tarihin çok sert dönüşümlerinden birini yaşadığımızı düşünüyorum. Eğer çok dramatize kaçmayacaksa “Emperyalist iç savaşa karşı bunu bir devrime dönüştürelim” diyen Bolşeviklerin dönüşümlerinden birini yaşıyoruz. Bir yanda sıkı sıkıya tüzük, parti disiplinine bağlı, çekirdek bir Leninist Parti, Leninist örgüt, çekirdek bir örgüt ona sıkı sıkıya bağlı kitleler ve proleterya demokrasisi altında kitleselleşmesi umulan bir devrimci hareket beklentimiz var. Türkiye ve dünya solu, ciddi şekilde siyasi baskı ve açık faşizmden geçti. O yüzden bunu iyice düşünerek dikkatlice ifade etmek gerekiyor. Bu solun beceriksizliği ya da yanlış bir örgütlenme peşinden koşmasının değil, açık faşizm altında 1980’ler Türkiye’sinin ve dünyasının yaşandığı acımasız saldırının da sonucu. Sonuç şu ki kitlelere ulaşamıyoruz. Bugün bu anlamda teorik, kuramsal olarak ciddi anlamda tutarlı ve parti disiplini içerisinde bir araya gelmiş insanlarımızın sayısı ne yazık ki 21. yüzyılın kapitalizminin sorunlarının etrafında bizi buluşturmaya yetmiyor. Özellikle de genç nüfus açısından…

Bugün sistem; evinden çalışma, yarı zamanlı çalışma, 7-24 sürekli online olma, bütün beşeri sermayeniz sermayenin kârı için kullanıldığı, tasarım sürecinin parçalanmış üretim zincirleri içerisinde her dakika aktif olabilme, böyle bir çalışmayı dayatıyor. Ve paradoksal olarak teknolojinin getirdiği beceriler sistemin kendi mezar kazıcılarını üretiyor. Bu beceriler insanların dünyanın sorunlarını kapitalizmin yarattığı çelişkileri birbirleriyle paylaşmak, deneyimlerini paylaşmak konusunda da engin, sınırsız bir olanak yaratıyor. Nasıl fordist, kitlesel üretim sendikaları on binlerce, yüzbinlerce işçinin bir arada olmasının olanaklarını kullanıyorlardı. Şimdi de esnekleştirilmiş parçalanmış fakat sürekli olarak online iletişim halinde olan kitleler bu sefer olanakları haberleşmek, örgütlenmek birbirine destek sağlamak için kullanabiliyorlar. Gene bu kullanımın sadece imzalar toplayarak vicdan rahatlatmanın ötesinde reel olarak sokağa sahip çıkarak, reel olarak demokratik kurumlara, tüketici hakları örgütlerimize, çevre örgütlerimize, kadın örgütlerimize yerel veya uluslararası düzeydeki bütün sivil toplum örgütlerine sahip çıkarak bunu yapabilecek noktadayız.

Genç nüfus Avustralya’daki iklim katliamını görüyor, Şili’deki hareketleri görüyor, Bolivya’daki insanların evindeki Amerika’nın örgütlediği darbeye karşı olan direnişi görüyor veya ülkemizdeki kadın cinayetlerini görüyor. Dolayısıyla bu tip son derece somut kapitalizmin tam kendisi olan sorunlara kitleselleşmenin yolu dar anlamda örgütlenmiş, siyasi otoritesi ciddi olarak güçlü merkezi örgütlenme biçimlerinden kullanışlı olmadığını görüyoruz.

Dünya sosyal forumu öznesinde belirginleşen veya tek tek somut olaylar -Gezi’nin de altını çizmek gerekiyor- etrafında son derece hızlı bir şekilde örgütlenebilen, sokağın üzerinden siyaset sahnesinde yer alabilen aktif bir genç hareketimiz var. Fakat bunun da tehlikeli bir tarafı var. Şu veya bu şekilde ya medyanın tahakkümü ya doğrudan doğruya polis şiddeti veya başka bir yolla sorunlar geçiştirildiği noktada da bu tip örgütlenme biçimleri dağılıveriyor. Saman alevi gibi sönüyor. Bu örgütlerin kalıcı olmasını sağlayacak bir sekretarya biçimine hâlâ ihtiyacımız var. Merkezi değil, yatay fakat yatay olduğu sürece de gevşek ve dolayısıyla heyecanın bir yerde kanalize edilip tutulamadığı noktalarda da yitirilen örgütlenme biçimlerinin tehdidi karşısındayız. Evet, merkezi disiplin kitleselleşemedi fakat kitleselleşen olguların da bir şekilde merkezileştirilmesi, bir araya getirilmesi gerekiyor. Bu örgütsel diyalektiği nasıl çözeceğiz? Kendi yollarında birbirlerini hiç tanımayan insanların somut olaylar etrafında bir araya gelip sonra tekrardan dağılması ve o kinetik enerjinin potansiyelin değerlendirilememesi herhalde dünya devrimci hareketinin en büyük sorunu olarak görülüyor. 21. yüzyılda antikapitalist, kapitalizmi dönüştürecek, sosyalizme taşıyacak bir devrimci hareketin örgütlenme biçimlerinin uluslararasılaşma ve merkezileşme arasındaki dengeyi tutturması şu anda en büyük yaratıcılığımız olacak. Küresel ekonomi bize 19. yüzyılın sonundaki Bolşevik devrimcilerin hayal bile edemeyeceği olanaklar, enstrümanlar sağlamış durumda. Öyle zannediyorum ki bu olanaklar etrafında yeni yeni örgütlenme biçimleri gerçekleştireceğiz, var olanları daha kalıcı kılacağız. Genç nüfusun bu olanaklarla 21. yüzyıl dünyası için en büyük umut olduğu düşüncesindeyim.

cukurda-defineci-avi-540867-1.