Büke, “Farklı farklı edebiyat anlayışları var, hepsi de saygıdeğer. Attığımız adımın bile politik olduğunu düşünüyorum. Başka türlü olamayacağım için de böyle yazıyorum. Edebiyat kimsesizlerin kimsesidir” diyor

Gerçekçi, hüzünlü  ve umut dolu öyküler

FUNDA EKİN

Ahmet Büke kendisiyle yapılan bir röportajda “öykü yazmaya nasıl başladınız” sorusuna; “Aslında geç yazmaya başladım. İlk öyküye 32 yaşımda (2002’de) oturdum galiba. Edebiyat büyülü bir dünya idi ama orada yazar olarak da yaşayacağım hiç aklıma gelmemişti. Sevdiğim kitapları okşar dururdum daha çok. Yazmaya biraz arkadaş mavrası olarak başladım. Eski arkadaşlarla kurduğumuz bir mail grubu vardı. Yarı gerçek, yarı uydurma metinler yazıyordum. Hoşuma da gitti öykü yazmak. Arkadaşlarımın dışında beğenenler de oldu. Ama yazdıklarımdan birkaçı arka arkaya Adam Öykü’de yayımlanıncaya kadar pek ciddiye almamıştım. Sonra Necdet Şen, derkenar isimli sitesinde yer verdi yazdıklarıma. Bir polisiye öyküler yarışmasında (Xasiork) dereceye girdim (2002), öyle sürdü gitti. Sebat etmem sanırdım, kendimi de şaşırttım” diyerek yanıt veriyor.

Edebiyat ve politik konulara değinerek yazmasına dair sorulan bir soruya ise; “Farklı farklı edebiyat anlayışları var, hepsi de saygıdeğer. Attığımız adımın bile politik olduğunu düşünüyorum. Başka türlü olamayacağım için de böyle yazıyorum. Edebiyat kimsesizlerin kimsesidir” diyor. Yazarın verdiği bu cevabın edebiyata ve yazıya yüklediği anlamı ve de yazış şeklini tanımladığını söyleyebiliriz. Tam da tarif ettiği gibi gündelik yaşamdan yola çıkarak, hikâyelerin içindeki politik tarafın altını çiziyor.

İNSANA DAİR HER ŞEY

Ahmet Büke yazarken çok farklı biçimlerde yazmayı tercih ediyor, yeniliklerden, denemelerden kaçınmıyor. Tüm kitapların ve hikâyelerin ortak noktasında ise memleketin insan manzaraları var. Hikâyelerin ağırlıkla Ege'de geçtiği bir gerçek, doğup büyüdüğü toprakları ve oraların hikâyelerini, kendi hatıralarını da seven bir yazar Büke. İnsan olanın başındaki her türlü dert; savaştan yoksulluğa, ayrımcılıktan enseste her türlü musibet; devrimcilikten aşka, arkadaşlıktan komşuluğa her türlü güzellik, yani insana dair her şey var yazarın öykülerinde. En çok da samimiyet ve umut var. Çok konuşmadığı belli, bakarak, dinleyerek, gözleyerek biriktirmiş biriyle tanışma hissi veriyor okurken. Sait Faik için ‘Hepimiz onun sandalından çıktık’ demiş yine bir röportajında, Ahmet Büke öykülerini okurken fazlasıyla düşünülüyor Sait Faik. Hem okurken hikâyeye katılıyor, ayrıntılarla, karakterlerle bir film izliyormuş hissiyle gözünüzde sokakları, hesaplaşmaları, hayatları, canlandırabiliyorsunuz. Öykülerin kahramanlarıysa gündelik hayattaki herkes. Galatasaray anneleri de var, tütün işçileri de; dertli kitap okuyan bakkal da var, kitabı sonunda çiğdem külahı olur çocukların elinde diye sevinen yazarı da; eski sevgilisi de, devrimcisi, işçisi de. Bu yüzden de gerçekçi, bazen bir o kadar hüzünlü, bazen de tam tersi komik ama hep samimi öyküler diyebiliriz, Ahmet Büke öykülerine.

'CÜMLE MAHLUKAT VARMA TELAŞINDAYDI BİR YERLERE...'gercekci-huzunlu-ve-umut-dolu-oykuler-664360-1.

Yazarın yeni ve son öykü kitabı ‘Varamayan’ yine çeşit çeşit insanı, hayatı, yolculuğu anlatan 12 öyküden oluşuyor. Kitap, 30 sayfalık uzun bir öyküyle başlıyor. Bu öykü, kitabın ana çatısını, temasını belirleyen öyküsü. Borlulu Ahmet’in askerliğiyle başlayan, geri dönüşlerle çocukluğu, köyü, anası ve terhis olup Akhisar trenine binişiyle devam eden bir yolculuk öyküsü. Başçavuşa emanet edilen Borlulu Ahmet’in çocukluk yıllarını, aklının nasıl kıt hale geldiği, ardından askerlik macerasını okuyoruz öncelikle ama asıl öykü askerden terhis olup memlekete doğru yola çıkmasıyla yaşanmaya başlıyor. Öykü Gelibolu, Akhisar, Soma’da ve elbette yollarda geçiyor. “Cümle mahlukat varma telaşındaydı bir yerlere…” cümlesiyle biten öykü, aslında devam eden bir arayışı, vardıklarımız kadar varamadıklarımızla dolu yolculuklarımızı düşündürerek son buluyor.

VARDAMADIKLARIMIZA DAİR

Borlulu Varamayan Ahmet’in hikâyesiyle çocukluluğa, memlekete, erkekliğe, askerliğe, anneliğe, yolculuklara, hayata, varamadıklarımıza dair çok şey düşündürüyor. 2. bölümde ise aşktan işsizliğe, komşuluktan öğrenciliğe değişik konularda birbirinden keyifli 11 kısa öykü yer alıyor.

Yazar, Ejderhanın Endişesi’nde işsiz kalan bir adamın hikâyesinde sadece adamı değil, kedi ve bir ejderhayı da konuşturarak ustalıkla hüzün ve neşeyi aktarabilirken; ‘Hayat Tuhaf’ta elindeki kötü haberli zarfla Yeni Hayat Bakkaliyesi’nde Leyla Hanım’a iç sesiyle açılan kahramanımız “Annem felaket felaketi çeker, derdi. Annelerin her dediği çıkmaz. Yoksa hayat böyle tuhaf ve güzel olmazdı” diyerek öyküye devam ederken bize her kötü durumda umut etmeyi hatırlatıyor.

‘İnsan İlişkileri ve Buzdolabı’ öyküsü de çarpıcı bir üslupla aktardığı öykülerden biri:

“A. Giriş

Merhaba.

Adım Cihat: Öğrenciyim.

Yakın geçmişte hayatımda sırasıyla şunlar oldu.

•Mide fesadı geçirdim,

•Birden buzdolabımız oldu,

•Karşı komşumuz Celil Bey sizlere ömür”

diye başlayan öyküde, bir öğrenci evi hayatı, astsubay karşı komşu, yalnızlık, yoksulluk, açlık ve yoksunluğu 3,5 sayfada bir buzdolabıyla anlatırken “Biliyor musunuz, içinde eser miktarda da olsa yiyecek olan bir buzdolabı gerçekten karşılıklı saygıyla yürüyen insan ilişkilerinin temelini oluşturuyor” diye bitirdiği öyküde temel hayat bilgisini paylaşıyor bizimle.

VAR OLAN TEK OKUR

Ahmet Büke Yüklük’teki “Sait Faik'in Diyeceği Var” öyküsünde: "Çok düşündüm, neden bunları yazdım, diye. Burada insanın vakti bol oluyor. Sonra anladım ki, hep var olduğunu düşündüğümüz bir okur için yazıyoruz bir hikâyeleri. Orada, bilmediğimiz bir yerde, cumbalı bir evde ya da apartman dairesinde, belki çocukları doyurmuş, çantalarını hazırlamış, yakalarını, önlüklerini takmış, sonra iki gözlerinden öpüp uğurlamış biri için yazıyoruz. Sabahın hayhuyu geçtikten sonra ferahlayacak. Belki de koşarak işe gidecek. İncire ya da tütüne. Yolda, Selçuk vapurunda iskele tarafına, bahar güneşine oturup kitabını açacak. Bizim hikâyemizi okuyacak. Mesut olacak ve huzurla saçlarını geriye atacak. Sonra da çaycı çocuğa gülümseyecek. Ha? Olmaz mı? Belki de biz işte onun için, bizi seven sadece bir okur için yazıyoruz bütün bunları” der.

Velhasıl, bizim için yazmış Ahmet Büke. Varamayan da keyifle, bir çırpıda okunacak kitaplarından biri.

AHMET BÜKE’NİN 8. ÖYKÜ KİTABI

Ahmet Büke, Ölümsüz Öyküler Yayımevinin düzenlediği Xasiork 2002 Kısa Öykü Yarışması’nda ‘Kayıp Dua Kitabı’ isimli hikâyesiyle birincilik ödülü kazanmış, Öyküleri, e edebiyat, Adam Öykü, Özgür Edebiyat ve Patika dergilerinde yayımlanmış, 2008’de yayımlanan ‘Alnı Mavide’ adlı kitabı, Oğuz Atay Öykü Ödülü’nü, 2010’da yayımlanan ‘Kumrunun Gördüğü”’kitabı ise Sait Faik Hikâye Ödülünü almış bir yazar. İlk öykü kitabı “İzmir Postası’nın Adamları” 2004’te yayımlanmış. ‘Varamayan’ Ahmet Büke’nin sekizinci öykü kitabı. Ayrıca çocuk kitapları da yazıyor.