Gezi Davası Tebliğnamesi’ne ilişkin gerçek olan bir şey varsa o da bu kötü yazılmış senaryonun bir hukuk belgesi kabul edilerek, cezalandırılmamıza dayanak tutulmasıdır. Bu gerçekle yüzleşmek için lütfen okuyun.

Gerçeküstü bir yargı hikâyesi
Fotoğraf: Depo Photos

Dr. Öğr. Üyesi Tayfun KAHRAMAN
Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).

Benim de içlerinde yer aldığım 6 kişinin 15 aydır, Osman Kavala’nın ise 6 yıldır demir parmaklıklar arkasında tutulduğu trajikomik Gezi Davası’nda son sahne başladı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan Tebliğname taraflara iletildi. İddianame ve esas hakkında mütalaada yüzlerce sayfa ile anlatılan gerçeküstü hikâye, bu kez başka ve daha fantastik bir kurgu halinde 77 sayfada işlenmiş. Sevgili Timur Soykan yazısında Tebliğname içeriği için “delil yerine hayal dünyası” diyerek yerinde bir benzetme yapmış. Gezi Davası’nda dosyayı eline alan savcılar gerçek dünyanın ve hukuksal metinlerin tekdüzeliğinden sıkılmış olacaklar ki her biri ayrı bir gerçeküstü hikâye çıkarıyor. Hayal dünyamızı zorlayan bu metinlerin bize yaşattığı gerçeklik ise çok somut bir hukuksuzluk ve zulüm. Bu nedenle bu saçma hikâyenin bir an önce bitmesini bekliyoruz.

Daha önceki kurgulardan farklı olarak bu kez, Gezi Direnişi uzun zaman önce tasarlanmaya başlanmış uluslararası bir komplo olarak ele alınmış. Elbette yine ortada bu örgütlenmeye dair bir delil, somut bir olgu, birbirleri ile bağlantılı olaylar dizisi ya da ne suç işlediğimize dair veri yok. Osman Kavala üzerinden Gezi’yi karalayan ucuz komplo dizisinin senaristlerinin kalemine dahi yakışmayacak, olayların kronolojisinin, aralarındaki sebep sonuç ilişkisinin ve sanıklara biçilen roller arası bağlantıların, hatta olayların kendisinin bile mantıksal tutarlılık göstermediği kötü yazılmış bir senaryo var ortada. Yani yine ‘Hiçbir şey olmasa da bir şeyler oldu’ biçiminde özetlenen akıl, mantık ve insaf dışı anlayışa yargısal kılıf hazırlanmış. Belki de bu kötü senaryonun en saçma yanı memleketini seven milyonlarca insanın Geziye katıldıkları için terörist ve darbeci olarak yaftalanması. Normal şartlar altında yeteneksiz bir senaristin işlerine gülüp geçilebilir ama bu tebliğname bizlerin yaşam ve özgürlüklerimizi gasp etmek ile tehdit ediyor. O nedenle elimizdeki belge yalnız bizler için değil, hukuk devleti ve demokrasiden bahsetmek bir yana, asgari akıl ve kanunun geçerli olduğu bir ülkede yaşamak isteyen herkes için ciddiye alınması gereken bir metin.

TEK BİR DELİL YOK

İlk iddianameden bu yana Gezi’de iktidarın görmezden geldiği itirazlara yönelik orantısız şiddetinin kabarttığı öfkeyle, çok farklı duyarlılıklarla, ama adalet talebinde ortaklaşarak, kendiliğinden 78 ilde sokağa çıkan milyonların özgürlük taleplerini seslendirdiği barışçıl protestoları kriminalize etmeye çalışan iddia makamı, bu kez olayları etki ajanlarının faaliyetlerine bağlıyor. Fakat gerçekdışı bu tanımlamayı delillendirmeye bile gerek duymuyor. Komplo yazarlarının kitaplarından yaptıkları alıntılara dayanarak, hiçbir şeyin göründüğü gibi olamayacağını ön kabulüyle somut gerçeklik ve delillere dayalı bir iddia ortaya koyma gereği bile hissetmeden kendi gönüllerince alternatif bir gerçeklik inşa ediyorlar. Son hakikat bükücü savcımız bu komplo teorilerini anlatırken, itirazlarımıza esas olarak dosyaya sunduğumuz delillerden, hiç dinlemedikleri tanıklarımızdan, FETÖ’cü savcı ve hakimlerin hukuksuz biçimde yaptıkları telefon dinlemelerinden (ki hiçbiri suç unsuru içermiyor) hiç bahsetmiyor. Aslında Gezi’de yaşanan ve milyonların hafızasında taze olan gerçekleri değil, iktidarın siyasi amaçları doğrultusunda yakın tarihi yeniden yazmak ve bu ülkenin gördüğü en haklı kitlesel hareketi suç ile ilişkilendirmek üzere hazırlanan kurguyu anlatıyor. O nedenle bugüne kadar bizlerin gerçekleri ortaya dökmek üzere yaptığı tüm delil tartışma, tanık dinletme gibi girişimleri mahkeme salonunda sonuçsuz kaldı, çünkü oluşturulan resmi tarih tezinde Gezi’nin bir kalkışma olarak not edilebilmesi için karalanarak kriminalize edilmesi gerekiyor. Kentine, ağacına sahip çıkanların gördüğü şiddet üzerine vicdanının sesini dinleyerek sokağa çıkan çok farklı toplum kesimlerinden örgütsüz milyonların etki ajanları ve teröristlerin yönlendirmesi ile hareket ettiği anlatılıyor. Bizlerin cebir ve şiddete başvurduğuna, bunları teşvik edip övdüğüne dair tek bir delil sunamayan savcılık Gezi’de yitirdiğimiz canlarımız için de bizleri sorumlu tutarken onların nasıl bu hayattan koparıldıklarını anlatmıyor.

Bununla da yetinmeyerek mahkeme salonlarında karşılanana kadar, birbirlerini hiç görmemiş, hiç konuşmamış olan insanların örgüt olduklarını, sivil toplum ve meslek odası faaliyetlerinin hükümeti devirmeye yönelik faaliyetler olduğunu iddia edecek kadar ileri gidiyor. Bu faaliyetlerde bir cebir ve şiddet unsuru olmasa da, hiçbirimizin şiddet yoluna başvurduğunu söyleyemese de niyet etmişlerdir diyerek bu işi de kendince kitabına uyduruyor. Tüm bunların üzerine de 20 yıl önce katledilen ve katil zanlısı yakın zamanda yargı kararıyla tahliye edildikten sonra firar ettirilen Necip Hablemitoğlu’ndan alıntılar ile bize etki ajanlığı elbisesi biçerek tüm bu hikâye üzerine bir de FETÖ sosu ekliyor. Merhum Hablemitoğlu’nun uyarılarını zamanında dinlemek bir yana, devlet içinde yapılanan FETÖ’ye çanak tutanlar, hayatlarında FETÖ ile ilişkisi olmamış, hatta mücadele etmiş insanlara, FETÖ’nün lideri ve tüm medya organları Gezi Direnişi’ne karşı öfke saçarak, hükümetten yana tavır aldığı belgeleriyle sabit iken utanmazca FETÖ’cü suçlamasında bulunuyor.

İşte böylece karşımıza sadece bu ülke savcılarının satın alacağı bir komplo hikâyesi çıkıyor. İçinde sevdikleri tüm unsurlar var; uluslararası komplolar, yabancı güçler, Soros, FETÖ, etki ajanları, gizli toplantılar vs. Fakat bir hukuk metninde olması gerekenlere yer verilmemiş, gerçeklik, mantıksal tutarlılık, deliller, tanıklar, sanık savunmaları, somut olaylar ve en önemlisi hukuk.

FANTASTİK HİKÂYELER

Bir de her şeyin kaynağı bir gizli toplantı kurgusu yapılmış ki gerçekten anlatması çok zor. Gezi’de sokak olaylarının bittiği 15 Haziran tarihinden çok sonra 27 Haziran’da sivil toplum çalışmalarına ve sivil inisiyatiflere ilişkin yapılan açık bir toplantı kalkışma hazırlığı olarak paketlenmiş. Çok sayıda ve birbirini daha önceden tanımayan insanların katıldığı bir toplantı, içeriğine ve ne konuşulduğuna yer verilmeden, çok gizli bir toplantı havası verilmeye çalışılarak üst aklın işi olarak lanse ediliyor. Oysa toplantı ile ilişkilendirilerek eğitimler yaptılar dedikleri telefon kayıtlarının bu toplantı ile ilgisi olmadığı  açıkça görülüyor. Fakat savcı komplo hikâyesine daha da gizem ve milliyetçi hassasiyet katmak üzere bu toplantıdan sonra Taksim Dayanışması’nın bir unsuru olmayan forumlardan etnik kökenlerine göre seçilmiş 3 ve 5 kişilik gruplar halinde insanları eğitimlere aldığımızı söylüyor. Tüm bu anlatı üzerine 27 Haziran’da yapılan bu toplantı sonrası yapılan eğitimler ile eğitilenlerin 15 Haziran’da biten Gezi Direnişi’nde en ön saffa yollanarak çatışma ortamı yaratıldığını iddia ederken de bir mantık aramıyor. Aynı şekilde bu toplantıya katılarak çatışmaları organize etmekle suçladığı bizleri toplantıdan çok önce polisin gaz bombası kapsülüyle yaralanarak hayattan koparılan canımız Berkin’in kaybından sorumlu tutması ile de bir tür zaman yolculuğu bu fantastik hikâyeye iliştirilmiş. Benzer daha çok örnek verilebilir. Yazarın da devletin güvenlik ihtiyacına dair atıfta bulunarak bilimsel bir ciddiyet devşirmeye çalıştığı Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde en alt basamaklardan yukarı çıkamayacak şekilde yoksul ve yoksun bırakılmış milyonların bulunduğu ülkemizde bu hikâyelerin gerçekliğine inanabilecek olanların olması ayrıca acı verici. Bu tutarsız, mantık sınırlarını zorlayan absürt hikâyeler ve kurgular nedeniyle bizler çok uzun zamandır, neredeyse 15 aydır cezaevinde, sevdiklerimizden ve özgürlüğümüzden yoksunuz. Dolayısıyla büyüklere masallar anlayışıyla yazılmış bu komik kurguya gülecek halimiz yok. Bu nedenle beklentimiz bu absürt hikâyelere prim vermeyecek gerçek hukukçuların elinde yapılacak bir yargılama ile hukuksuzluğa son verilmesi. Bu ülkede gerçek hukukçular olduğuna ve üst yargı organlarının hâlâ hukuktan yana karar aldığına inanmak istiyoruz.

Bu tebliğnameye ilişkin gerçek olan bir şey varsa o da bu kötü yazılmış senaryonun bir hukuk belgesi olarak kabul görerek bizlerin cezalandırılmasına dayanak tutulmak istenmesidir. Eğer bu acı gerçekle yüzleşmek isterseniz lütfen bu tebliğnameyi okuyun.