Gericilerin ellerinden ülkeyi kazanma mücadelesi

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

Halkın açlık ve sefalete sürüklendiği; sokaklarda şeriat çağrılarının yükseltildiği bir ortamda yerel seçimlere gidiliyor. Mayıs seçimleri sonrasında H. Fidan ve İ. Kalın önderliğinde emperyalist merkezlerde desteğini artırmaya çalışan iktidar, içerde de gerici güçlerin önünü açarak ayakta kalmaya çalışıyor.  

*** 

Yerel seçimler İstanbul üzerindeki bir mücadeleye odaklanmakla birlikte, asıl süreç yerel seçim sonrasında başlayacak. AKP her ne kadar Mayıs seçimlerini kazanabilmiş olsa da MHP ile gerici ittifaklarla genişlese de iktidara tutunmakta giderek zorlanıyor.

Hatırlanırsa Mayıs seçimleri öncesinden başlayarak başkanlık seçimi için yüzde 50 barajının düşürülmesi tartışması bizatihi AKP’nin merkez kadrolarınca başlatılmış bu öneri Erdoğan’ın da desteğini alırken, Bahçeli duvarına çarpmıştı. Mayıs seçimleri sonrasında da anayasa tartışmaları bağlamında da bu öneriler ileri sürülmeye devam ediliyor. Erdoğan’ın “son seçimim” çıkışının ardından da iktidar saflarından anayasanın yeniden düzenlenmesi gerekliliğine ilişkin görüşler ileri sürülmeye başlandı. Erdoğan ve AKP’nin sonuçta tek adam rejimini tahkim edecek ve ayakta tutacak yollar aramaya çalışacağı kesin. Bunlar önümüzdeki dönemde yeni anayasayı da içerecek bir mücadele döneminin başlayacağının işaretleri olarak görülmeli. 

Ancak böyle bir sürecin AKP’nin dilediği istikamette ilerleyeceğini, her düşündüklerini hayata geçirebileceklerini düşünmek doğru olmaz. Kaldı ki böyle bir sürecin mümkün olabilmesi iktidar blokunun yeniden düzenlenmesini içerecek bir altüst sürecini de zorunlu kılıyor. 31 Mart sonrasında açılacak yeni dönemde çürümüş rejimin ayakta kalabilmesi adına bir dizi hamleyle, taşlarının da yeniden dizileceği bir döneme girileceğini söylemek mümkün. 

DÜZEN MUHALEFETİ REJİME TESLİM 

Bugünden üzerinde durulması gereken en önemli nokta muhalefetin neredeyse bütünüyle rejime teslim olması. DEM Parti’nin son dönemde anayasa tartışmaları üzerinden ortaya koyduğu müzakereci politika işaretleri de CHP’nin sağa açık politikaları da AKP için önemli bir manevra alanı oluşturmaya devam ediyor. İYİP ve ötekilerin hızla rejimle uzlaşmaya yönelirken, Mayıs seçimlerinde AKP ile ittifak yapan YRP’nin kopuşu da taşların yeniden dizileceği bir dönem olacağını ortaya koyuyor.  

ŞERİAT SEFERBERLİĞİ 

Yerel seçimlere böyle bir ortam içinde gidilirken, bütün bir ülke ve siyaset gelinen noktada böyle bir sağ gerici çizgiye hapsedildiği gerçeği bir kez daha karşımıza çıkıyor. Muhalefet de 12 Eylül sonrasında ABD politikalarına bağlı olarak geliştirilen bu tutucu sağ fikirlerle uzlaşarak kazanabileceği yanılgısı içinde sağcılaşmaya ve onun içinde büyüyen şeriatçı ataklara alan açmaya devam ediyor.  

İktidar partisi için ramazanın oluşturacağı dinsel taassup havası seçimler için bulunmaz bir fırsat. Toplumsal desteklerini adım adım kaybeden iktidar Mayıs seçimlerinde bir eşik aşmış olsa da sonunda derinleşen sosyal bunalım karşısında çaresiz. Öyle ki adeta ölüme terk edilen emeklilerin maaşına zam konusunda Erdoğan kılı kırk yaran hesaplarla neden imkânsız olduğu açıklamaktan başka çare bulamıyor. Böyle bir atmosferde iktidar için tek seçenek olarak bu yoksulluğun ve adaletsizliğin üzerinin örtülmesi için dinselleşmenin yoğunlaştırılmasından başka bir yol kalmıyor. Bütün gerici kesimlerin önü açılarak adeta bardaktan boşalırcasına bir şeriat seferberliğinin başlatılması bir yanıyla bununla ilgili.  

Öte yandan da AKP uzun zamandır tek başına iktidarı elinde tutacak bir güç olmaktan uzaklaştı. MHP ile kurduğu ittifak Başkanlık Sistemi’ne geçiş ve sonrasında iktidarda tutunmasında önemli rol oynasa da artık onun da yetmediği kritik bir aşamaya gelinmiş durumda. Mayıs seçimleri öncesinde Hüda Par ve Yeniden Refah’la uzlaşma aranarak ittifakın genişletilmesi zorunluluğu da bunun bir ifadesiydi. Buna rağmen seçimler muhalefetin büyük yanlışlarının belirleyiciliği altında ancak az bir farkla kazanılabildi. AKP bu güç kaybını telafi etmek için tarikatlardan cihatçı örgütlenmelere kadar tüm radikal İslamcı unsurların aktif desteğine ihtiyaç duyuyor. Dinsel bir anayasadan eğitimin tümüyle din merkezli düzenlenmesine varan talepler ve bu yöndeki adımlar bu kesimlerin de arzusu olarak hayata geçiriliyor. Öte yandan bu gerici odaklar devletin çekirdeğinde de her geçen gün kadrolaşarak iktidarın bir paydaşı olarak hareket ediyor. Bu da ülkenin geleceğinde bugünden daha büyük bir gerici riski ortaya çıkarıyor.  

GERİCİLİĞE KARŞI DEVRİMCİLİK 

Muhalefet güçlerinin bu şeriat çağrılarıyla yükseltilen gericilik karşısında nasıl bir politika izlemesi gerektiği de kuşkusuz ki önemli bir tartışma konusu olmalı. Görülüyor ki CHP başta burjuva muhalefet güçleri bu konuda büyük bir sessizlik içinde. Hatta, şeriat karşıtı bir muhalefet hattının AKP’nin oyun sahasına çekilerek onun güçlenmesine vesile olacağı yönündeki görüşler de var.  

Oysa bugün ülkemizde bu gerici ataklar gerçek bir riski ifade ediyor. Türkiye’nin bugünden yarına bildik anlamda şeriat rejimine geçeceği anlamına gelmiyor elbette. Ancak bugün kadın haklarını adım adım yok eden, özgürlükleri ve laikliğin başta eğitim olmak üzere tüm alanlardaki birikimlerini yok ederek kurulan fiilî şeriat rejiminin derinleştirilmesine dönük bir çaba içinde olunduğu da açık bir şey. Böyle bir mücadele tüm emekçileri büyük bir geleceksizliğe sürükleyen sömürü düzeninin üzerindeki din örtüsünün kaldırılması için de bir zorunluluk. O yüzden mücadele mutlaka bu cephede de sürdürülmeli; elbette tüm sosyal haklar gasp edilerek yaratılan yoksulluğa karşı neoliberal kapitalist sömürü düzenini hedef alan mücadelelerin de bir parçası olarak… Kaldı ki karşımızdaki bu siyasal İslamcı rejim doğrudan Amerikan emperyalizminin Ortadoğu politikaları doğrultusunda şekillendirilmiş; neoliberal kapitalist sömürü politikalarıyla birlikte tüm dünyada dinsel ve mistik akımların yükseltilmesine dayanan kimlikler siyasetinin bir parçası olarak hayata geçirildi.  

Şeriatçılığa karşı mücadele, eğitimdeki dönüşümden kadın haklarına saldırıya kadar somut hedefler etrafında ülkenin tüm ilerici birikimlerini birleştirmeyi hedefleyerek ilerletilmeli. Mücadelenin sivri okları Amerika’nın politikalarına bağlı olarak gerçekleşerek bugünlere getirilmiş siyasal İslamcı rejimin emperyalizme ve neoliberal kapitalist sömürü düzeni içinde rolüne yöneltilerek… 

*** 

AKP’NİN İÇİNDEN YÜKSELEN GERİCİ MUHALEFET: YENİDEN REFAH

Yeniden Refah Partisi, iktidarın özellikle ekonomi politikalarının yarattığı hoşnutsuzluğun sonucu olarak AKP’den uzaklaşan muhafazakâr kesimler içerisinde yaygınlaşarak ciddi bir çıkış yakaladı. İktidarın ortağı veya destekçisi olmamanın avantajı ile AKP’den çok daha radikal, gerici talepler etrafında siyaset örgütleyen Yeniden Refah Partisi’nin öne çıkan politikası kadın ve LGBTİ düşmanlığı. Geçtiğimiz yıl hükümet desteği ile örgütlenen LGBTİ karşıtı mitingin de düzenleyicilerinden olan Yeniden Refah Partisi’nin yerel seçimlere giderken sloganı “Ahlak Yoksa LGBT Vardır”.  

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan, LGBTİ hakları konusunda talep ve hedeflerini şöyle açıklıyor: 

“Sözde onur yürüyüşleriyle ahlaksızlığı ve sapkınlığı yaygınlaştırmaya çalışan bu örgütlerle mücadele Yeniden Refah Partisi’nin asli vazifesidir.  

Yeniden Refahlı belediyeler şehirlerimizde bunlarla ilgili her türlü tedbiri alacak. Propaganda, reklam ve faaliyetlerin önünü kesecek adımları atacak. Heykelci belediyeciliğin açtığı toplumsal cinsiyet ofislerini birer birer kapatacağız, 2028’de iktidara gelince de bütün LGBT derneklerini birer birer kapatacağız.” 

GERİCİ İTTİFARK 6284’ü DEĞİŞTİRDİ

Yeniden Refah Partisi, ayrıca 6284 no’lu, kadın ve çocuklara yönelik şiddete dair kanunun ve nafakanın kaldırılması gibi kadın düşmanı talepleri de en yüksek sesle savunan siyasi örgütlenme. Nitekim, YRP’nin başını çektiği İslamcıların baskıları ile geçtiğimiz yıl 28 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde, ilgili kanundaki “kadının beyanı esastır” maddesi, “kadının kanıtı esastır” olarak değiştirildi. 

14 Mayıs Genel Seçimlerinde, özellikle AKP’nin en yüksek oy aldığı İç Anadolu ve Karadeniz kentlerinde yaşadığı düşüşten en çok faydalanan partilerden biri YRP oldu. Yeniden Refah Partisi, geçtiğimiz genel seçimlerde Cumhur ittifakı içerisinde kendi adıyla yer alırken, bu seçimlerde ise AKP’nin karşısında seçime giriyor. 

TALEPLER ORTAK 

Geçmişte kendi kurduğu Halkın Sesi Partisi ile çıkış yakalayıp AKP’ye katılan Numan Kurtulmuş’un aksine Yeniden Refah Partisi, iktidarla mesafesini koruyarak hem oylarını artırıyor hem de bağımsız bir güç olarak gerici ajandasını bir baskı aracına dönüştürebiliyor. 

Bir kulis haberine göre; Yeniden Refah Partisi’nin genel seçimlerde AK Parti’nin Cumhur İttifakı’na katılım şartları ise şunlardı: 

■ LGBT derneklerinin kapatılması 

■ 6284 no’lu kanunun kalkması 

■ Süresiz nafakanın kalkması 

■ Ahlak ve maneviyat öncelikli eğitim sisteminin getirilmesi 

Aslında AKP’nin de uzun yıllardır ajandasında bulunan bu talepler, bugün oy oranlarının zayıfladığı bir süreçte, dışarıdan farklı siyasi partiler ve tarikatlar eliyle de destekleniyor. Örneğin Milli Eğitim müfredatında ve 6284 no’lu kanunda yapılan değişiklik, LGBTİ STK ve dayanışmalarının uzun süredir gördüğü fiilî baskılar, medeni kanunda değişikliğe dair tartışmalar, hem AKP’nin gerici politikalarıyla hem de YRP’nin talepleri ile paralel gidiyor. 

*** 

Allah’ın Partisi HÜDA PAR 

Hüda Par, 1990’larda, ülkedeki aydın, laik kesimlere ve Kürt hareketine yönelik şiddet eylemleri yürütmesi için desteklenen Hizbullah’ın yasal partisi. Türkiye Hizbullah’ı, ismine rağmen Ortadoğu’daki diğer Hizbullahlar ile siyasi bir benzerliğe sahip değil. Bir taraftan görünürde Kürtlerin tanınmaya dair taleplerini savunurken, esasında şeriatçı, mezhepçi bir silahlı örgüt olan Hizbullah, 1990’larda gazeteci Çetin Emeç, kadın hakları savunucusu Konca Kuriş, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, HEP milletvekili Mehmet Sincar’ı katletti. İşkence yöntemi olarak domuz bağı kullanması ile kötü şöhrete kavuşan örgüt, Kürt illerinde gazetecilerden din adamlarına, kadınlara, gençlere birçok toplu işkence ve cinayetten sorumlu. 

Tek Yol Şehadet 

Hizbullah’ın yasal ayağı olarak kurulan HÜDA Par ise, örgütün etkisizleştiği bugünlerde son olarak gerçekleştirdiği şeriat yürüyüşü ile gündeme geldi. Batman’da gerçekleşen İsrail’i protesto eyleminde hilafet bayrağı açan HÜDA Parlılar, “Cenk, Cihat, Şehadet”, “Tek yol Şehadet” sloganları attı. 

Son genel seçimlerde Cumhur ittifakına dahil olan HÜDA Par da diğer bir ortak YRP gibi, AKP’nin gerileyişinden, gerici ajandasını dayatmak ve Kürt illerinde şeriatçı örgütlenmeyi yaygınlaştırmak için yararlanıyor.  

HÜDA Par, YRP’ye benzer şekilde eğitim sisteminin dinselleştirilmesi ve LGBTİ düşmanlığının yanında, imam nikâhının meşrulaştırılması, Tevhid-i Tedrisat kanunun kaldırılarak kız-erkek okullarının yasallaşmasını savunuyor, bilimsel doğruların mutlak olarak tanımlanmasına karşı çıkıyor. Medreselerin onarılmasını ve burada geçirilen zamanın zorunlu eğitime denk sayılmasını talep ediyor. 

TSK Eğitim Verdi 

Eski bakan Fikri Sağlar, Hizbullah’ın 1990’lardaki örgütlenmesinin devlet destekli olduğunu şu sözlerle açıklamıştı: 

“Hizbullah örgütünün, o zaman PKK'ya karşı devlet destekli kurulduğu söyleniyor. … Süleyman Demirel'in dönemin Batman Valisi'ne 800 kişilik bir silahlı güç oluşturduğuna dair bilgiler ortaya çıkmıştı. Yine iddia o ki TSK tarafından Hizbullah üyelerine eğitim verildi, 'düşmanımın düşmanı dostumdur' politikasının güdüldü. Bölgede birçok sivil cinayetlerin faili olduğu da anlaşılmıştır. Milletvekili Mehmet Sincar da bu şekilde öldürüldü.” 

*** 

TARİKATLAR NE İSTİYOR? 

Cumhuriyet sonrası yeraltına inen ya da cami cemaati şeklinde gizlenen tarikat, cumhuriyet karşıtı odakların, toprak ağalarının, ABD destekli siyasi oluşumların birer oy/kitle tabanı oldu. İslamcılığın ve en genel anlamda sağcılığın ülkedeki seyriyle paralel bir seyir izlediler. İslamcılığın sola karşı teşkilatlandırıldığı dönemlerde kimi zaman kadro desteği kimi zaman vurucu militan desteği veren bu kesimler, pek çok şekillerde palazlandırıldı. ABD karşıtı protestolar dahi dinci saldırılarda, katliamlarda hep bu kesimler kullanıldı. Türkiye’de komünizm tehdidine karşı siyasi İslam’ın desteklenmesi, 12 Eylül darbesinden sonra darbecilerin cemaatlerle görüşüp destek istemesi bu çıkar birliği sonucunda gerçekleşti. Bu çıkar birliği kuşkusuz tek taraflı değildi. Tarikatlar bunların karşılığında “ne istedilerse almaya” başladılar. Talepleri ise ekonomik, siyasi ve hukuki talepler oldu. 

BAKANLIKLAR PAYLAŞILAMIYOR

Süleymancılar, Menzil ve İskenderpaşa ile birlikte devlet içerisindeki en etkin tarikatlardan. 2024 Türkiye’sinde, vergi daireleri, milli eğitim ve içişleri bakanlığında Süleymancılar, Adalet ve Sağlık bakanlığında, Emniyet ve Jandarmada Menzilciler örgütlü. Sağlık bakanı ve yine devlet kademesinde etkin birçok isim İskenderpaşa tarikatı mensubu. 

*** 

EKONOMİK FAALİYETLER 

Bir alt ekonomi kurarak hem bağışlar yoluyla hem de birbirleriyle yaptıkları işler ve kamu ihaleleri sayesinde tarikat sermayesi Türkiye’de büyük bir ekonomik faaliyet alanı buldu. Bizzat şeyhler tarafından kurulan holdingler, kamuyla ilişkileri düzenleyen ve bağış kolaylığı sağlayan vakıflar, geniş bir para kontrolü yarattı.  

Burada Arap ve Körfez sermayesinin bu tarikatlara  bağlı finans kuruluşları ile ülkeye girişinin de rolü büyüktür. 12 Eylül darbesi sonrası ANAP döneminde ÖFK  yasası ile Suudi petro-dolarların ülkeye girişine kolaylık sağlandı. Bu da İslamcı grupların holdingleşmesinde bir mihenk taşı oldu. Kenan Evren döneminin başbakanı Bülent Ulusu’nun hazırladığı ve Turgut Özal’ın ilk başbakanlık günlerinde kabul edip hayata geçirdiği bu yeni bankacılık/finansman kararının Arap sermayesinin ülkeye giriş yapabilmesi açısından alındığını söylemek de mümkün. Nitekim eski başbakan yardımcılarından Ekrem Pakdemirli anılarında, Turgut Özal’ın İslami fonların ülke ekonomisine katılması konusundaki görüşlerinin henüz başbakan olmadan önce şekillendiğini anlatır. 

Tarikat sermayesinin kamu işbirliği ile girdiği en önemli alanlar, sosyal devletin çekildiği eğitim ve sağlık alanları oldu. Sosyal devletin aşındırılması ve neoliberal politikalarla kurulan özel hastaneler ve özel okullar bu çevrelerin özel ilgi alanına girdi. Müritlerini aynı zamanda çalışan ve müşteri/iş ortağı haline getirerek sözde “iş kapısı” yarattılar ve sömürü çarkını kurmuş oldular. Büyük holdingler kuran bu kesimler, devletle kurdukları ilişkilerle kazandıkları imtiyazları bırakmak istemedikleri gibi, her geçen gün daha talepkâr olmaya başladılar. 

YASAL GÜVENCELER 

Cumhuriyet sonrası devrim kanunlarıyla yasaklanan tarikat faaliyetlerinin vakıf-dernek statüleriyle bir çeşit STK gibi sunularak yürütülmesi, siyasal İslamcılar tarafından yeterli güvence olarak görülmez. Bunun anayasal zemininin geliştirilmesi için önümüzdeki süreçte Anayasa tartışmalarında tekrar gündeme gelmesi beklenebilir. Keza fiili olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nda çeşitli protokollerle bu kesimlerin eğitim faaliyetlerinde yer almasına dair yasal güvenceler sunulmaktadır. Bu talepler önümüzdeki süreçte de devam edecektir. 

KADROLAŞMA 

Tarikatlar hem kitle tabanlarına sunabilecekleri dünyevi bir vaat için, hem de gelecekte kendilerini koruyup geliştirebilmek için devlet olanaklarına muhtaçlar. Güvenlik ve adalet gibi kritik alanlarda yerleşerek; müritlerine iş olanağı, toplumsal hayatı belirleyecek güç ve karşılarına çıkabilecek kesimlere şiddet imtiyazı elde etmiş oldular. Kadrolaşma taleplerini devlete sunarken AKP gibi tarikat-cemaat koalisyonu bir partide kimi zaman rekabet de yaşadılar. Tarikatların  kendi aralarındaki ayrım ve rekabetçilik özellikle hukuk ve güvenlik alanlarında kendisini gösterdi. Bir dönem Fethullahçılarla sonra Hak-Yol, Menzil, İsmail Ağa gibi cemaatlerle kendisini gösteren kim daha çok kadrolaşacak yarışı, iktidar içi çatlaklara da yol açtı. 

*** 

TARİKATLARIN TAHAYYÜLÜNDEKİ TÜRKİYE

İktidarla sıkı ilişkileri olan tarikatlar, artık cumhuriyete düşmanlıklarını, şeriat özlemlerini ve devlete sızma amaçlarını saklamıyorlar. 12 yaşındaki çocuğa istismar olayı ile gündeme gelen Uşşaki tarikatı şeyhi Nurullah, geçmişte müritlerine seslendiği bir konuşmasında, tüm tarikat-cemaatlerin özlemlerini özetlemişti:  

“Hele İslami devlet olsun, en güzel sarığı biz saracağız, en güzel cübbeleri biz giyeceğiz. Başörtü meselesi çözüldü değil mi? Ayasofya, Tayyip Bey ‘Bekleyin’ dedi. Ayasofya açıldı. Sarık ve cübbe de... Vakti gelir. 

Devletin kontrol mekanizmalarında olalım. Ne idüğü belirsizler karar mekanizmalarına geçince Müslümanlar sıkıntı çekiyor.”  

Türkiye’de tarikat ve cemaatlerin  devletle ilişkisi, yalnızca propaganda ve faaliyet özgürlüğü ile sınırlı değil. Son olarak 2022’de yapılan araştırmada, Türkiye’de tarikat yurdu sayısının 3.331 olduğu belirlenmişti. Ülkemizde güncel olarak özel yurt sayısı 4.406. (Cumhuriyet) Kamu yurdu sayısı ise 774.  

Kuşkusuz bu uçurum, kira fiyatlarının enflasyonun üzerinde arttığı bir dönemde, özellikle üniversite öğrencileri için tarikat yurtlarını bir mecburiyet haline getiriyor. Fakat tarikatların bugün kamunun 4 misli yurda sahip olması, tabii ki yalnızca kendi çabalarının ürünü değil. KYK ’ya bağlı onlarca yurt, Ensar ve İlim Yayma gibi dinsel grupların çatı örgütü olan, Bilal Erdoğan’ın TÜRGEV vakfına devrediliyor.  

Kamunun işlettiği KYK’ya bağlı yurtlar da tarikat etkisinden azade değil. Ülkedeki birçok KYK yurdunda tarikatlar eğitim, etkinlik düzenliyor, öğrencileri fişliyor. 

*** 

“TARİKATLAR PARA, ŞEYHLER EL VERİYOR" 

12 Eylül öncesi ülkü ocakları başkanlığı ve Karadeniz Bölge sorumluluğu yapmış olan Hüseyin Koloğlu, 1980’e doğru MHP’yi İslamcılaştırma hamlesinin başladığını söyledi. “Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nin bilgisi dahilinde kimi illerde insanlar Menzil’e gönderiliyordu” derken, Vahdet Vakfı’nın cezaevindeki ülkücülere para verdiğini, Nakşi şeyhlerinin ise cezaevlerine ziyarete geldiğini açıkladı.  

MHP’nin özellikle Menzil tarikatı ile ilişkisi bugün hâlâ sürüyor. Son yıllarda, Menzil tarikatının yargıda kadrolaşmasına MHP’nin destek olduğu biliniyor. Devlet Bahçeli’nin baş danışmanlığını yapan ve belediyelerden aldığı milyonlarca liralık ihalelerle gündeme gelen Eyyup Yıldız da yine Menzil tarikatı mensubu. 

*** 

GENÇLERE SUNULAN İNTİHAR VE İSTİSMAR

Kaldığı cemaat evinde yaşadığı baskı sebebiyle 20 yaşında intihar eden tıp öğrencisi Enes Kara, ölümünden önce çektiği videodaki sözler, iktidarın tarikatların insafına bıraktığı milyonlarca gencin durumunu özetlemişti: 

“Bulunduğum cemaat yurdunda namaz kılma ve cemaatin dersine katılmak zorunlu, verdikleri kitapları okumak zorunlu, kendim müslüman değilim, ailem bilmiyor, buradan ayrılmak istediğimi söylediğimde hayır cevabını aldım.” 

Enes Kara’nın intiharı, iktidar eliyle cemaat-tarikat yapılarına mecbur bırakılan gençlerin yaşadığı tek sorun değil. İlk olarak Ensar Vakfı olayı ile ortaya çıkan istismar skandallarına her yıl yenileri ekleniyor. Geçtiğimiz günlerde, Antalya’da Süleymancılara ait bir yurtta 10 öğrenciye istismar edildiği ortaya çıktı. Bu gelişme, sadece Süleymancı yurtlarında son bir yılda ikinci istismar vakası oldu