Son iki haftada biri Buenos Aires’te, diğeri İtalya’da yaşayan iki İtalyan Gladyosu mensubu öteki tarafa intikal etti. Önce sonuncudan başlayalım

Son iki haftada biri Buenos Aires’te, diğeri İtalya’da yaşayan iki İtalyan Gladyosu mensubu öteki tarafa intikal etti. Önce sonuncudan başlayalım. Adı Francesco Cossiga; bu muhterem 1979-80 tarihlerinde İtalyan Başbakanlığı, 1985-1992 tarihleri arasında da İtalya Cumhurbaşkanlığı makamını işgal etti. Rahat yatağında 82 yaşında hayata gözlerini kapadı. Arkasından İtalya’da başta Papa hazretleri (anlaşılan Katolik Kilisesi yüzyıllardır süren katilleri koruma ruhunu terk etmeyecek hiç!) olmak üzere höykürerek, çok gözyaşı döken oldu. O çünkü yaşamını “terörizme karşı mücadeleye” adamıştı. Bu denli sevilesi icraatlarının ilerleyen satırlarda ayrıntılarını vermeye çalışacağım.
Esas oğlana gelince, Giovanni Ventura, o da yaşamını sükûnet içinde Buenos Aires’te ünlü bir restoranın sahibi olarak tamamladı. Onu buralara sürükleyen hikâyesinin kuşkusuz evveliyatı vardır. Ama biz tarihte ilk olarak onun adını 12 Aralık 1969’da Pizza Fontana’da yapılan katliamla ilgili duyuyoruz. Bu saldırı 17 ölüm 88 yaralıyla sonuçlandı. Saldırının yeri ve zamanı özel olarak seçilmişti, çünkü o gün köylülerin oradaki Ulusal Tarım Bankası'na yoğun olarak uğrayacağı bir gündü. Tabii yetkililerimiz hemen caniyi yakaladılar(!). Suçu yıkacak bir anarşist bulduklarını düşündüler. Anarşist bir demiryolu işçisi olan Giuseppe Pinelli kurban olarak seçilmişti. Gözaltına alınan Pinelli, birkaç gün sonra “karakolun 4. katından düşerek öldü”. Aynı zamanda başka arkadaşları da alınmıştı, bunların bir kısmı cezaevinde birkaç yıl geçirmek zorunda kaldı.
Gerçek suçlularsa icraatlarına devam ediyordu, başka katliamlarla. Nihayet Ordine Nuvo (neo-faşist örgüt) üyesi birinin ifadelerinden hareketle G. Ventura ve iki arkadaşına dava açıldı. Mahkeme sürerken katiller ev hapsinde tutuluyordu. Ömür boyu hapis kararları açıklanmadan hemen önce hepsi de bu ev hapsinden kaçmayı bildi. G. Ventura’nınki de “film” gibi. Üç erkek kardeşinden biri ziyarete gelir. İçeride elbiseleri değişirler. Kapıda bekleyen üç jandarma bu duruma iki gün ayılmazlar. Daha sonra kardeşte serbest bırakılır. Ne çok benziyor birbirine, faşistlerin hapislerden uçması değil mi...
G. Ventura sonra 1973’te Buenos Aires’te gözaltına alınır, yaptığı 22 bombalama eylemini itiraf eder. Sadece Pizza Fontana katliamını kabul etmez. Burada eylemin bir biçimde içinde olduğunu ama doğrudan dahil olmadığını belirtir. Arjantin devleti her nedense onu, sadece sürgünle cezalandırır. Daha sonraki yıllarda, büyük olasılıkla cunta döneminde Arjantin’e tekrar yerleşir ve yeni bir yüz edinir. Buralarda anlaşılan sosyete tarafından el üstünde tutulmuş, kendisi zeytinin bile metafiziğinden bahsedebilen bir “entelektüelmiş”. Artık parası sayesinde mi, zihinsel kapasitesi mi çekici geldi bilmem, geçmişini tamamen örttüğü gibi, birçok sol kesimden de dostlar edinmeyi becermiş.
NATO VE ABD BAĞLANTISI
İtalya’da Gladyonun geçmişine bir göz attığımızda, ilk karşımıza çıkan şey, NATO ve ABD ile olan bağları oluyor. Bu doğrultuda ABD’de eğitim alan İtalyan subaylarının marifetlerinin bir parçası olduğunu görüyoruz. (Bazı subayların, bizim de NATO ile ilişkilenmemizle birlikte ABD’ye gidip orada eğitimlerinin bir parçası olarak öğrendikleri judo, karate gibi yakın dövüş sanatlarının ülkede yaygınlaşması ve komando kamplarına kadar uzanan macerası ilginçtir.) Savaş sonrası, gerçekte faşist kadrolar tasfiye edilmeyerek soğuk savaş gereği kullanılmayı önüne koyan, başlangıçta doğrudan CIA’nın denetiminde, devletin normal işleyişine paralel bir güvenlik örgütü oluşturuluyor. Bu örgütün temel hedeflerinden biri, sol ve komünist hareketleri zayıflatmak. Bunun için on yıllar boyunca katliam ve cinayet işlemekten geri durmuyorlar. Bu saldırılar yüzlerce insanın yaralanması ve ölümüyle sonuçlanıyor. Gladyonun bürokrasi, yargı mensupları, basın, akademi, sivil faşist örgütler ve bir kısım “sol” organizasyonlarla iç içeliği söz konusu. Bu arada, yetkililer ne mi yapıyor? Aslında devlet ya da uluslararası anlaşmalarla bağıtlanmış politikalarını uygulamayı sürdürüyorlar. Polis katliamlara ısrarla soldan suçlu bulmaya çalışıyor, yakalanan faşistler genelde hüküm giymeden sırra kadem basıyor. Bizdeki muadili gibi Francesco Cossiga da “bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” buyuruyor.
GARİPLİK KİMDE?
Şimdi aslında gariplik bizde, onlar politikalarını yürütüyor, bizse hâlâ kimden kimi yargılamasını bekliyoruz. Kendi ağızlarından itiraf edildiği gibi devlet politikası olan Gladyo tipi oluşumların mahkûm edilmesi gerçekten mümkün mü? Üç beş katile bireysel suç işlemiş gibi ceza verip, doğrudan suç organizasyonu olan NATO vb’lerinin aklanması mümkün müdür? Üç beş tetikçiye ceza verip, katliamlarda ölen, yaralanan insanların hayatlarını, yakınlarının kayıplarını telafi etmek mümkün müdür?
Hazır laf memleketten açılmışken oralardan bir iki soruyla muhabbeti bitireyim. Çok uzağa gitmeyeceğim, 1980’li yıllar, yüzlerce insan yargısız infazlarda, işkencelerde öldürüldü. İcraatın başında Özal ve Mehmet Ağar vardı. Hadi Özal’ı anladık o babası, peki sayın Ulu Hakanımız Tayyip Han’ın (Allah başımızdan eksik etmesin) acaba Mehmet Ağar’a bir borcu mu vardır ki muhtereme dokunamaz?
Şimdi bazı okurlarımız bu hakan makan nereden çıktı diyecekler elbette, rejim değişiyor ya oradan. Yeni rejimin adı bence monarşi, çok mu abarttım, hadi sizi kırmayayım meşruti monarşi olsun. Böylelikle parlementerler de yüce sultanımızın kudretinin (Cenab-ı Hak zeval vermesin) yanında bir işe yaradıklarını zannetsinler...
Sağlıcakla kalın...