Geçtiğimiz günlerde Gogol’un doğumunun 200. yılı kutlamaları yapıldı...

Geçtiğimiz günlerde Gogol’un doğumunun 200. yılı kutlamaları yapıldı. Kutlamalar sırasında, Rusya ve Ukrayna arasındaki yaratılan tartışma konularına bir yenisi daha eklendi. Gogol Rus muydu, yoksa Ukraynalı mı? Gogol Rus mudur, Ukraynalı mıdır bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Barış dolu bir yurt ve dünya için, “hepimiz” Gogol’un ‘Palto’sundan çıkmaya devam etmeliyiz...

Sizce “Rusya’dan gelebilecek en kötü haber” nedir? Rusya’nın Avrupa’ya doğalgaz akışını yine durdurması? Türkiye’den yapılacak dışalıma ek kısıtlamalar getirilmesi? Gürcistan yerine bu kez Ukrayna’ya asker sokulması? NATO ile ilişkilerdeki yeni gerilimler?...
Doğrusu bu sorunun kendi dönemindeki buna benzer olası “stratejik” yanıtları, Gogol’u pek ilgilendirmiyordu. 1837 Şubatı’nda Gogol için Rusya’dan gelebilecek en kötü haber, “Puşkin’in ölümü” idi!
Gerçekten de Puşkin, eşine ilgi gösteren bir Fransız delikanlısını düelloya davet etmiş, burada karnından vurulmuş ve iki gün sonra da ölmüştü. Yakın arkadaşı olması, hatta Gogol’a “Ölü Canlar” adlı romanını yazma fikrini vermesi gibi özellikler düşünüldüğünde, bu ölümün Gogol’u etkilemesi kaçınılmazdı. Gogol, Puşkin için “o olağanüstü bir olaydır” diyordu.
Gogol 31 Mart 1809’da, yani tam 200 yıl önce, Ukrayna’nın Poltava şehrinin yakınlarındaki Soroçinski köyünde doğmuştu. Çocukluğu ve ilkgençliği köy hayatı ile geçti. Sonra büyükşehir’e, taşı toprağı altın Petersburg’a gitti.
İlk ciddi eserlerini Ukrayna halk hikâyeleri üzerine burada yazdı. ‘Dilanka Yakınlarındaki Çiftlikte Akşamlar’ adlı iki ciltlik kitap, Gogol’un yazar olarak adını duyurmasına yol açtı. Buradaki hikâyelerin çoğunda, annesinden ve anne tarafı akrabalarından duyduğu söylencelerden esinlenmişti.
Sonra diğer eserlerini vermeye başladı: Bir Delinin Hatıra Defteri, Müfettiş, Ölü Canlar ve elbette Palto… Palto’da sokaktaki sıradan insanı anlatmaktaydı Gogol. Sıradan insanın acılarını, yaşanmışlıklarını, yoksulluklarını ve kuşkusuz onların eksikliklerini, cehaletlerini ele almıştı. Soylularca Rus halkını aşağılamakla suçlandı! Dönem, Rusya Çarı 1. Nikola’nın baskıcı dönemiydi. Gogol ise yazdıkları ile sıradan insanın yaşamı üzerinden, düzenin pisliklerini sergilediği, teşhir ettiği inancındaydı. Daha sonra Dostoyesvki “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık” diyecektir.
Zamanla mistik konulara yöneldi ve Filistin’e gitti. Oradan döndükten sonra, 43 yaşında Moskova’da hayata veda etti.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Ukrayna’da Batı ile bütünleşme düşüncesinde bir siyasi anlayış oluştu. Bu anlayış, kendisini değişik siyasal partilerde ifade ediyor. Mevcut devlet başkanı Yuşenko da bu anlayışın savunucularından. Batı ile bütünleşme düşüncesi, Rusya ve Ukrayna arasında değişik alanlarda gerilim ve rekabete neden oluyor. İşte bu “alanlardan” biri de Gogol !
Geçtiğimiz günlerde Gogol’un doğumunun 200. yılı kutlamaları yapıldı. Kutlamalar sırasında, Rusya ve Ukrayna arasındaki yaratılan tartışma konularına bir yenisi daha eklendi. Gogol Rus muydu, yoksa Ukraynalı mı?
Ukraynalı parlamenter ve yazar Vladimir Yavorivski, Gogol için “Tacı Rusya’da, kökleri Ukrayna’da.”  diyordu. Eserlerin sadece yazım diline takılmak, Gogol’u tanımlamak için yeterli olamazdı. Elbette o Rusça yazmıştı ama ele aldığı konular Ukrayna halk kültürüne aitti. Öyleyse Gogol Ukraynalı’ydı.
Rus akademisyen Igor Zolotuski ise, Gogol’un “elbette Rus” olduğunu söylüyordu. Eserleri ve düşüncesi Rus idi. Kaldı ki Rus kültüründen farklı bir Ukrayna halk kültürü de yoktu ki. Öyleyse Gogol olsa olsa “büyük bir Rus yazarı” olarak tanımlanabilirdi. Ukraynalılar, girmek istedikleri Avrupa Birliği’ne ‘bakın bizim çok ünlü ve değerli bir yazarımız da var” demek için, Gogol’u öne sürüyorlardı. Elbette ki gerçeği çarpıtıyorlardı.
Doğrusu, Gogol Rus mudur, Ukraynalı mıdır; Rus kültüründen ayrı bir Ukrayna halk kültürü var mıdır, yok mudur vb. sorularına yanıt vermek, beni aşan bir konu. Buna benzer tartışmaları, çoğu zaman biz de, yani eski Osmanlı coğrafyasının insanları da yaşıyoruz.
1990’li yıllar (dinsel, mezhepsel, ulusal, etnik vb.) kimlik siyasetlerinin de geliştiği yıllar oldu. Toplumlar, halklar, uluslar arasındaki farklılıkların vurgulandığı ve öne çıkarıldığı bir dönem yaşadık. Etkisini yitirmeye başlamış olsa da, bu dönemin sonuna gelindiği şimdilik söylenemez. Bu dönemde çoğu kez, toplumların geçmişte birbirleri ile ilişkilerinde yaşadıkları kötü anılar, kimlikçi bir söylemin malzemesi olarak kullanıldı.
Oysa her ilişkide iyi ya da kötü an(ı)lar bulunması, kaçınılmazdır. İlişki yoksa, iyi ya da kötü an(ı)lar da yoktur! Baktığınızda gördüğünüz şey, büyük ölçüde sizin bakış açınızı da ele verir. Spinoza demiyor muydu, “John’un Peter hakkında söyledikleri, Peter’ı değil John’u anlatır!” diye?
Özellikle ırkçılar, toplumların ilişkiler tarihine baktıklarında, savaşları, kavgaları, kıyımları, gerilimleri vb. görürler. Gerçekten de toplumların ilişkilerinde savaşlar, kavgalar, kıyımlar, gerilimler yaşanmıştır. Ancak bunlar çoğu kez kendi maddi gerçekliklerinden koparılarak, karşıt kimliğinin “barbar yapısı”nın doğal sonucu olarak gösterilip, buradan ırkçı ideoloji için bir meşruiyet sağlanır. Oysa uluslararası ilişkiler tarihi sadece savaşlardan, kavga ve kıyımlardan ibaret değildir. Daha geçen gün bir belgesel filmin Yunanistan’da gösterimi vesilesi ile Türkiye’de basına da yansıdı; İkinci Dünya Savaşı’nda Yunanistan’da Nazi işgaline karşı direnen 50-60 bin civarında Yunanlı komünist, Türkiye’ye kaçmışlar, Egeli Türklerden ve Kızılay’dan yardım görmüşler. (31 Mart tarihli gazeteler, ‘Asya Minor… Yeniden’ filmi. Yönetmen Tahsin İşbilen) 
Tarihe, geçmişe ve bugüne bakıldığında iyi ve kötü an(ı)ları birlikte görmek gerekir. Ama birini serpilip geliştirmek için, diğerini ise söndürüp yok etmek için…
Gogol Rus mudur, Ukraynalı mıdır bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Ama şundan çok eminim; o bütün diğer sanatçılar, yazarlar, ozanlar, düşün insanları gibi, insanlığın, hepimizin, kültürel yapı taşlarından biridir. Gogol’u, Rus ve Ukraynalıları ayrıştıran bir başka “malzeme” olarak görmek de mümkündür, birleştiren bir köprü olarak görmek de.
Evet, Dostoyevski “hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” diyordu. Barış dolu bir yurt ve dünya için, “hepimiz” Gogol’un paltosundan çıkmaya devam etmeliyiz!