Philippe Djian’ın İnsafsızlar adlı romanı şiddetin, ihanetin, deliliğin ve ölümün olduğu kadar, cesaretin ve soğukkanlılığın da romanı. Hatta cehennem gibi bir gecenin ve imkânsız gibi görünen bir dizi olayın gerçekleştiği gündüzlerin de…

‘Gölgelerle dolu bir vadide’

ALİ BULUNMAZ 

Philippe Djian dağınık duyguların, kişilerin gelgitlerinin ve kararsızlıklarının, insanların şiddete başvurmasının ve anti-kahramanların anlatıcısı. Onun yarattığı karakterler, olumlu ve olumsuz yanlarıyla hep çok canlı, hareketli. Arzulu ve hırslı. Başka bir deyişle gözü kara; özgürlüğe düşkün ve sert. Birbirlerine de okura da sert yumruklar atmaktan geri durmuyorlar.  

Djian’ın en az karakter yaratımı ve kişilik çözümlemeleri kadar, olay örgüsü kotarmada da başarılı olduğunu söylemek gerek: Sürekli sürprizler yaparak hem karakterleri hem de okuru diri tutuyor. Nadan bir yaşamda, nobranlığa teşne karakterlerin yapıp etmelerini, süfli saygısızlıklarını, sırtlarında bir yüke dönüşen pişmanlık ve yanlışlarını, takıntı ve bağımlılıklarını romanlaştırıyor.  

Kısacası Djian, karakterleri ve okuru kaotik olaylar silsilesine iterken yine kaostan türetilen çözümleri ön plana çıkarmayı seviyor; kavgalardan, hayal kırıklıklarından, hızdan ve kayıplardan bir “düzen” oluşturuyor romanlarında.  

Djian, Türkçeye yeni çevrilen İnsafsızlar’da da yine benzer bir “düzen” inşa etmiş. Eşini kaybettikten sonra kayınbiraderi Marc’la yaşayıp acısını hafifletmeye çalışan Diana ve ağabeyi Joël arasında şekillenen hikâyede, başlangıçta sakin bir çizgide seyreden bu üçlünün yaşamı güvensizliklerle, psikolojik şiddetle, karmaşayla ve hayatta kalma mücadelesiyle sekteye uğruyor. Kısacası her seferinde okuru şaşırtmayı başaran Djian’ın açtığı kartlarla karşılaşıyoruz yine.  

Eski defterler ve taze hesaplaşmalar  

Kendisini bir kez görünce çılgına dönüp arzulayan erkeklerin etrafında dolandığı Diana ve ölen eşinin kardeşi Marc, iki iyi arkadaş olmanın ötesinde, iki iyi sırdaş. Yaklaşık bir yıldır aynı evde yaşayan ikili, Diana’yi yüzüstü bırakan ve giderken de başına dertler açan ağabeyi Joël’den bahsediyor zaman zaman. Bazen de Diana’nın ölen eşinden; gölgesinde yaşadığı ve varlığıyla kardeşini silikleştiren Marc’ın ağabeyinden: “Patrick sağı solu belli olmayan bir adamdı, insanı huzursuz eden bir havası vardı. Kimse ona bulaşmak istemezdi ama Diana’ylayken kuzu gibi yumuşacık bir insandı; gerçek bir beyefendiydi. Ona tapıyordu. Kimse onunla bu konuda dalga geçmeye cesaret edemezdi, arkasından bile. Diana’nın onun üzerinde büyük bir gücü vardı. Patrick ona gülümseyerek, bunca yıl boyunca yanında olduğu için teşekkür ederek onun kollarında ölmüştü.”  

Ufak tefek olayları saymazsak ikilinin durağan bir yaşamı var; okyanus kıyısındaki ev, deniz havası ve şehirdeki dedikodular… Fırtınalı bir gecenin ardından sahile inen ve bir gemiden kumsala yayılmış uyuşturucu paketlerinin izini süren Marc, bunlardan üçünü bulunca ikilinin hayatı hızla değişiyor. Bu noktada, Marc’ın uyuşturucu paketleriyle ilgili akıl danıştığı; yaşamı yapboza dönmüş Joël de meseleye dâhil oluyor.  

Vakti zamanında araları bozulan Joël ve Diana, biraz da Marc’ın zorlamasıyla yüz yüze geliyor. Karşılaşmalar bununla sınırlı değil; Joël ve Marc’ın bulaştığı iş nedeniyle Diana ve görüştüğü insanlar da karanlık bir dünyayla tanışıyor; hem eski defterler açılıyor hem de taze hesaplaşmalar başlıyor. Üçlü arasında yakın geçmişe dair tartışmalar sürerken Marc’ın sahilde bulduğu uyuşturucu meselesi dallanıp budaklanıyor.        

Cehennem gibi bir gecenin romanı  

Marc’ın bulduğu uyuşturucular, pek çok olayı ya tetikliyor ya da dolaylı şekilde yeniden alevlendiriyor: Marc-Diana ilişkisi, Joël-Diana küslüğü, Patrick’in ölümü, o sabahın ardından gerçekleşen tuhaf bir cinayet, Marc-Diana-Joël arasında güvensizlik, şüphe ve gerilim yüklü yeni bir süreç başlıyor. Zaman zaman kavgaya tutuşan üçlünün, yaşamına âdeta davet ettiği çete de her geçen gün nefesini enselerinde daha fazla hissettiriyor. Djian, bunların tümünü aşkla, kuşkularla ve psikolojik oyunlarla süslüyor.  

Söz konusu koşturmaca arasında Marc ve Diana, Patrick’i hatırlayarak parçalanan yaşamlarının muhasebesine girişiyor: “Onun yerini benim için kimse dolduramaz demek istemiştim. Ben de onunla öldüm, anlaşılması güç bir yanı yok. Ama işte, üç denememde de başaramadım ve hâlâ hayattayım. Ve artık o kadar genç de değilim. O gittikten sonra her şey mahvoldu, diye mırıldandı Marc. Her şey kontrolden çıktı. Bunların hiçbiri yaşanmamalıydı. Diana birkaç saniye boyunca gözlerini kapattı, sonra geri açtı. Evet, bu konuda aynı fikirdeyiz. O artık burada değil. Geriye sadece enkaz kaldı. Bizse çok ilerledik. Yokluğu da varlığı da bize acı veriyor, hatta her yerde oluşu da. Bu evde iki değil üç kişiyiz. Seninle sonunda bizi alt edecek zihinsel bir hapishanede yaşıyoruz.” 

Patrick’in ölümü, Marc ve Diana’nın beraber yaşaması ve Marc’ın bulduğu uyuşturucuları Joël yardımıyla satmaya çalışması, pek çok olayı tetiklediği gibi her birinin düşünmediği şeyleri sık sık söylemesine yol açıyor. Dolayısıyla bizi sürekli endişe hâlindeki kalplerle yüzleştiren Djian, İnsafsızlar’la tuhaf rastlantıların ve kopuşların romanına imza atıyor.  Geçmişten gelen ve aniden ortaya çıkan sorunların bir çığa dönüştüğü hikâyede, karakterlerin birbirine beslediği duygular ve büyüttüğü gizli ya da açık öfkeler, bir aşk, ortaklık veya arkadaşlık söz konusu olduğunda şüphelerle yoğunlaşıyor. Zihnin düştüğü sefillik ve bencillikler ise bunları zirveye taşıyor. Sonuçta sıra dışı bir aile ve ilişkiler ağıyla karşılaştırıyor bizi yazar; bunun içinde cinsel saldırının, uyuşturucunun, hasetin ve zihin oyunlarının yanı sıra yalanlarla hayatta kalma çabası da var. Kısacası Diana’nın dediği gibi “gölgelerle dolu bir vadide” yol alıyor ve çoğunlukla bunun farkına varmıyor karakterler.  

Uzun lafın kısası İnsafsızlar; şiddetin, ihanetin, deliliğin ve ölümün olduğu kadar, cesaretin ve soğukkanlılığın da romanı. Cehennem gibi bir gecenin ve imkânsız gibi görünen bir dizi olayın gerçekleştiği gündüzlerin de…