Fransa yıllardır süregelen sistematik polis şiddetini görmezden gelmeyi tercih etti. Yaşanan isyanlar, bunun doğrudan sonucu. Topluma yabancılaşan gençler, sesini duyurmak için ayaklanmaktan başka seçenek göremiyor.

Görmezden gelinen şiddetin sonucu
Eylemciler "Nahel için adalet" istiyor. (Fotoğraf: Depo Photos)

Rokhaya DIALLO

17 yaşındaki Nahel’in polis tarafından katledilişini gösteren video, sosyal medyada hızla yayıldı. Polis, çocuğa yakın mesafeden ateş ediyordu. Fransa’nın yoksul mahallelerinin birçoğunda toplumsal infial yaşandı ve insanlar ayaklandı. Uluslararası medyada yer alan haberlerde, “Fransa için George Floyd vakti” gibi yorumlar yapılıyor. Sanki ülke polis şiddeti ile ilk defa şimdi yüzleşiyormuş gibi… Bu naif yorum bile gösteriyor ki, sistematik ve ırkçı polis şiddeti Fransa’da on yıllardır kasıtlı olarak görmezden geliniyor.

Irkçılık karşıtı kampanyalarda ilk olarak 2005 yılında yer aldım. O sıralar Nahel’in ölümüyle birçok benzerlik taşıyan bir olayla meşguldük. 15-17 yaşları arasında üç genç bir akşamüstü dışarıda futbol oynadıktan sonra evlerine dönüyorlardı ve bir anda polis peşlerine takıldı. Sonraları yürütülen soruşturmada da kanıtlandığı üzere, hiçbir kabahatleri yoktu. Fakat polisten korktukları için, gördükleri elektrik trafosunun içine saklanmaya karar verdiler. Çocuklardan ikisi elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetti. Muhittin Altun isimli üçüncü çocuk ise ciddi yanıklarla ve yaşamının geri kalanını etkileyecek sakatlıklarla sağ kurtuldu.

Bu çocuklar, benim küçük kardeşlerim, kuzenlerim olabilirdi. O dönem toplumda yankılanan tavırları hatırlıyorum. Böyle bir adaletsizlik nasıl olabilirdi? Olaya an be an tanıklık eden polis memuru “Trafoya girerlerse, zor çıkarlar” gibi bir yorumda dahi bulunmuştu.

Ardından patlak veren olaylarda Fransa haftalarca alev alev yandı. Fakat aynı şu an gördüğümüz yorumlarda olduğu gibi, medyanın ve polisin ilk tepkisi, olayın kurbanlarını suçlamak, geçmişe set çekmek ve kurbanların ölümünü “haklı çıkaracak” herhangi bir açıklama olabilirmiş gibi davranmak olmuştu. Sanki kurbanlar, kendi ölümünün sorumlularıydılar. O dönem İçişleri Bakanı koltuğunda olan Nicolas Sarkozy, korktukları için yaşamlarını yitiren çocuklar için “Saklayacak bir şeyiniz yoksa, polisten kaçmazsınız” yorumunu yapmıştı.

 GİDEREK ARTTI

2005 yılındaki olaydan sonra polis şiddeti rakamları her sene artış gösterdi. Hak Savunucuları örgütüne göre Fransa’da “Siyah” ya da “Kuzey Afrika kökenli” olarak algılanan gençlerin, polis kontrolüne maruz kalma ihtimali nüfusun geri kalanından 20 kat fazla. Yine aynı kurum, yolda gelişigüzel aramalara maruz kalmaya itiraz edecek hiçbir yasal aracınız olmamasını polis ayrımcılığının “sistematikleşmesi” olarak yorumluyor.

İnsan hakları kavramının doğduğu topraklar olan Fransa, 1999 yılında ortaya çıkan cinsel istismar skandalıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden işkence gerekçesiyle ceza aldı. 2012 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü yaptığı açıklamada şu noktalara dikkat çekti: “Kimlik kontrolü sistemi, Fransız polisinin istismarına açık bir yapıda. Sürekli tekrar edilen kimlik kontrolleri istismar niteliğindedir ve yapılan mülakatlarda kişilerin ‘defalarca’ kimlik kontrolüne maruz kaldıkları, sık sık fiziksel ve sözlü kötü muamele gördükleri anlaşılmıştır.” Nahel’in ölümü ardından Birleşmiş Milletlerin insan hakları birimi Fransa’yı kolluk kuvvetleri içindeki “ırkçılık ve ırka dayalı ayrımcılık” sorunuyla mücadele etmeye çağırdı.

Fransa’nın kendi mahkemeleri dahi Fransız devletini “ihmal” gerekçesiyle suçlu buldu. 2016 yılında alınan bir kararda “Irka dayalı profillemenin Fransız polisi tarafından her gün uygulanan bir yöntem olduğu, bu yöntemin tüm uluslararası, Avrupalı ve yerli kurumlar tarafından kınandığı ve üst mevkili Fransız yetkililerin tüm demeçlerine rağmen, uygulamalarda herhangi bir iyileştirme yapılmadığı” tespiti yapıldı. 2022 yılının Aralık ayında BM’nin ırkçılığa dayalı ayrımcılığı engelleme komitesi, siyasetçilerin ırkçı söylemlerini ve polisin kimlik kontrolü uygulamalarını “azınlıkları hedef aldıkları” gerekçesiyle kınadı.

Tüm bulgulara rağmen Devlet Başkanı Emmanuel Macron hâlâ “polis şiddeti” kavramını uygun görmüyor. Yaşanan olayı en azından bu defa kınamış olmasını ilerleme kabul ediyorum. Fakat korkarım sorumluluk tek bir polis memurunun üzerine yüklenecek ve kolluk kuvvetleri arasında kalıtsallaşmış, yapısal ırkçılığa dair bir şey yapılmayacak. Ağır eleştirilerde bulunan raporların ya da devleti suçlu bulan mahkeme kararlarının hiçbiri bugüne kadar anlamlı reformlara yol açmadı.

BAŞKA YOL YOK

Dahası, 2017 yılında yürürlüğe giren bir yasa, polisin silah kullanmasını kolaylaştırıyor. Polisin artık “müdafa” gerekçesi sunmadan birini vurması mümkün. Araştırmacı Sebastian Roche’un hazırladığı rapora göre, polisin otomobillere ateş etmesi sonucu şüphelinin öldüğü vakaların sayısı yasa değişikliğinden bu yana beş kat arttı. Bu tür olaylarda geçtiğimiz sene 13 kişi yaşamını yitirdi.

Nahel’in ölümü tekil bir vaka değil, uzun ve travmatik bir hikâyenin son perdesi. Yaşımız kaç olursa olsun, Fransa’nın kolonileştirdiği ülkelerden buraya gelmiş insanların soyundan gelen birçoğumuz, içimizde bir tür korku ve öfke taşıyoruz. Bu his, on yıllardır biriken adaletsizliğin bir sonucu. Bu sene aynı zamanda acı bir olayın 40’ıncı yıldönümü. Lyon banliyölerinde yaşayan 19 yaşındaki Toumi Djaidja, polisler tarafından dövüldükten sonra iki hafta komada kalmıştı. Bu olay, Eşitlik için Irkçılığa Karşı Mart hareketinin doğumu olmuştu. Ülkede yapılan ilk geniş katılımlı ırkçılık karşıtı eylem olma özelliğini taşıyan etkinliğe, 100 binden fazla insan katılmıştı.  

Hareket 40 yıldır devam ediyor ve mavi yakalı mahallelerde, bilhassa siyahları ve Kuzey Afrika kökenlileri hedef alan sistematik şiddet vakalarını takip ediyor. Fransa’nın yoksul mahallelerinde  yaşanan isyanların arkasında, polisin işlediği suçlar var. İlk olarak kınamamız gerekenler bu suçlar. Yıllardır yürüyüşler, dilekçeler, açık mektuplar ve soru önergeleri veriyoruz. Topluma yabancılaşan gençler, seslerini duyurmak için ayaklanmaktan başka seçenek göremiyorlar. Düşünmemek elde değil; Fransa’nın bunca şehrinde ayaklanmalar yaşanmasa, Nahel’in ölümünü halen konuşuyor olur muyduk? Martin Luther King’in söylediği gibi: “İsyan, sesini duyuramayanların sesidir.”

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Guardian