Yaşanan gerçeklikle, görüntüler arasındaki ilişkiye transkripsiyon terimiyle bakacak olursak biraz daha açıklayıcı olacaktır. “Transkripsiyon nötr bir terimdir ve etkinin nesnelerden alınıp filme...

Yaşanan gerçeklikle, görüntüler arasındaki ilişkiye transkripsiyon terimiyle bakacak olursak biraz daha açıklayıcı olacaktır. “Transkripsiyon nötr bir terimdir ve etkinin nesnelerden alınıp filme aktarılması bağlamında doğru bir düşünce şeklidir. Transkripsiyon dolaysız olduğu halde, bakan herhangi birinin algıladığı gerçeklik ile o gerçekliğin fotoğrafı arasında bir uyumsuzluk fark edilir. Algılamadaki bu uyumsuzluk betimleme ve yorumlamadaki farklılıklarla ifade edilecektir. Bu nedenle, dolaysızlık, fotoğrafa bakanların onun anlamı konusunda hemfikir olacakları anlamına gelmez. Yine transkripsiyon, bir şeyin başka bir şeyle kaçınılmaz olan, uydurulmuş, tasarlanmış ya da imgelenmiş olmayan ilişkisidir ve dış dünya ile fotoğraf arasındaki ilişkiye verilen addır. Fotoğrafta tek boynuzlu atlar yoktur. Eğer bir tane görülecek olursa buna inanmamak gerekir. Gerçekler ve nesneler dünyasında açıklama yapılmazken, akıl ve aldanma dünyasında yapılacaktır. Fotoğrafçılık sürecinde anlayış ve güven, nedensel bağın doğruluğuna olan inanca dayanır.” (Mary Price, Fotoğraf-Çerçevedeki Gizem s:18,19,20)

Fotoğraflar yoruma açıktır, yani fotoğrafa bakanlar onun anlamı konusunda farklı fikirler ileri sürebilirler. Yaşanılan bir olayın yorumu ile ilgili aktarımlar kişilerin (öznel) kendi algısında farklı -ki bunu hayata bakışı, siyasal duruşu, algısı, deneyimleri, eğitimi, sosyal ilişkileri, sınıfsal konumu belirler- topluluklar, devletler, örgütler -ki bunu siyasası belirler- bazında daha başka farklılıklar gösterir.

Yukarıdaki fotoğraf ile ilgili yapılan okumalara bakarsak daha netleşecek; 1989 yılında, çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu demokrasi yanlıları Tiananmen Meydanı’nı yedi hafta boyunca ellerinde tutmuş ve demokratik reform talepleri karşılanmadığı sürece yerlerinden ayrılmayacaklarını belirtmişlerdi. Ancak silahsız eylemciler hiç beklemedikleri sertlikte bir tepki almışlar, protestocuları ikna etmeye yönelik birkaç girişim de sonuçsuz kalınca, askeri güçler, tanklarla birlikte Tiananmen Meydanı’na farklı yönlerden girerek eylemcilerin üzerine ateş açmışlardı.

Tiananmen meydanında gösteri yapan tankları protesto etmek amacıyla önüne çıkan öğrenci fotoğrafını, hemen herkes doğrudan bir protesto olarak yorumlarken, yıllar sonra ikon haline gelen bu fotoğrafı Çinli yetkililer dünyaya kendi rejimini onaylayan, insan haklarına saygılı olduğunu gösteren bir görüntü olarak okudu.

Bir başka örnek; 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’ne yönelik olarak düzenlenen saldırıları televizyonda hepimiz izlemişizdir. Bu görüntüler farklıdır ve pek çoğumuzca ‘gerçekdışı’, ‘gerçeküstü’ olarak algılanmıştır -yüksek bütçeli bir film gibi, belki de bir animasyon- Tıpkı ABD’nin Körfez Savaşında CNN’in canlı yayın yaparak Irak’ı bombardımana tuttuğu görüntülerin -basında, sahneler diye de ifade edilecekti- izleyiciye yıldız savaşları filminin platosundaymış hissini uyandırdırdığı gibi.

Bu olay bir Hollywood filmi değildi ve ‘gerçek’ti. Ancak görüntüler bir simülasyon gibi algılandı. Yani bir modelleme. İlişkin olduğu olayın gerçeğe yakın davranış sergileyen bir bilgisayar programı.

Fotoğraflar bir önerme içerdiği müddetçe görünümdeki gerçeği okumaya algılarımız daha yatkın olacaktır.

21. yüzyılda halen geçerli olan şu sözü aktarmak istiyorum: “Bilimsel kanıt olarak fotoğrafla, iletişim aracı olarak fotoğraf arasında hiçbir kuramsal ayrım yapılmamışsa, bunun nedeni gözden kaçmış olması değil, bir önerme içermesidir.

Bu önerme, bir şey görülebilir olduğu zaman, onun bir olgu olduğu, olguların da yalnızca gerçeği içerdiğidir.” (John Berger, O Ana Adanmış, s:95)