Görünmez katil İstanbul’u tehdit ediyor
Fotoğraf: AA

Prof. Dr. Ülkü ALVER ŞAHİN

İstanbul’un hava kalitesini, şehrin farklı bölgelerinde kurulmuş 37 adet hava kalitesi izleme istasyonu verilerine dayanarak analiz ettiğimiz yeni çalışmamız, yedi yıllık uzun dönem veri analizine dayanması ve İstanbul’da ölçüm yapılan tüm alanları değerlendirmesi bakımından bir ilk olma özelliği taşıyor.

Bu çalışmada, saç telinden dahi 20 kat ince olan ve solunum sisteminin en dip noktalarına kadar ulaşabilen, 2,5 mikrometreden küçük partiküllerin toplamı olan ince partikül maddenin (PM2.5), İstanbul’da ölçüm yapılan tüm noktalarda, Dünya Sağlık Örgütü tarafından tavsiye edilen yıllık ortalama sınır değerden (5 µg/m3) iki ila beş kat daha fazla olduğu görüldü. Ne var ki erken bebek ölümleri, kalp ve solunum rahatsızlıkları ve akciğer kanserine bağlı ölümler gibi birçok sağlık sorununun temel nedenlerinden biri olarak gösterilen PM2.5 parametresi için halk sağlığını koruma amaçlı ulusal bir sınır değer henüz tanımlanmış değil.

Çalışmamızda ayrıca, 10 mikrometreden küçük tüm partikül boyutlarının toplamını temsil eden PM10 yıllık ortalama konsantrasyon değerlerinin de, çoğu ölçüm istasyonunda, Türkiye ulusal yönetmeliğinde tanımlanan yıllık ortalama limitin (40 µg/m3) üzerinde olduğu görüldü. PM10’un en yüksek konsantrasyonları, taşocakları yakınında bulunan Sultangazi hava kalitesi ölçüm istasyonlarında ölçüldü. PM10’un en yüksek değerler aldığı diğer istasyonlar, sanayi ve yerleşimin yoğun ve yakın olduğu Esenyurt, Başakşehir ve Tuzla istasyonları ile trafiğin yakınında olan Göztepe, Mecidiyeköy, Kağıthane ve Aksaray istasyonları olarak tespit edildi.

∗∗∗

Türkiye’de PM2.5 kirliliği ile mücadele etmenin ilk gerekliliği, yönetmeliği güncelleyerek bu kirletici için halk sağlığını koruyucu bir üst sınır belirlemek. Ayrıca kirliliğin temel kaynaklarını tespit etmek ve azaltmak için gerekli önlemleri almak da önem taşıyor. Karayolu trafiğinin yoğunluğu ve özellikle dizel araçların yarattığı kirlilik, önlem alınması gereken unsurların başında geliyor.

PM10 kirliliği ise yerleşim yerlerinde, sanayi tesislerinin ve trafiğin yoğun olduğu bölgelerde çok daha yüksek değerler alıyor. Çalışmamızda, en düşük yıllık ortalama PM10 konsantrasyonunun 16,7 μg/m³ ile şehir arka planında ölçüldüğünü, buna karşın kentleşmiş ve sanayi tesislerine yakın bölgelerde ortalama konsantrasyonun 91,4 μg/m³’e kadar yükseldiği görülüyor. Türkiye’nin ulusal hava kalitesi PM10 sınır değeri 2019 yılından itibaren 40 μg/m³dür ve sanayi ve yerleşimin iç içe olduğu bölgelerde neredeyse 2-3 katlık bir sınır değer aşımının söz konusu olduğu görülüyor. Araştırmamıza göre, ölçüm yapılan 37 hava kalitesi izleme istasyonunun 21’inde, ulusal sınır değerimiz aşılıyor.

PM10 konsantrasyonları, Avrupa yakasında, Anadolu yakasına kıyasla daha yüksek ölçülüyor. Bunun, Avrupa yakasının neredeyse iki kat daha büyük bir nüfusa ev sahipliği yapması ve buna bağlı olarak trafik yoğunluğunun da daha yüksek olması ile ilgili olduğunu tahmin ediyoruz. Bununla birlikte, PM10 kirliliğinin en yüksek ölçüldüğü yerlere baktığımızda, sanayi tesislerine yakınlık dikkat çekiyor. Endüstriyel alanlarda yapılan ölçümlerde PM10, yerleşim alanlarına kıyasla yüzde 65, kükürt dioksit ise yüzde 33 daha yüksek ölçülüyor.

∗∗∗

PM10 seviyelerinin en yüksek olduğu dört istasyondan ikisi, taşocakları yakınında yer alıyor. Diğer ikisi ise kent merkezinde yer almakla birlikte, Esenyurt ve Beylikdüzü arasındaki sanayi bölgelerine yakın konumlanıyor. Trafik yoğunluğu nedeniyle yol yüzeylerinden havalanan toz ve toprak da bu kirliliğe önemli bir katkı sağlıyor olabilir. Nitekim taş ocaklarından çıkan taşların taşındığı güzergahlarda da yüksek PM10 seviyelerine rastlanıyor.

İstanbul, hem 16 milyondan fazla nüfusa ev sahipliği yapması hem de ekonomik anlamda Türkiye’nin lokomotifi olması dolayısıyla, ciddi hava kirliliği baskısı altında. Ülke ticaretinin yarısından fazlası İstanbul’da yapılıyor ve ürünlerinin dörtte birinden fazlası bu kentte üretiliyor. Tekstil, metal, kimya gibi birçok kirletici sektör, İstanbul ve civarında üretim yapıyor. Kocaeli, Dilovası, Bursa ve Çorlu, sanayi dolayısıyla önemli kirlilik kaynaklarının olduğu yakın alanlar olarak öne çıkıyor.

Çalışmamızda, SO2, İstanbul’un hiçbir noktasında yıllık sınır değerin üzerinde olmadığı gözlendi. Ancak İstanbul Boğazı kenarında gemi emisyonlarını izleme amacı ile kurulmuş olan Kandilli istasyonunda SO2 konsantrasyonlarının, şehrin yerleşim alanlarına kıyasla iki kat daha yüksek değerler aldığı tespit edildi.

∗∗∗

Özetle, İstanbul’da hâlâ tavsiye edilen üst sınırların üzerinde ölçülen kirleticileri kontrol altında tutabilmek için kirliliğin kaynaklarını yerel ölçekte tespit etmek ve önlem almak gerekiyor. Çalışmamızın da gösterdiği üzere, kirliliğin en büyük sebepleri olarak karayolu trafiği, sanayi tesisleri ve gemi emisyonları öne çıkıyor. Bu doğrultuda trafikteki fosil yakıtlı taşıtları, özellikle dizel araçları azaltmak, raylı sistemleri entegre şekilde kent geneline yaygınlaştırma önemli. Aksaray gibi tarihi yarımada içinde kirliliğin oldukça yüksek seyrettiği bölgelerde, ‘‘ultra düşük emisyon alanı’’ bölgeleri tasarlanabilir. Ayrıca, şehir ile iç içe bulunan ve yerel konsantrasyonların önemli düzeyde artışına sebep olan sanayi tesislerine daha katı emisyon sınırlandırmaları getirmek, çevresel etki alanlarında izleme ve kontrol tedbirleri almalarını sağlamak da önemli bir azaltım stratejisi olabilir. Son olarak ise Boğazları düşük emisyon salımı yapan gemilerin geçişi için gerekli girişimlerin yapılması değerlendirilmesi gereken çözüm önerileri arasında.

Bu yazı İklim Masası’ndan kısaltılarak alınmıştır.