Görünmez ötesi emek
Kırsalda kadın emeğinin nasıl görünmez hale geldiğini anlatan Dr. Coşku Çelik, sınıf mücadelesinin feminist mücadeleden ayrı olmadığına dikkat çekiyor. Çelik, “Kentteki kadın emeği görünmez, kırdaki kadının ücretsiz emeği görünmez ötesi” diyor
Dilan Esen
Neoliberalizm yalnızca kentlerdeki değil, kırsaldaki kadınları da yoğun bir yoksullaşmaya itiyor. Giderek artan bir emek sömürüsüyle karşılaşan kadınlar, şiddete de maruz bırakılıyor, emekleri ise görünmez oluyor. Kırsalda güvencesiz çalışma yaygınken bir diğer sorun da bakım emeğinin ücretsiz olması. Özelleştirme ve neoliberal politikalar da kırsaldaki kadınları daha da çok istismara açık hale getiriyor.
Kadir Has Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Coşku Çelik ile kırsaldaki kadınların durumunu ve emek sömürüsünü konuştuk.
Neoliberalizm sadece kentteki değil, kırsaldaki kadınları da yoğun bir yoksullaşmaya itti, şiddeti daha da artan bir emek sömürüsüne maruz bıraktı. Hane içinde ve dışında görünmeyen emek yoğunlaştı. 2000’li yıllardan bu yana nasıl bir dönüşüm yaşandı
Cinsiyete dayalı işbölümünde işçileşme bir arada giden bir süreç, çünkü 2000’li yıllardan itibaren şirketlerin tarımsal üretime hâkim hale gelmesi Tohum Kanunu gibi süreçler, tarımsal üretimi piyasaya ve nakde bağımlı hale getirdi. Bir yandan devletten gelen üretim desteklerini yitirerek ciddi bir iş güvencesizliği yaşadı küçük üretici aileler, bir yandan Tohum Kanunu telif getirdi. Küçük üretici aileler, tohumunu kendisi almaya mecbur kaldı. Ürün fiyatları değişimi nedeniyle küçük üretici aileler yeniden üretim krizi yaşar hale geldi. Bu süreç aynı zaman da Türkiye’de kırda tarım yatırımlarının da arttığı bir süreç. Ciddi bir nüfus kente göç etti ve bu dönemki kırsal dönüşümü basit bir kentleşme olarak okumaya yöneldiler ama kırda hâlâ Dünya Bankası verilerine göre yüzde 20’den fazla kırsal düşüş var. Kırda kalanlar geçim araçlarını çeşitlendirmeye gitti çünkü aynı dönem kırda HES, maden, inşaat, otoyol, termik santral, turizm yatırımları arttı ve genelde bu yatırımlar erkek işgücünü istihdam etti. Kadınlar daha çok tarımda kalır hale geldi. Ve ben bu dönemi tarımda emeğin feminizasyonu olarak tanımlamayı doğru buluyorum, ancak bu “daha fazla kadın tarım işçisi var” demek değil. “Kadınlar bir yandan üretim üzerinde kontrolü kaybetti, çünkü üretimin kontrolü şirketlerin eline geçti, daha piyasa üretim yapmaya başladı” demek. Kadınlar zaten tarihsel olarak bu küçük üreticilerin tamamına yakını. Yani erkek işçileşmeden önce bu işin emek boyutu kadınlardan oluşuyordu. Genel olarak o da piyasa bağımlı hale geldi ve kadınlar kontrolü kaybetti. Mesela kadınlar yadigâr tohum üretiyorlardı. Toprağa bakarak topraktan tohumlarını üreterek o toprağın özelliklerine uygun üretim yapabiliyorken şirketlerin baskın hale gelmesiyle bu şansları olmadı. Bir yandan da yalnızca tarımsal üretimle geçimini sağlayamaz hale gelen bu ailelerde, kadınlar da artan bir biçimde küçük meta üreticiliği veya geçimi üreticiliğin yanı sıra tarımda ücretli çalışmaya da başladı. Dolayısıyla ben burada tarım emeğinin kadınlaşması derken şunu diyorum: “Üretim üzerinde kontrolü kaybedip kadınların emeğinin daha fazla sömürülür hale gelmesi, tarımda kayıt dışı aşırı uzun saatlerde oldukça güvensiz koşullarda oldukça düşük ücretlere çalışanların ezici bir kısmı çalışan kadınlar.” Bu aslında böyle bir işçileşme ve tabii ki bu kadınlar aynı zamanda bir proleter hanenin yeniden üretimi sağlar hale de geldiler, bu ev içi yüküne de ciddi bir baskı yarattı.
Bugün de çok farklı değil. 2000’lerin başından bu yana, belki daha da eskiden başlayarak bu süreç devam ediyor…
2000’leri başlangıç olarak ele almamın sebebi tarıma, kırdaki üretime saldırı 1980’lerde başlıyor, 1990’larda bitiyor. Ancak 2000’lerden bahsetmem Kemal Derviş’in güçlü ekonomi programıyla başlayan AKP hükümetleri tarafından da sürekli etkinleştirilen bir güvencesizleşme ve güçsüzleşme, yoksullaşma süreci var. Dibi, ucu yok. Toprak birleştirmeler, yeni kamulaştırmalar bugün hâlâ bir sürü uygulamayla küçük üreticinin üretimdeki kontrolü kaybettiği bir tablo var. Burada da kadınların etkilendiğini görüyoruz çünkü kadınlar toprağı tanır bu tarihsel olarak da böyledir. Kadınların o toprakla olan ilişkisinin artık şirketler tarafından aracı hale geldi, toprakla olan ilişkisinin ortasına bir piyasa mekanizması çöktü. Dolayısıyla kadınların orada karar alıcı gücü hiç kalmadı ama kadınlar artan sömürü haline de geldi.
Türkiye’de tarım emeğinin feminizasyonları nasıl gerçekleşti?
Türkiye’de geçim araçlarının çeşitlenmesi denen şey erkeklerin kırdaki diğer sektörlere veya mevsimlik kente göçten daha az Türkiye’de ama diğer yandan da şöyle de bir şey var, mesela ben Ege’de önceden ailenin yaptığı işi kadın “Tek başıma yapıyorum” diyor. Tarımdan tamamen vazgeçmemiş durumdalar, bazıları aile üretiminden vazgeçmiş. Aslında kadınların tarımda emeği hem ücretli hem ücretsiz biçimde görünmez demek. Bu çok kritik, bir yandan hakikaten ücretsiz aile işi şeklinde tarımsal üretim kadınlarda ve aynı kadınlar kendi tarlasındaki işini bitirip büyük tarlalara ücretli şekilde gidiyor. Kayıt dışı çalışıyor olmaları en önemlisi, yaklaşık yüzde 95 gibi bir oran bu. Türkiye’de küçük ölçekli tarım çoğunlukla kayıt dışı yapıldığı için kadınlar sosyal güvence sisteminde de kayıtlı değil. Tarım orman işkolu en yüksek iş cinayeti yaşananlardan biri ve burada da hayatını kaybedenlerin çoğu kadınlar. Fakat kayıt dışı oldukları için geride kalan aile bireylerinin tazminat hakları tok. Genelde bu cinayetler ulaşım süreçlerinde oluyor. Tarlaya ulaşım koşulları son derece sağlıksız kamyonet kasasında dünya kadar yol gidiyorlar. Trafik kazasında da ölüyorlar, tek tip ve fazlaca gıdanın üretilmesi için artan bir kimyasal kullanımı var. Bu toprağa da çok zarar veren, verimliliğini azaltan bir şey. İşçilerin de artan bir biçimde kimyasala maruz kalması son yıllarda kanser vakalarında ciddi bir artış gösteriyor. Kadın işçilerle konuştuğumuzda benim en çok duyduğum sorun tuvalet dahi olmaması. Özellikle regl günlerinde çok sıkıntı yaşamaları, ped değiştirmekte zorlanmak, bunu “Erkeklerden gizleyeceğim” diye uğraşmak çok zor. İzmir Kınık’ta aile tarımıyla geçimini sürdüren tütün üreticisi bir kadın bir gününü anlatmıştı; sabah 3’te kalkıyor, 4’te tütün tarlasına gidiyor, öğlene doğru gelip evinin bahçesinde tütün diziyor, akşama doğru tütünün işi bitiyor sonra kendi tüketimi için bahçesindeki meyve sebzelerle uğraşıyor, hayvan varsa onların yemini veriyor, çocuklara bakıyor gece 10’da yemek yapıyor, maden işçisi kocasının ertesi gün yemeğini hazırlıyor ve gece 11’de yatağa giriyor. Ertesi gün yine aynı… Böyle bir hayat ve aynı zamanda tabii güvencesiz, sigortasız çalıştığı için aile içi şiddet de fazla.
Türkiye’de tarımda kadın emeğinin hem ücretli hem ücretsiz biçimleriyle “görünmez” durumda olduğunu siz de makalelerinizde anlatıyorsunuz. Kırsalda kadın varlığı-emeği hem hane içinde hem de hane dışında üretim ve yeniden üretim ilişkileri açısından nasıl hedef alındı?
Kadınların yeniden üretim emeğinin kırda kenttekiyle hem benzer hem farklı yanları var. Birincisi emek düzeyinde baktığımızda zaten tarım aynı zamanda yeniden üretim emeği çünkü kırsal hane genelde kendi ektiğini tüketir, hayvanını yetiştirir. Toprakların otoyol veya maden için gaspedilmesi ya da farklı yatırımlar yüzünden ekolojik olarak zarar görmesi kadınların yeniden üretime erişmesini çok feci kısıtlamış durumda. Dolayısıyla bir geçim krizi geçiriyorlar. Öte taraftan aynen kentteki kadın gibi emek gücünü yeniden üretenler de bu kadınlar. Ev içindeki temizlik, yaşlı ve çocuk bakımı; çoğu artık kocası işçiye dönüşmüş kadınların kocasını her gün yeni bir işgününe hazırlama süreci kadınlara kalıyor. Tarihsel olarak çok sık gözden kaçabilen, bu anlamda kentten farklı olan sosyal politika ve kırı genel olarak sürekli gıda tedarik eden bir alan olarak tanımlamaya yönelik davranılıyor. Kır hizmet götürülmesi gereken bir yer. Bu genelde gözden kaçıyor. Kırda sosyal politikalar hâlâ yok düzeyinde. Hastane yok, sağlık ocaklarında yeterli personel yok, eğitim ve yaşlı bakımı yok. Bakım hizmetleri devlet tarafından karşılanmayınca hane içinde kadın tarafından ücretsiz karşılanıyor. Kadınların görünmeyen emeği, yeniden üretim emeği bir yandan emek gücünü yeni işgününe hazırlayan, bir yandan ailenin tüketimi için gıda üreten, hayvan yetiştiren, bir yandan sıfır sosyal politika olan bir ortamda hasta, yaşlı ve çocuk bakan; çocuğunu tarlaya götürmek zorunda kalan gibi çok fazla güvencesiz yeniden üretim koşulları var. Ama ne yazık ki kentteki kadın emeği görünmez, kırdaki kadının ücretsiz emeği görünmez ötesi.
SINIF MÜCADELESİ FEMİNİST MÜCADELEDEN AYRI DEĞİL
Kadınların maruz kaldığı patriyarkal baskı ve kapitalist sömürü mekanizmaları ne durumda ve bunlara karşı mücadele yolu nedir?
Kadına yönelik şiddetin kırda çok olduğunu söylemek zor değil. Şiddete, kadın cinayetlerine karşı çok önemli politikalar mücadele araçları geliştiriliyor ama genel olarak Türkiye feminist hareketinde eksik bulduğum şeylerden birisi, tereddütsüz İstanbul Sözleşmesi yaşatır dememe rağmen, bir kadının böyle bir hakkın ve buna karşı gidebileceği yolların bilincinde olmadığı yönünde. Şiddete veya istismara uğradığı ya da öldürüleceğinden korktuğu bir evliliği bitirdiğinde, açlıktan ölme riski varsa çıkışsız hale geliyorlar. Daha fazla güvencesiz, kayıt dışı, ücretsiz çalıştıkça şiddete daha açık hale gelecekler. Kadına yönelik şiddetin sınıfsal boyutunu göz ardı etmemek gerekiyor. Kadınların eve kapatılmasından, erkekler tarafından baskı altına alınmasından kapitalizmin elde ettiği müthiş bir kâr var. Bir yandan erkek işçinin yeniden üretim maliyetini dışsallaştırıyor ve kadının ücretsiz emeğine transfer ediyor, bir yandan da kadınları ev kadını olarak gördükleri tarımda düşük ücretli çalışmaya bırakıyorlar. Dolayısıyla alternatifi de benim gözümde antikapitalist feminist mücadeledir. Mesela 2010’lu yıllardan itibaren 2018’de Amerika’da, Arjantin’de, 2016’da Polonya’da gördüğümüz, 30 Kasım’da İspanya’da göreceğimiz feminist grevlerin çok iyi mücadele araçları olduğunu düşünüyorum.
İspanya’da 30 Kasım’da yapılacak olan grevi, bakım merkezli feminist grev olarak tanımlıyorlar çünkü aslında pandemiyle birlikte bakımın nasıl kriz olduğunu, nasıl kadınların sömürüsü üzerinde ilerlediğini gördük. Aslında kadınlar evin içinde kapitalizm için emek gücünü yeniden üretiyor. Dolayısıyla hane kadın için aynı zamanda bir emek gücü haline geliyor ve bu emek sürecinde ilk halkada kadınlar, erkeklerden dayak yiyor, öldürülüyor. Sınıf mücadelesinin de bu gündemi sahiplenip ortaya koyması lazım. Yani sınıf mücadelesi feminist mücadeleden ayrı değil tamamı aslında. Benim gözümde şiddete karşı en doğru mücadele biçimi olacaktır. Kapitalist sistem kadınların evin içine kapanmasını ya rıza yoluyla ya erkekler tarafından zorla kapatılacağına güvenerek kurgulanmış bir sistem.
Türkiye’de yoğun ve şiddetli bir gıda krizi mevcut ve bundan kent kadar kırsal da etkileniyor. Kadınlar bundan nasıl etkilendi ve neoliberal saldırıdan çıkış stratejileri neler?
Gıda krizi sanki pandemiyle ve Ukrayna Savaşı’yla ilk kez ortaya çıkmış gibi davranılıyor. Gıda krizini sadece bir tüketim krizi olarak görmelerinden kaynaklanıyor. Gıda krizini tam olarak anlayabilmek için sağlıklı ve gıdayı üretemeyen emekçi sınıflarla, tüketemeyen emekçi sınıflar arasında sürekliliği görmek gerekiyor. Dolayısıyla bu da kırdaki durumu daha da özgür kılıyor, çünkü aslında kırdaki kadınlar için daha kötü. Gıda krizi tipik bir bakım krizi, üç anlamda kadınlar için bir anlam ifade ediyor. Birincisi gıda üreticisi kadınlar artan piyasa koşullarına maruz kalmış durumdalar, tarımsal üretim çok çok maliyetli hale gelmiş durumda, bu fiyat artışları üreticiye fayda sağlamıyor. Gıdayı biz süpermarketlerden alırken yüksek ücret ödüyoruz, süpermarket gıda üreticisinden alırken yüksek bir ücret ödemiyor. Doğrudan üretici kadınların oldukça yoksullaştığı tarımdan geçinemez hale geldiği yoksullaşma ve işsizleşme sürecinde yeni bir dönem. İkincisi bunun bir sonucu olarak tarımsal üretimden geçinemez hale gelmenin bir sonucu olarak kadınlarda en son gıda sektörüne ücretli olarak artan bir biçimde katılması, uzun saatler sonucu oldukça düşük ücrete, belki işyerinde de şiddete maruz kalarak çalışma, ücretli tarım işinde bulunma. Üçüncüsü evde gıdayı hazırlayıp ev halkını beslemekte kadın. Kentteki kadınlar için en zor olan tüketimi hazırlayan kadın emeğinin de şiddetlenmesi. Çok az para, çok az zaman, artan gıda fiyatları ve hane halkını beslemek… Birçok durumda bunu başaramayan kadınlar duyuyoruz. Örneğin, “Ben üç öğün çocuğuma makarna yediriyorum” diyen kadınlar, çocuğunun yatağa aç girmesini kendi eksikliği olarak gören kadınlar… Bence önemli olan üretimden tüketime giden yolu görebilmek. Sadece bir tüketim krizi değil, aslında kentlerde gıda krizi biraz daha yeni hissedilmeye başlamış olabilir ama bu gıda krizinin esas başlangıcı üreticinin kendini üretememe kriziyle ortaya atıldı. Çünkü piyasaya bağlı bir üretim biçimi bu. Tarımsal üretim bu kadar yaygın hale gelince piyasalardaki bütün dalgalanmalardan gıda doğrudan etkileniyor. Gıdanın bir sosyal hak olarak sağlanması gerekiyor. “Dolar iki lira arttı ya da Rusya Ukrayna’yı işgal etti veya da pandemiden dolayı birkaç ay serbest ticaret yeterince serbest olamadı” diye gıdaya erişim ciddi bir krize giriyorsa burada yapısal bir sorun vardır. Piyasaya bağlı kalınmamalıdır ama piyasadaki her bir dalgalanma insanlar için tehdit altına giriyor, bu bir sosyal hak ihlalidir aslında.