Got’tan Çernobil’e, Dark’tan Joker’e sürüklenen orta sınıf halleri

Serhat Halis

Sosyal katmanların genel eğiliminin; bir üst sınıf gibi olma, onun gibi yaşama ve onun gibi görünme isteğine dayandığı söylenebilir. Bu yüzden; kendisini, davranış örüntüleri aynı olan bir takımın parçası olarak hissetmek isteyen kentli birey, baskın olan üst sınıf sosyo-kültürel tavırlarını taklit eder.

Modern dönemlerde baskın sosyo-kültürel tavırların, büyük ölçüde üst sınıflara ait olduğu söylenebilir. Bu tavırların ise, üst sınıflara öykünen, orta ve yoksul sınıfların hızlı taklidiyle trendlere dönüştüğü gözlemlenir. Yani modern toplumda üst sınıf tavrı, yalnızca onun mensuplarının değil, onun gibi görünmek isteyen bütün bir orta sınıf ve yoksul kentli gençlerin tavrı haline dönüşüyor. Örneğin Gelenek’teki yazısında Mert, ‘özenti ve beklentinin, orta sınıfları kuşatan bir mefhum’1 olduğunu dillendiriyor. Gerçekten de, kentli orta ve yoksul sınıf tavrının, genel olarak popüler trendlere uyma üzerine kurulu bir ağı ifade ettiğinden bahsedilebilir.

Belirttiğimiz gibi popüler trendler neredeyse her zaman üst sınıflar tarafından belirleniyor. Şayet üst sınıflar, yoksul sınıflara ait kültürel bir görüngüyü, kendileri açısından kullanışlı bir popüler kültür fenomeni haline getirmezlerse; yoksul katmanların kültürel tavırları, hiçbir zaman popüler bir trend halini alamıyor. Örneğin yoksul insanın gündelik acılarını; melankolik ve kaderci bir dille anlatan arabesk müzik, üst sınıflar onu kullanışlı bir popüler kültür metası haline getirince ancak; orta sınıfların ilgisini çekmeye başlıyor ve ancak böylesi bir şarta bağlı olarak bir trende dönüşebiliyor.

Tam da bu noktada; “peki üst sınıfların kültürel tavırlarını belirleyen şey nedir” sorusuna cevap aramak durumunda kalıyoruz. Adorno’nun kavramsallaştırmasıyla bu, bireyin “toplumsal nesne” haline gelişinin önemli bir dinamosu olarak beliren “kültür endüstrisi” şeklinde karşımıza çıkıyor.2 Bu bağlamda Kapitalist kültür endüstrisinin; üst sınıfların ve buna bağlı olarak orta sınıfların kültürel yönelimlerine rota çizdiği bilinen bir gerçek. Bununla beraber “kültür endüstrisinin”; üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkilerine bağlı olarak şekil almış, temel bir ideolojik aygıt olduğu gerçeğini ortaya koymadan yapılan her tespit ise, bir noktada Marks’ın; camera obscura metaforuyla vurguladığı gibi, gerçeği tersinden yansıtıyor.

20. yüzyıl boyunca kapitalist kültür endüstrisinin, gelir ve eğitim seviyesi düşük geniş kitlelere sinema/film ile ulaştığı; eğitim seviyesi daha yüksek bireylere ise kitap-dergi ve akademiyle müdahale ettiği söylenebilir. Ancak son çeyrek asırda, teknolojideki gelişime de bağlı olarak durumun değiştiğinden bahsedilebilir. Zira bugün film endüstrisinin, toplumun tamamını etkileyebilecek bir içeriğe ve yayılım ağına sahip olduğunu görüyoruz. Bu süreçte eğitim seviyesi görece daha iyi olan üst-orta kentli sınıflar, film endüstrisinin temel hedef kitlesine dönüştü ve popüler filmler (artık kenar mahallenin ya da yoksul taşranın değil) kentli orta ve üst sınıfların, üzerine konuşacağı ve düşüneceği temel bir kültürel mefhum halini aldı. Buna üst sınıfların “entelektüel gerileyişi” de eklenince, olay daha tuhaf bir hal almaya başladı.

Örneğin film karakteriyle ya da filmin kendisiyle yoğun bir özdeşlik ilişkisi kurmak, genelde çocuklarda ve entelektüel açıdan zayıf kitlelerde görülürken; bu durum bugün kentli orta ve üst sınıflarda yaygınlaşan bir eğilim olarak karşımıza çıkmaya başladı. Mesela gündelik hayatta kimi durum ve meseleler, sıklıkla, belirli popüler filmlerdeki çeşitli olaylarla ilişkilendiriliyor. Yine pek çok örnekte kişilerin kendilerini film karakterleriyle özdeşleştirdiğini ve tavırlarını belirli ölçülerde buna göre şekillendirdiğini bile görüyoruz. Hatta ABD gibi kapitalist yozlaşmanın yoğunlaştığı merkezlerde, film karakterlerinden etkilenen bireylerin toplu katliamlar gerçekleştirdiği dahi görülüyor.

Buna mukabil; kent yaşamında, örneğin Game of Thrones dizisinin final bölümünün izleyiciyi tatmin etmeyişi bile, üzerine yoğun tartışmaların döndüğü bir gündem haline geliyor; gazetelerde ve ilgili ilgisiz pek çok yayın organında, Joker filmine dair haddinden fazla yazı yayınlanıyor; ya da Yüzüklerin Efendisi filmindeki repliklerin, gündelik hayatta ve hatta makale başlıklarında kullanılması olağan bir durum halini alıyor. Aynı şekilde günümüzde (özellikle büyük bütçeli dizi) filmlerin, kentli bireylerin sosyal aktivitelerinin ve sözlü münasebetlerinin önemli dinamolarından biri haline geldiğini görüyoruz. Kuşkusuz bu, kent hayatının kültürel trendlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor ve emekçi sınıflardan kaçmak isteyen birey, bu kaçışı sağlayabilecek en basit ve ulaşılabilir araç olarak, bu trende sarılıyor.

Örneğin Mert; “-medya eliyle- yaratılan özentiye sığınan ve her durumda proletaryadan uzaklaşmaya çalışan orta sınıflar belli açılardan zorlanmaktalar”3 diyerek, orta sınıfların proletaryadan kaçmaya endeksli, (üst sınıflara) özentili haline vurgu yapıyor. Kuşkusuz popüler olmuş herhangi bir film üzerine bir şeyler söyleme tavrı da, hem söyleyene orta-üst sınıf davranış örüntülerine sahip geniş bir grubun parçası olma hissi veriyor, hem de proletaryadan uzaklaşmış olmanın verdiği yapay bir rahatlama yaşatıyor.

Özellikle sosyal medyanın, belli başlı büyük bütçeli (Harry Potter, Star Wars, Yüzüklerin Efendisi gibi) fantastik filmlerin merkezinde olduğu bir retorik ağ oluşturduğu söylenebilir. Böylelikle kendisini kentli üst-orta sınıfın bir parçası olarak görme eğiliminde olan genç bireyler, gündelik hayatta bu filmlerin etrafında dönen kültürel tavırları benimsemek için (farkında olmadan, ya da olarak) çaba harcamaya başlıyor. Bu kesimler, adeta bu retoriğin dışında kalma korkusu yaşıyor ve bu çemberin dışına düşmemek için gündemlerinin bir parçasını buna endeksliyor. Kuşkusuz bu, üst sınıf kültür atmosferinin dışına itilmek istemeyen kentli orta sınıfın, içinde bulunduğu yaygın bir kompleksi de ifade ediyor.

Sosyal medyada sıkça gördüğümüz Game of Thrones, The Walking Dead, Çernobil ve son dönemde Dark gibi Batı menşeli dizi filmlere dayalı edebiyatın bu boyutta yaygın olması, bunun bir göstergesi. Yine son günlerde Joker ve Parazit gibi dünya çapında ünlenmiş filmlerin etrafında dönen yoğun tartışma ağı da bununla ilişkili olsa gerek. Tüm bu filmleri birer sanat eseri olarak değerlendirsek bile, üzerine bu kadar muhabbetin dönmesi, oldukça şaşırtıcı. Üstelik aynı anda on binlerce insanın, şu veya bu şekilde bir “sanat eseri” üzerine konuşması/kafa yorması, Türkiye gibi Ortadoğulu eğilimleri ağır basan toplumların kültürel doğasına ve eğitim eşiğine aykırı.

Çok açık ki buradaki tavır, tamamen popüler bir trend dalgasınca sürüklenme halini ifade ediyor. Bu halin en belirgin özelliklerinden bir diğeri de, bilgiye sahip olmak için gerekli okuma edimini bir tarafa atıp, bu yöndeki boşluğu film izleyerek doldurma olgusu olarak karşımıza çıkıyor. Evet, bugün okuma ediminden yoksun geniş yığınlar, filmlerin onlara anlattıklarıyla bilgilenmeye çalışıyor. Bu ise Çernobil dizisinde olduğu gibi, kapitalist kültür endüstrisinin herhangi bir olayı ya da olguyu, belirli bir çerçeveden anlatan öznel yaklaşımı nedeniyle, geniş cahil yığınları yeniden ve yeniden üretiyor.

1 Ali Mert, “Huzur ve Güven Arayan Orta Sınıflar Çürümenin de Ortasındalar”, Gelenek, sayı 87, Temmuz 2006.

2 Theodor Adorno & Max Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği, Kabalcı Yayınevi, 2010 İstanbul.

3 Ali Mert, “Huzur ve Güven Arayan Orta Sınıflar Çürümenin de Ortasındalar”, Gelenek, sayı 87, Temmuz 2006.

cukurda-defineci-avi-540867-1.