Sınırlandırılmış Erdoğan imgesiyle AKP’yi makyajlayan liberaller, “istikrar” için Kemal Derviş çizgisinden uzak olmayan neoliberal restorasyonun arayışındadır.

Gramsci’nin liberallere bir çift sözü var

KANSU YILDIRIM - @KansuYildirim

Korku sinemasının kült filmlerinden The Exorcist’i (Türkiye’deki ismiyle “Şeytan”ı) bilmeyen yoktur. William Friedkin’in yönettiği filmde, ruhu şeytan tarafından ele geçirilen kız çocuğunun önce psikoz halinde olduğu düşünülür. Tıp bilimiyle ilgisinin olmadığı ortaya çıkınca Exorcist yani “kötü ruhları kovan üfürükçü” çağrılarak, ruh, saf kötülükten arındırılır. Seçim sonuçlarının ertesinde de liberal cenah Exorcist misali bir görev yüklenerek, hem siyasi pozisyonlarını hem de kapitalist hegemonyayı restore etme çabasına girdiler. Seçimden önce ve sonra liberal aklın seyir defterini çıkardığımızda acizlikleri de, hangi koalisyon seçeneğini hangi amaçla bizlere önerdikleri de belirginleşiyor.

Seçimden önce
2010 Anayasa Referandumunda “demokratikleşme” ve “askeri vesayeti çözme” şiarlarıyla (“transformismo” dalgasıyla) AKP projesine eklemlenen liberal ekip, sayıca az olmalarına karşılık, medyadaki ve akademideki mevzilerini AKP’yi meşrulaştırmada kullandılar. AKP’ye hizmet eden argümanları aynı zamanda AKP karşıtlarının söylemlerini etkisiz hale getirmeyi amaçlıyordu. “Hayır” oyu kullananları darbecilikle, vesayetçilikle, statükoculukla suçlayan liberaller, AKP namına söylemsel mücadele yürüten seslendirme sanatçılarına dönüştü.

Siyasi ve teorik basiretlerinin “irade fetişizmi” ile düğümlendiği dönemde AKP, faşist rejimlerin “total devlet” anlayışıyla örtüşen parti-devlet bütünleşmesiyle kuvvetlendikçe liberal argümantasyon olduğu gibi çöktü. Arkalarında “faydalı aptal” tartışması kaldı. Ne var ki, hiçbir şey yokmuş gibi rejimi analiz etmeye devam eden liberaller, AKP’yi “plebisiter diktatörlük”, “demokratik otoritarizm”, “otoriter demokrasi” gibi oksimoron türden terimlerle nitelemeye devam ettiler. AKP’yi parlamentarizm veya çoğulcu burjuva demokrasisi içinde tanımlayan ve sabitleyen nitelemeleri, rejime en büyük “fayda”larıydı.

Alain Badiou “adlandırılamayanın adlandırılmasından” bahseder. Buna göre bir şeyi ismiyle çağırmak için yapılması gereken teorik bir müdahale vardır ancak liberaller ısrarla bundan kaçmıştır. Kimisi AKP’yi sandığa endeksleyerek temsil tapınması üzerinden, kimisi AKP’nin sağcı olmasına karşılık devlette temizleme başlatacağı düşüncesiyle, rejimi adıyla çağırmaktan imtina etmiştir. Çünkü Marksizm ile aralarına mesafe koymaya çalışan liberaller, ceberut devlet ve sivil toplum ayrımından beslenmiştir. Devleti saf “kötü”lüğün vücut bulmuş hali gibi eleştirmiş; sivil toplum ise devlete karşı hücum eden “iyi”likle bir tutmuşlardır. Örneğin, Muhsin Kızılkaya’nın liberalleri okuduktan sonra AKP’li olmaya karar verdiğini itiraf etmesi münasip bir işarettir.

Ancak 2013 Haziran’ından itibaren liberallerin söylemleri geçersizleşmiş ve bundan dolayı siyasi konumlarını yeniden meşrulaştırma ihtiyacı hissetmişlerdir. Haziran isyanından Genel Seçimlere kadar geçen süre, liberallerin içindeki tasnifi de belirginleştirmiştir. Bir tarafta rejimin imkânlarıyla finanse edilmiş, devlet aygıtlarıyla tahkim edilmiş liberaller vardır. Bu tipoloji, Gramsci’nin diliyle konuşursak, “organik aydın” yetiştirme projesinin mahsulüdür. Ancak entelektüel çaplarının yetersizliği ve söylemsel acemilikleri nedeniyle Portelli’nin “üstyapı görevlileri” tanımındaki gibi memurluktan ileriye gidememişlerdir (Gramsci ve Tarihsel Blok, 1982). Siyasi iktidarla kurulan dolaysız bağ, AKP’nin bu liberaller üzerindeki tasarruf hakkını arttırmıştır. Bu nedenle işe alındıkları gibi işten de çıkarılmışlardır. Nitekim AKP’nin tek parti statüsünü yitirmesiyle raf ömürleri dolmuş; Hayrettin Karaman’ın yaptığı gibi rejimin gözbebeği “milli iradeyi” iki günde “ırgat”a benzetmişlerdir.

Diğer taraftaki liberal tipoloji ise sağ ideolojinin “geleneksel aydın”ına yakındır. Bunların işlevi, egemen sınıfın ortak çıkarlarını genel çıkar olarak topluma kabullendirmektir. “Sol” veya “demokrat” pozisyonda durduklarını savlayan, sömürü ve özel mülkiyet yerine demokrasiyi ikame eden bu liberaller açısından “mağduriyet karinesi” esastır. AKP’yi de böyle okumuş ve sunmuşlardır. Demokrasi “normu” eşliğinde AKP’yle normalleşmenin gerçekleşeceğine inanmış, piyasa odaklı özgürlüğü savunmuşlardır. Sınıfsız bir demokrasi anlayışında mutabık kalmalarının da etkisiyle, formaliteden hukuki zemine önem atfetmişlerdir.

İkinci tipolojideki liberaller The Exorcist olarak yeniden sahnededir. 07 Haziran’dan sonra koalisyon hesaplarının havada uçuştuğu bugünlerde “normalleşme” mitosu uğruna kötü ruhu aramaya başlamışlar ve bulmuşlardır: Erdoğan! Daha düne kadar irade fetişizminin nesnesi olarak göklere çıkardıkları Erdoğan’ı koalisyon hesaplarında dışarıda bırakmışlardır. AKP ile Erdoğan arasındaki mesafenin açılması için uğraşmaktadırlar. “Üfürükçü” liberaller, Kemal Derviş’li bir CHP’nin, Anayasal sınırlara ve teamüllere hapsedilmiş Erdoğan’sız AKP ile ortak hareket edebileceğini düşünmektedirler. Uluslararası sermaye fraksiyonlarının, siyasetteki ve medyadaki kurumlarının yegâne dileği, “piyasanın beklentisine” cevap verecek “ussal” idareyi tesis edebilmektir. Bu dilek hiçbir şekilde toplumsal ilişkilerdeki devletin otoriter mahiyetini göz ardı etmez; yeter ki sermayeye “hukukun üstünlüğü” adı altında yatırım, teşvik ve özel mülkiyet güvenliği sağlasın…

Sınırlandırılmış Erdoğan imgesiyle AKP’yi makyajlayan liberaller, “istikrar” için Kemal Derviş çizgisinden uzak olmayan neoliberal restorasyonun arayışındadır. Liberal düşünce, her ne kadar devleti kötülükle özdeşleştirse de son derece Hayekçi bir devlet hayata geçirilmek istenmektedir. Kapitalist rüştünü 13 yıl boyunca ispatlamış ancak küresel sermayenin “demokrasi” normlarından uzaklaşmış AKP’nin yeniden rayına oturtulması artık yüksek maliyetlidir. Bunun yerine, koşullar uyarınca, AKP-CHP veya AKP’yi dengeleyecek başka bir aktörün olduğu hükümet seçeneği, liberallere kapitalizme sadakatlerini dillendirebilecekleri bir fırsat anlamına gelmektedir.
Gramsci’nin tam da burada bir çift sözü var; “İdoller kendi sunaklarında tuzla buz oluyor, tanrılar kokulu tütsü bulutlarının dağıldığını görüyor” (1918). Haziran’dan bu yana liberallerin ve cilaladıkları idollerin söylemleri de tuzla buz oluyor; bu nedenle koalisyon hesaplarının arkasına saklanarak özel çıkarları için kuyruğu dik tutma derdindedirler.