Güçlü yerel yönetim, güçlü bir demokrasi
Fotoğraf: Depo Photos

Helil KINAY - Karabağlar Belediye Başkanı

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” sözü ve inancı ile kurulan Meclisimiz ve halkın iradesinin 104. yılında, başkanlık sistemi ile Meclisin ve milletin iradesinin anlamını yitirdiği günleri yaşıyoruz. 104 yıl önce halkın yaşadığı yokluğu ve yoksulluğu görmeyen, saraylarda saltanat sefasını yaşayanların ülkeyi teslim ettiği anlayışın benzerini 21. yüzyılın Türkiye’sinde yaşıyoruz.

Atatürk’ün, "Asıl mücadele şimdi başlıyor" dediği noktada, eğitimden sanayiye tarımdan kültüre, şehirleşmeden, hukuk ve adalete giden devrim yolculuğundaki yarım kalmışlık, bugün saraya giden yolları döşeyen taşlar olmuştur.

Köy enstitüleri ile başlayan aydınlanmanın enstitülerin kapatılması ile geriye dönüşü, tarım devriminin yok sayılmasıyla çiftçinin ve köylünün kalkınmasının önüne geçilmesi, darbelerle demokrasinin yok sayıldığı, halkın sokaktan uzaklaştırıldığı siyaset anlayışı bugünlerin habercisiydi.

Halkın ekonomik koşullar altında ezildiği ortamda, siyasetin ekonomik gücü olanlar tarafından yapılabildiği bir döneme geçilmiş, siyaset halkın değil belli grupların eli ile yönetilen bir sürece evrilmiştir. Böylece halk siyasetten uzaklaştırılmıştır. Yokluk, yoksulluk ve geri kalmışlığa karşı değişim isteyen halkın karşısına halktan gibi görünerek tebaa siyaseti yürüten AKP’nin iktidar yolu açılmıştır.

Adalet ve kalkınma ‘ekseninde’ başlayan iktidarında AKP 24 yılda; toplumun temel hak ve özgürlüklerinin engellendiği, adaletten, haktan, bilimden, emekten uzak politikaları ve uygulamaları ile ülkeye 104 yıl önceki saray rejimini geri getirmiş ve tek adam siyaseti ile bizi karşı karşıya bırakmıştır.

∗∗∗

Başkanlık sistemi ile meclisin etkisizleştirilmesi, yetkisizleştirilmesi bugün halkın egemenliğini, temsilini yok saymaya yönelik adımlardır.

Bu durum; halkın siyasetten umudunu kestiği bir süreç yaşatsa da halkın egemenliğinin sadece parlamentoda değil, farklı toplumsal hareketlerle sokakta, meslek odalarıyla, sendikalarla ve çeşitli platformlarla sesini, tepkisini ve hak arayışını sürdürmesini durduramadı. Özellikle her türlü baskıya rağmen durdurulamayan kent suçları ve çevre mücadelelerindeki toplumsal hareketlilikler bunun en can alıcı örneklerindendir.

Günümüzde meclis yetkisiz kılınmaya çalışılsa da demokrasi ve hak mücadelesi sokakta güçlenerek yürüyor. Halkın gücünü ve sesini unutanlara karşı son seçimde alınan sonuçlar bu sesi tekrar hatırlatıyor.

Dolayısıyla siyaseti, halkın sözünü sadece parlamentoda değil her yerde duyacağız. Bu süreç güçlü parlamenter sisteme dönüşün de habercisi olacaktır.

∗∗∗

Mevcut uygulamalara baktığımızda demokrasi içerisinde halkın sözünün ve katılımının alındığını söyleyen sözler var. Seçimler, meclis, sivil toplum kuruluşları, danışma kurulları, kent konseyleri vb mekanizmalar… Oysa bunların çoğu –mış gibi yapılan uygulamalar. Gerçeklere döndüğümüzde halkın temsiliyetinin ve sözünün seçilmiş gruplar tarafından ortaya konmasından öteye geçmediğini görüyoruz.

Gerçek demokrasi için halkın sesini duyacak, sözünü aktaracak katılımcı mekanizmaların hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu yapıların farklı amaçlara hizmet etmeden, halkın temsiliyetine destekleyici unsurlar olarak çalışması gerekmektedir. Bu noktada siyasi partiler sorumluluk üstlenerek ve toplumun her kesimini içine alarak, doğrudan katılımcı demokrasi anlayışını bahsi geçen mekanizmalarla birlikte hayata geçirmek için lokomotif rolünü üstlenmelidir. 104 yıl önceki mücadele ile bu toplumun genlerine işlenen demokrasi anlayışı bugün yine toplumun siyasette başat rol üstlenmesiyle ayağa kalkmaya başlamıştır. Bu mesaj, demokrasi arayışında yeni yolları açmaya başlamış ve toplumun siyasi dinamizmine yeni bir enerji katmıştır. Ancak bu enerjinin doğru kanallara aktarılarak büyütülmesi ve nihayetinde toplumun siyasette göz ardı edilemeyecek varlığı ile demokrasinin hak ettiği yere evrilmesi mümkündür.

∗∗∗

Yerel yönetimler halkın iradesinin ve demokrasinin en önemli parçasından biri. Kentin yönetimine, hakkına ve adaletine sahip çıkan doğrudan katılımcı bir yönetim anlayışıyla demokratik sürecin bir parçası olan halk, yerel yönetimlerle içe içe bir mekanizma olarak düşünülmelidir. Bu noktada, yerel yönetimler her bir haneden başlayarak mahallelerde oluşturduğu birlikler, konseyler ve diğer oluşumlarla demokrasiyi toplumun en temelinden başlatma gücüne sahiptir. Bu güç, doğru kullanıldığı takdirde yerelden başlayan demokratik bilincin, örgütlenmenin genele yayılmasının tek yoludur.

Daha gelişkin bir demokrasi için yerel yönetimlerin mevcut yapısını daha da güçlendirerek, daha katılımcı bir anlayışla her bir yurttaşa erişme ve onları da yönetime dâhil etme imkânını kullanması gerekmektedir. Bu anlayışla, demokrasiden uzak olduğumuz bugünlerde yerel yönetimler olarak sorumluluğumuz çok daha fazladır. Halkın iradesini, yönetimdeki sözünü, toplumsal denetim hakkını en etkili şekilde kullanması için bizlerin halkı bu demokrasi sürecine dâhil etmek için cesaretlendirmemiz şarttır.