Geçenlerde Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener DİE 2002 Yoksulluk Çalışması'nın sonuçlarını açıklayınca içim iyice kararmıştı. Hani söylenenler bilinmedik şeyler değil ama, bazen rakamlar insanı fena çarpıyor.

Geçenlerde Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener DİE 2002 Yoksulluk Çalışması'nın sonuçlarını açıklayınca içim iyice kararmıştı. Hani söylenenler bilinmedik şeyler değil ama, bazen rakamlar insanı fena çarpıyor.
Komşu açken, tok yatılmayacağı nasihatleriyle büyümüş insanlar olarak bir bakıyorsunuz ki, ülke nüfusunun üçte biri açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Ayda yeni para ile 167, eski para ile 167 milyon lira ile geçinmeye çalışanların sayısı 20.7 milyon. 18 milyon 441 kişi gıda ve gıda dışı yoksulluk yaşıyor. Bunun anlamı, onca insanın bir tür açlık çekmekte olduğu. Yaklaşık 3 milyon kadar "komşumuz" ise çok daha kötü koşullarda yaşıyor, 136 bin "komşumuz" ayda ancak 39 YTL gibi bir gelirle neredeyse göz göre göre açlıktan ölüyor!
Türkiye'yi ziyaret eden yabancıların bir gözlemi vardır: Sizin memleket gülmeyen insanlar ülkesi derler. Çarşıda, pazarda, yolda yürürken insanlarımızın yüzlerini inceler, hep asık suratlı dolaştıkları, hiç gülmedikleri dikkatlerini çekermiş. Yıllarca bu gözleme bir anlam veremedim. Bana güler yüzlü bir milletmişiz gibi gelirdi. Demek içinde yaşadığımız için bizim dikkatimizi çekmiyormuş. İnsan biraz yurtdışında çarşı pazar dolaşıp orada insanlarının yüzlerini inceleyince farkı görüyor.
Asık suratlılığımıza ikna olduktan sonra, bunun nedeninin ekonomik sıkıntılarımız olduğuna hükmetmiştim. Öyle ya, sokakta dolaşırken kira parasını, ödeme tarihi gelmiş elektrik-su faturasını, çocuklara alınması gereken bir çift ayakkabıyı düşünmeyen mi var? Kafada bunca dert varken insanın mutlu olması mümkün mü? Mutlu olmayanların gülmesi ya da mutlu olup da gülmemek mümkün mü?
Mümkünmüş meğer! Bunu da DİE söylüyor. DİE'nin dün sonuçları yayınlanan Yaşam Memnuniyeti Anketi'ne göre, halkımızın yarısı (Yüzde 48.8) mutluymuş. "Mutlu azınlık" klişesi boş yani! Çoğumuz değilse de, yarımız mutlu. Bu durumun "parayla saadet olmaz" özdeyişini doğruladığı yok. Çünkü araştırmaya göre, saadet bal gibi parayla oluyor. Hane halkı geliri 1 milyar 167 milyon ve üzerinde olanlarda mutluluk oranı yüzde 72.6'ya çıkarken, geliri 319 milyonun altına düşenlerde bu oran yüzde 41.9'a düşüyormuş. Aslında 319 milyonluk bir gelirle, yüzde 41'lik mutluluk satın alabilmek de hiç fena sayılmaz!
Araştırma; kadınların erkeklere göre, evli olanların bekarlara göre daha mutlu olduğunu da göstermiş. Yani, "bekarlık sultanlıktır" lafı da boş. Kadınların erkeklerden daha mutlu olmalarının nedeni, çoğunun erkek şiddetine maruz kalması olamayacağına göre, nedir acaba? Araştırmacı gazetecilik yapıp, bizim psikiyatri profesörü Selçuk Candansayar'a sordum ama onun profesörlüğü de bu soruyu yanıtlamaya yetmedi.
Bunca yoksulluğa karşın Türkiye'de neden toplumsal patlamalar yaşanmadığı sıkça sorulur. Yanıtlardan biri, bizde güçlü olan eş dost, akraba, hemşeri dayanışmasıdır. DİE'nin Yaşam Memnuniyeti araştırması da bunu gösteriyor. Geçen yıl Türkiye'deki hanelerin yüzde 15.8'i hane dışından birilerine yardım etmiş. Burada da profesörlerin kolay kolay açıklayamayacağı bir durum var. Yardımsever hanelerin yüzde 6.2'sini geliri 319 milyon liranın altında olan hanelerin oluşturuyor! Ayda 319 milyon geliri olan bir hane, geçinmek gibi bir mucizeyi gerçekleştirmekle kalmıyor, başkalarına da yardım ediyor! Ne demeli, demek ki aç olanın halinden ancak aç olanlar anlıyor. Ya da tok açın halinden anlamıyor!
DİE verdiği mutluluk oranlarını bizim sinema gişeleri de doğruluyor. Hababam Sınıfı ya da G.O.R.A. gibi komediler 2-3 milyonu aşan izleyici sayılarına ulaşırken, memleket gerçeklerini denk düşen, sanatsal nitelikleri güçlü Gönül Yarası, Yazı-Tura gibi dramalar birkaç yüz bin izleyiciyi zor buluyor. Bunu, toplumun sorunlardan kaçmasıyla açıklayanlar var.
Belki de, şimdilik kapalı mekanlarda ağlanacak halimize gülüyoruz. İnşallah, turistlerin sokaklarda zil takıp oynayan halimize tanıklık ettikleri günleri görmeyiz!