Gomorra, kutsal kitaplarda adı geçen Sodom ve Gomorra kentlerinden adını alıyor. Günaha batan bu kentler, içinde yeterince erdemli insan bulunmadığı için tanrı tarafından yok edilmişlerdi....

Gomorra, kutsal kitaplarda adı geçen Sodom ve Gomorra kentlerinden adını alıyor. Günaha batan bu kentler, içinde yeterince erdemli insan bulunmadığı için tanrı tarafından yok edilmişlerdi. Filme (ve kaynak kitaba) bu adın verilmesinin iki nedeni var. Birincisi filmin konu edindiği Camorra adlı suç örgütüyle yani Napoli mafyasıyla ses benzerliği. İkincisi ise Camorra’nın Napoli bölgesini adeta bir günah kentine çevirmişliği. Fakat aslında filmin bakışı o kadar da kapsamlı değil. Suç örgütünün faaliyetlerini daha çok şehir merkezinin dışındaki varoşlarda görüyoruz. Film, genellikle bu bölgelerde geçiyor ve Napoli’nin merkezine pek inmiyor. Bu yaklaşım da Napolili yazar Silvia Angrisani’nin Sight & Sound dergisinde belirttiği gibi Camorra’yı kendi ayrı dünyasında faaliyetini sürdüren bir örgüt gibi gösteriyor. Bu dünyayla sivil toplum arasındaki bağlar, mesela dükkânların haraca bağlanmışlığı gözükmüyor. Bir başka görünmeyen şey de devletle ya da politikacılarla suç örgütü arasındaki bağlar ki bunlar örgütün varlığı açısından hayati önem taşıyorlar. Polis de filmde sadece 2 kere gözüküyor. Ama film tamamen de içine kapalı bir dünyadan söz etmiyor. Filmin anlattığı beş öyküden ikisi Camorra’nın dış dünyayla ilişkisini gösteriyor. Birisi zehirli atıkların imhasıyla uğraşan bir örgüt lideri/iş adamı ile yardımcısının hikâyesi. Diğeri ise Milano’nun moda dünyasına giyim eşyası üreten bir Napoli firmasında çalışan terzi Don Pasquale’nin öyküsü . İki öykünün diğer bir özelliği de emekçilerin sömürüsüne dair etkileyici sahneler içermeleri. Diğer öykülerden birisi ‘Scarface’e özenip kendi başlarına iş yapmaya kalkan iki gencin trajik öyküsünü, bir diğeri örgüte girmek isteyen bir yeniyetmenin sevdiği bir kadının ölümünde rol oynayışını, bir başkası da örgütün muhasebecisinin giderek daha da korku dolu olmaya başlayan hayatını anlatıyor.

‘Gomorra’yı diğer mafya (suç örgütü olarak okuyun) filmlerinden ayıran en temel yanı, örgütü hiç romantize etmeyişi. Ama bunun dışında çok da yeni bir şey söylemiyor. Filmin açılışındaki fitness merkezi sahnesinin nasıl sonuçlanacağını kestirmek için müneccim olmak gerekmiyor örneğin. Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama bunlar Camorra’nın gerçekçi İtalya sinemasında alacağı yeri küçültmüyor.

 

Gomorra

Yönetmen: Matteo Garrone Oyuncular: Salvatore Abruzzese, Simone Sacchettino, Salvatore Ruocco, Vincenzo Fabricino, Vincenzo Altamura, Italo Renda, Gianfelice Imparato, Maria Nazionale, Salvatore Striano, Carlo Del Sorbo Tür: Suç, Dram Ülke: İtalya

 

***

Neredesin Atam?

Osmanlı Cumhuriyeti filminin derdi daha çok ulusalcılığa tekabül eden bir mesaj vermek. Sosyalist olmadan anti-emperyalist olduğu için milliyetçili düşünceden çok da farkı olmayan bir mesaj bu...

 

Bir ülke düşünün ki, bağımsızlığına kavuşması tek bir kişiye bağlı olsun. O kişi olmadığı taktirde başka bir ülkenin sömürgesi konumuna girsin. O ülke bağımsızlığı hak etmiş sayılır mı? Bize öğretilen tarih her şeyimizi Mustafa Kemal’e borçlu olduğumuzu vaz ediyor. Onun vizyonu, iradesi, mücadelesi, komutanlığı sayesinde oldu ne olduysa. O olmasaydı her şey ama her şey başka türlü olacaktı. Tarih dediğimiz üç beş adamın at oynattığı bir arena olsaydı bu anlayış doğru olurdu. Bu garip ama egemen tarih anlayışından ‘Mustafa’ nasibini almıştı, şimdi sırada ‘Osmanlı Cumhuriyeti’ var.

Osmanlı Cumhuriyeti, Atatürk 8 yaşındayken ağaçtan düşüp ölseydi fikrinden yola çıkıp karamsar bir tablo çizmiş. Bir tür distopya yani. Osmanlı Cumhuriyeti denilen bu yeni ülkede hâlâ göstermelik bir sultan var ama yetkiler elinde değil. Ülkeyi asıl yönetenler Amerikalılar yani tarih kitaplarında ezberlediğimiz ama ne demek olduğunu bilmediğimiz Amerikan mandası gerçekleşmiş. Osmanlı’ya İstanbul’dan Ankara’ya uzanan küçük bir ülke kalmış. Güney illerinde Fransızlar egemen. Kürtler de Osmanlı egemenliğinin dışında kalmış. AB ve ABD kozlarını paylaşıyorlar. Bir yandan da Ankara’nın kahvelerinden birinde kendilerine direnişçi diyen birileri var. Onların derdi padişahı yanlarına çekip bir bağımsızlık mücadelesi vermek.

NE PADİŞAHTAN VAZGEÇİYOR NE DE...

Konu gördüğünüz gibi gayet ciddi ve Türkiye’de yaşanan kaygılara tekabül ediyor. Anti-emperyalizmi ‘ırkçılık-yabancı düşmanlığı-kısacası faşizm’ olarak okuyanlardan değilim. Emperyalizm geçerliliğini ne yazık ki koruyor. Ama bu filmin hem emperyalistleri (ve emperyalizmi) hem de anti-emperyalistleri o kadar kalın çizgilerle çizilmiş ki bir komedi filmi için bile fazla kaba saba. Osmanlı hâlâ kodumu oturtuyor ama ne yazık ki tüfek icat olmuş. AB’ye girelim diye Heybeliada’yı vermeye hazır bir parlamento var. Yani sorun ne: Bir Atatürk olmayışı! O gün olmasaydı böyle olurdu, bugün olmadığı için böyle oluyor. Tabii ki bu bir fantezi ve yazar/yönetmen böyle olacağını iddia ediyor demek saçma olur. Ama sonuçta hizmet ettiği, beslediği bir şey var bu fantezinin, o da tek adam ya da ‘kahraman’ miti. Bu tek adam miti dikatatörlüklere de kapıyı sonuna kadar açıyor. Film ne padişahtan ne de Atatürk’ten vazgeçerek, en tepedekiler iyidir ama altta bir takım çürük elmalar ihanet ederler klişesini de yeniden önümüze sürüyor. Liderlere toz konarsa bütün bakış açısı çökebilir çünkü.

Filmin künyesinde Ata Demirer ve Gani Müjde adlarını görünce ya da afişe bakınca, bir komedi ile karşı karşıya olduğunuzu sanıyorsunuz ama film güldürmek için pek az çaba harcıyor. Filmin derdi daha çok ulusalcılığa tekabül eden bir mesaj vermek. Sosyalist olmadan anti-emperyalist olduğu için milliyetçilikten çok farkı olmayan bir mesaj bu.

Kısacası Vildan Atasever’in güzelliği dışında filmde hoş bir şey pek yok. (Bu arada göbekli olmak hakikaten insanı ‘sevimli ve karizmatik’ gösteriyor mu?)

Atatürk yaşasaydı da iyi bir senaryo yazsaydı keşke Gani Müjde’ye. Aah, ah...

 

Osmanlı Cumhuriyeti

Yönetmen: Gani Müjde Oyuncular: Ata Demirer, Vildan Atasever, Ruhsar Öcal, Atilla Olgaç, Sümer Tilmaç Türü: Komedi, Tarihi

 

***

Destere kesmiyor

Destere’nin basın bildirisinde ‘h’ harfini söyleyemeyenleri öldüren bir seri katilden bahsediyordu. Filmde böyle bir şey yok. ‘Testere’ dizisinin çok kötü, düzeysiz bir parodisi ‘Destere’. ‘Testere’yi hatırlatmak gerekirse, iki kişi kendilerini bir odada ayaklarından zincirlenmiş olarak bulurlar. Bir ses onlara komutlar verir. Bu filmde de öyle. Nedense okuduklarımdan eğlenceli bir filmle karşılaşacağımı sanmıştım. Yine de filmin insan denen yaratığın tiğnetsizlik potansiyeli üzerine birkaç hoş gözlemi var. ‘Osmanlı Cumhuriyeti’nden daha komik ve daha sorumsuz olduğunu söyleyebilirim. İlla da bir yerli komedi izleyeceğim demeyin siz yine de bu hafta bence.

 

Destere

Yönetmen: Gürcan Yurt, Ahmet Uygur Oyuncular: Peker Açıkalın, Önder Açıkbaş, Tuna Orhan, Volkan Demirok, Ali Çatalbaş, Selin Denizli, Erol Günaydın, Halil Kumova, Ceyhun Fersoy, Devrim Atmaca Türü: Komedi, Korku