Gündelik korona kumarı
Ulrich Beck’in geç modern toplumlar için öngördüğü riskin, sınıf, grup, tabaka, bölge, zümre ayrımı gözetmeksizin eşit dağılımı gibi Korona da 'eşitlik içinde eşitsizlik' diyebileceğimiz biçimde tüm ülkeleri, sınıfları, şehirleri, grupları vuruyor. Tek fark (!), bazı insanlar gönüllü olarak evlerine kapanıp dijital ortamda ücretli işlerine devam edebilirken bazıları da her gün sokakta gündelik ekmekleri için korona kumarını oynamak durumundadır
Anıl Al-Rebholz
Modernlik, kentleşme, sanayileşme, şehirleşme, siyasi yönetim aygıtlarının merkezileşmesi gibi göstergeler üzerinden düşünülüp değerlendirilebileceği gibi benliklerin değişimi, kendimizle kurulan ilişkinin değişimi, âşık olma ve gündelik yaşam pratiklerinin dönüşümü gibi kültürel göstergeler üzerinden de değerlendirilebilir (Giddens, 1994a).
Düşünümsel Benlik ve Beden
Geleneksel toplumlarda kuşaktan kuşağa geçmiş, büyüklerimizin deneyim, bilgi ve yaşanmışlıkları kimlik oluşturmada hazır reçeteler sağlarken modern toplumlarda özkimlikler sorunsal haline gelirler. Özkimliklerin sorunsallaşması demek artık sınanmış reçetelerin bulunmaması halinde kişilerin kendi bireysel benliklerini bir proje misali hayata geçirmeleri gereğini duyumsamalarıdır. Geleneksel toplum çerçevesinde bir mahalle, köy, aile ya da grubun üyesi, birilerinin amcası, eniştesi, kız kardeşi, görümcesi olarak kimliklenirken modern toplumlarda artık kendi bireysel kimliklerimizi inşa etmek gerekir. Düşünümsel benlik projelerini oluştururken bireyler modern toplumlarda, genel olarak kişisel gelişim kitaplarına başvurdukları gibi düşünümsel bedenleri için de beslenme rehberlerine, düşünümsel olarak seçtikleri diyetlere, yemek kitaplarına ve popüler tıbbi makalelere başvururlar (Giddens, 1994b).
Düşünümsellik İngilizce reflexivity sözcüğünün çevirisi. Reflexivity kendine dönerek düşünme, kendi üstüne yansıtma ve giderek sosyal bilimlerde bir konu üzerine düşünürken araştırmacının kendi öncüllerinin farkında olması, bunları gözden geçirmesi, sorgulaması ve yeniden düşünmesi anlamına gelir (Bourdieu 1992). Düşünümsel bedenler ve benlikler günümüzde tüm insani bilimler (psikiyatri, psikoloji, sosyoloji, antropoloji, tarih, tıp ve bunların tüm ilgili alanları) tarafından üretilen bilgilerin ışığında kişilerin, kendi bedenlerine, sağlıklarına, beslenme diyetlerine, egzersiz alışkanlıklarına ama aynı zamanda sosyal pratiklerine, aldıkları kararlara, yaptıkları seçimlere bakmaları, bunları yeniden düşünmeleri ve gözden geçirmeleri demektir.
Böylece kişiler, örneğin giderek artan boşanma oranları ve mutsuz sonuçlanan evlilikler üzerine yapılmış sosyolojik bir çalışmadan yola çıkarak öz kimliklerinin bir parçasını oluşturan romantik ilişki pratiği olarak 'evlilik' düşüncelerini gözden geçirebilir ya da yeni bir arada yaşama biçimleri arayışına girebilirler. Yine bireyler diyetisyen ve doktorlarının tavsiyeleri ışığında glütensiz beslenmeye yönelmeye, egzersiz yapmaya, süt ürünlerinden kaçınmaya başlayabilir veyahut geleneksel tıptan ziyade alternatif tıbba yönelebilirler.
Modernliğin Dinamizmi ve Düşünümsellik
İnsan eyleminin düşünümselliği sadece modern toplumlara mı özgü? Geleneksel toplumlarda da eylemin düşünümsel karakteri vardır fakat çok daha dinamik modern toplumlara karşın düşünümsellik geleneğin yeniden yorumlanmasıyla kısıtlıdır (Giddens 1994a). Uzmanlık sistemleri (mühendislik, statik, mimarlık, avukatlık, genetik bilim, beslenme) ve sistemlerin sunduğu bilgilere dayanan devingen modern toplumlar ise baştan aşağı bu sistemlerin sağladığı düşünümsel bilgi ile bezelidir. Düşünümsel bilginin önemli bir karakteristiği, geleneksel bilginin tersine, hiçbir zaman nihai ve kesin bir bilgi olmamasıdır; sadece önceden yapılmış olanların, uzmanların yeni keşif ve buluşları ışığında yeniden gözden geçirilerek toplumsal yaşama ve doğal çevreye müdahale edilmesini içeren bir bilgidir bu.
Uzmanlık sistemlerinin sürekli değişen bilgileri popüler uygulamalarda da kolaylıkla gözlenebilir. Örneğin en fazla bir on beş yıl öncesine kadar beslenmede kalorinin çok önemli olduğu ve aşırı yağ tüketiminin şişmanlığa yol açtığı düşünülürdü. Light ve diyet ürünler (yağı alınmış süt, yoğurt ürünleri vb.) bu tür bir beslenme biliminin sunduğu bilgilerin sonucudur. Oysa bugün yağlar değil karbonhidratlar şişmanlığın birincil sorumlusu olarak görülüyor. Yine 1860’lı yıllarda seksologların bir sapkınlık ve tedavisi gereken bir hastalık olarak gördükleri eşcinsellik bugün bir hastalık olarak görülmüyor. Örnekler gündelik yaşamımızda bilgilerine geniş ölçüde dayandığımız pedagojiden, psikiyatri ve psikolojiye, beslenme biliminden genetik bilimine kadar genişletilebilir.
Korona ne zaman peak (zirve) yapacak deniliyor, algoritmalar oluşturuluyor. Zirve sorusu “Ne zaman dibin dibi görülecek?” sorusu ile değiştirilebilir: Taşeronlaştırılmış sağlık hizmetlerinin dibi, işsiz kalan güvencesiz insanların ümitsizliği ya da açlığın dibi ne zaman görülecek? Bu tahripkâr üretim ve tüketim biçimlerinin dibi ne zaman görülecek? Dibin dibini gördüğümüzü ne zaman anlayacağız?
Korona, Düşünümsellik, Risk, Güven ve İtimat
Çin’in Wuhan kentinde Aralık 2019’da ortaya çıkan bilimsel adı ile Covid-19 virüsü düşünümselliği hem bireysel bazda hem de kurumlar bazında (devletler, sağlık sistemleri, aile kurumu, ekonomi vb.) yoğunlaştırılmış bir şekilde yaşamamıza neden oldu. Ufuk Tarhan’ın deyişiyle küresel dünya tam bir laboratuvara dönüşürken (NTV, 23 Mart 2020), küresel insanlık da tekil tekil ya da topluluklar halinde eylemleri üzerine düşünmeye, kendilerini sorgulamaya başladı.
Bireysel düzeyde, medya ve sosyal medya sayesinde hayatımıza giren halk sağlıkçılarından, mikrobiyologlardan ve enfeksiyon hastalıkları uzmanlarından hijyenimize nasıl dikkat edeceğimizi, basit dezenfektelerle alkol bazlılar arasındaki farkı, hastalığı teşhis etmede farklı tanı kitlerinin işleme ilkesini, klasik sabunun nasıl virüsün çevresindeki RNA protein zincirini ve lipitleri parçalayabileceğini, buna karşın jelin çok etkili olmayacağını, virüsün nasıl damlacıklarla bulaştığını, bu bulaş zincirinin nasıl evde kalmakla kırılabileceği dahil hem kişisel hijyene hem sağlıkçıların çalışması hem de yaşamımızda nelere dikkat etmemiz gerektiği üzerine birçok şey öğrendik. Tüm bu bilgiler üzerinden sosyal ilişkilerimiz, selamlaşma biçimlerimiz, tüketim alışkanlıklarımız, çalışma şekillerimiz, uyuma ve beslenme düzenlerimiz, kısaca kendimizle ve diğerlerimizle ilişki kurma biçimlerimiz, toplumsallığımız radikal bir şekilde değişiyor.
Korona’nın tetiklediği kurumsal düşünümselliğin ise sayısız örnekleri var. Salgının ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra Covid-19 Bilim Kurulu oluşturuldu. İspanya, İtalya, İngiltere, Almanya, Amerika, Güney Kore ve İran örneklerinde yola çıkılarak bu ülkelerin hatalarını tekrarlamamaya, olumlu örneklerin uygulamalarının model alınmaya çalışılması, sosyal mesafe ve izolasyon ilkesine yapılması, Umreden gelenlere karantina uygulanması, henüz topyekûn bir sokağa çıkma yasağı ilan edilmediyse de 65 yaş üzerin sokağa çıkılmasının yasaklanması, Çin’den ilaç getirilmesi, ilacın tedavi süreci içinde hangi aşamasında, nasıl kullanılması gerektiği üzerine düşünülmesi, hastalığa yakalanıp kurtulmuş, antikor oluşturmuş insanların kanından tedavi amacıyla plazma oluşturulması için bilimsel çalışmanın başlatılması bu düşünümsel uygulamalardan sadece bir kaçı.
Küresel düzeyde ise ülkelerin sağlık sistemlerinin, etkinlik ya da yetersizlikleri, ülkelerin sağlık sistemleri arasındaki koordinasyon ve koordinasyonsuzluk ve uzmanlar arasında bilgi alışverişinde aksayan ya da iyi işleyen yönler tartışmaya açılarak edinilen bilgiler ışığında yeniden örgütlenme süreci başlamış oldu. Temelde sorgulanan konulardan birisi de sağlık gibi temel insani bir ihtiyacın bir takım özel sermayenin ve şirketlerin kâr amaçlı yatırımlarına mı bırakılacağı yoksa temel bir hak olarak devlet kurumları tarafından mı karşılanması gerektiği (krş. NTV, Pasaport).
Uzmanlık sistemlerine ve onların sağladığı düşünümsel bilgiye dayanan geç modern toplumlarında uzmanlar ve kurumlarına duyulan güven ile daha geleneksel toplumlara özgü itimat düşüncesi; doğal afet kaynaklı tehlikelere karşı insan yapımı risk tartışması çerçevesinde gündemin ön maddelerine oturur. Modern toplumlarda uzmanlık sistemlerine güvenen bir kişi risk koşullarının farkındayken, yani uzmanların da bilgilerinin yeni bulgular ışığında değişebileceğini bilirken, itimatta bu farkındalık yoktur. “Bir itimat durumunda kişi hayal kırıklığına tepkisini başkalarını suçlayarak gösterir; güven konusunda ise kusurun bir kısmını kendisi de omuzlamak zorundadır ve bir başkasına ya da bir şeye güven duymuş olmaktan pişmanlık duyması olasıdır” (Giddens, 1994a: 35). Yine modern toplumlarda risk ve tehlike ayrımı önem kazanır. Doğa ya da tanrı kaynaklı tehlikeler üzerine insanların eli kolu bağlıyken riskler insan yapımı ve modern yaşamın karakteristiklerindendir.
Doğal bir salgın olsa da Covid-19’u insan yapımı neo-liberal küreselleşmeden ve toplumsal düzeninden ayrı görmek imkânsızdır. Ulrich Beck’in geç modern toplumlar için öngördüğü riskin, sınıf, grup, tabaka, bölge, zümre ayrımı gözetmeksizin eşit dağılımı gibi korona da 'eşitlik içinde eşitsizlik' diyebileceğimiz biçimde tüm ülkeleri, sınıfları, şehirleri, grupları vuruyor. Tek fark (!), bazı insanlar gönüllü olarak evlerine kapanıp dijital ortamda ücretli işlerine devam edebilirken bazıları da her gün sokakta gündelik ekmekleri için Korona kumarını oynamak durumundadır. Yine bazı ülkeler vatandaşlarına az ya da çok bir sosyal güvence sözü verebilirken diğerleri bu sorumluluğun ekonomik yükünü üzerlerine alamazlar.
Korona’nın neden olduğu endişe, kaygı ve belirsizlikle başa çıkmanın farklılaşan yolları da yukarda sözü edilen güven-itimat karşıtlığı içinde değerlendirilebilir. Hastalık riskleri ve sonuçlarının farkında olan insanlar bilimsel bilgiler ışığında, nihai bilgiler olmasa da tedbirlerini alarak insan iradesine ve uzmanlık sistemlerine güvenirler. Başka bir yol ise tanrıya ya da diğer insanüstü güçlere sığınarak teslim olmaktır 'umursamazlık, bize bir şey olmaz, imanımız güçlü' söylemlerinde olduğu gibi. Diğer bir yol da üfürükçülerin, kâhinlerin, komplo teorisyenlerinin yoludur. Bunlar da virüsün arkasında gizli bir güç, gizli bir özne görebilirler. Virüsün arkasında gizli bir özne görmek, bu özne ve gizli güç ifşa edildiğinde, ortadan kaldırıldığında sorunun da çözüleceğini varsaymaktır ki bunun da doğru olmadığı salgının neden olduğu geri döndürülemez derin toplumsal dönüşümlerde görülebilir (krş. Terzioğlu, 2020).
Korona’nın yol açtığı her türlü kurumsal düzeyde küresel düşünümsel öz-eleştiri, bir resetleme fırsatı, küresel dünya için neoliberal tahripkâr düzenin talan ve yağmasına dur demenin şansı olarak görülebilir. Kurumların, sistemlerin, tüketim ve üretim biçimlerinin, çalışma biçimlerinin, sağlık sistem ve hizmetlerinin tartışmaya açıldığı bu dönemde kâr amaçlı tikel kaygılar genel kaygıların önüne geçirilemez. Neo-Marksist şehir kuramcısı David Harvey’e göre, neoliberal küreselleşmede eşitsiz coğrafi gelişme tikel kaygılarla (ekonomik güvence, daha iyi yaşam koşulları, kaynaklara erişim gibi) küresel kaygılar (insan hakları, küresel ısınma, orman kaybı, çölleşme, biyolojik çeşitliliğin korunması) arasında gerilime yol açar (Al-Rebholz, 2017: 156). Bizi az ya da çok aynı 'kadere' maruz bırakarak küreyi daha da küreselleştiren Korona hakemliğinde “Onun köyü, benim şehrim, bizim partimiz, onların partisi, bizim kampanyamız, onların kampanyası” demek gülünç ve havsala dışıdır.
Korona ve Freni patlamış Dev Araç olarak Modernlik
Giddens’ın modernlik fenomenolojisine geri dönecek olursak, sosyolog modernliği anlayabilmek için Weberyen ve Marksist imgelerin (insan gereksinimlerinin kapitalist pazarın kaprislerine kurban edildiği bir canavar olarak modernlik) yanı sıra Hint mitolojisinden ödünç aldığı Juggertnaut imgesine başvurur: “Juggernaut- insanlar olarak ortaklaşa bir dereceye kadar yönlendirebileceğimiz; ancak denetimimizden çıkıp parça parça olabilme tehlikesini de taşıyan çok büyük bir güce sahip, başıboş bir araç” (Giddens, 1994a: 125).
Korona ne zaman peak (zirve) yapacak deniliyor, algoritmalar oluşturuluyor. Zirve sorusu “ne zaman dibin dibi görülecek?” sorusu ile değiştirilebilir: Taşeronlaştırılmış sağlık hizmetlerinin dibi, işsiz kalan güvencesiz insanların ümitsizliği ya da açlığın dibi ne zaman görülecek? Bu tahripkâr üretim ve tüketim biçimlerinin dibi ne zaman görülecek? Dibin dibini gördüğümüzü ne zaman anlayacağız? Bunun yerine sürücü koltuğuna geçmek ve Covid-19’u bir durak olarak görüp insan ve doğa gereksinimleriyle uyumlu yeni bir güzergâha doğru yol almak mümkün.
Kaynaklar
Anthony Giddens (1994a): Modernliğin Sonuçları. Ayrıntı: İstanbul.
Anthony Giddens (1994b): Mahremiyetin Dönüşümü. Ayrıntı: İstanbul.
Pierre Bourdieu & Loic J. D. Wacquant (1992): An Invitation to Reflexive Sociology. Polity Press: Oxford.
Pasaport, “Salgın neleri değiştirecek?”, NTV, 23 Mart 2020, Hazırlayan: Mete Çubukçu.
Ayşecan Terzioğlu (2020): “COVİD- 19 ve Toplumsal Değişimlerin Gizli Öznesi Olarak Salgınlar”. Gazete SU.
Anıl Al-Rebholz (2017): “Kent Kuramları: Klasikler ve Çağdaşlar”. Lisans yayıncılık, Kent Sosyolojisi içinde.