Bilim emekçileri olarak verdiğimiz mücadele sadece özlük ve meslek haklarımız için değil, aynı zamanda emekçilerin ve toplumun geleceği için, eşit ve özgür yarınlar için verilen bir mücadele.

Güvencesizleştirilen akademi
Fotoğraf: DepoPhotos

Aysun GEZEN

Memleketin geleceğini etkileyecek en kritik tarihî dönemeçlerden birine yaklaşıyoruz. AKP’nin iktidarda olduğu 21 yıl boyunca yarattığı derin yoksulluğu, sömürüyü, emekçilerin hak kayıplarını, sendikasızlaştırmayı ve sermaye lehine tercihlerini “din elden gidiyor” söyleminin arkasına gizleyiverme çabasına tanık oluyoruz.

Fakat tüm dünyada emekçilerin giderek yükselen mücadelesinin ve değiştirme kararlılığının umuduyla 1 Mayıs’a yürüyoruz.

Emekçilerin bugüne kadar elde ettiği kazanımlar çetin mücadelelerle geldi. Kapitalizmin “altın çağı” denen politikalar, kapitalizmin yeniden üretimi, “tehlikeli” addedilenlerin denetimi ve düzen içileştirilmesi, komünizm tehdidinin bertaraf edilmesi, kitlesel tüketim için gelir dağıtma stratejisi ile uygulanmıştı. Yani lütuf değildi. Bu dönem, 1970’lerle birlikte sona erdi, kuralsızlaştırma, piyasalaştırma ve özelleştirmeye dayalı bir birikim rejimi, buna uygun emek rejimini de beraberinde inşa etmeye girişti. Geçici ve eğreti istihdam biçimleri yaygınlaştı, güvencesizlik sadece çalışma koşullarını değil, yaşamın her alanını belirlemeye başladı.

Orta sınıfların yok olduğu, zenginliğin ve üretilen değerin giderek daha küçük bir kesimin elinde toplandığı, alt-orta ve orta sınıfların daha da yoksullaştırılıp “kriminalleştirildiği” bir toplum yapısı oluştu. Sosyal devletin tasfiyesine, işçi sınıfının kazanılmış haklarının tasfiyesini içeren yasal düzenlemeler eşlik etti. Neoliberalizmle birlikte kapitalizm yeniden “vahşi” niteliğine döndü. Kitlesel işsizliğin yapısallaştığı, yedek işgücü ordusunun giderek büyüdüğü, işsizliğin yahut da “başarısızlığın” bireyin kendine yeterince yatırım yapmamasının sonucu ve işsizin kendi ahlaki sorunu olarak işaretlendiği girişimci, rekabetçi birey anlayışının hemen her alana sirayet ettiği söylenebilir. İşte bilim emekçilerinin ve akademinin hikâyesi de emek rejiminde yaşanan dönüşümün kendi özgünlükleri olan bir veçhesi. Hayatın her alanını kuşatan güvencesizleşme, bilimsel özgürlüğü ortadan kaldıran, üniversiteyi araçsallaştıran ve piyasa tanrısının hizmetine koşan dönüşümün hızlanmasında çok önemli bir etken oldu.

AK-Üniversite A.Ş.

AKP iktidarı, ekonomik, politik, ideolojik ve toplumsal hedefleri doğrultusunda eğitime özel bir “önem” verdi. 2006 yılından itibaren “Her ile bir üniversite” şiarıyla başlayan ve çok geçmeden “her üniversite kampüsüne bir cami” hedefiyle bütünleşen, üniversiteleri piyasalaştırma ve dinselleştirme çabalarının sonuçlarını yaşıyoruz.

Eğitim politikası toplumun ihtiyaçlarına, kamusal faydaya, bireylerin kendini gerçekleştirebileceği, hem kendi üzerine hem de içinde yaşadığı toplum ve dünya üzerine düşünebileceği niteliklerle donatılması hedefleriyle değil, piyasanın ihtiyaçlarına, AKP’nin politik hedeflerine göre belirleniyor. Üretime dayalı olmayan, sıcak para girişlerine bağımlı bir ekonomide bir tür ekonomik kalkınma, ekonomiyi canlandırma hamlesiydi her ile üniversite projesi. Şehrin esnafı arasında üniversiteler için “bacasız fabrika” denmesi de “ilçemizde para ancak öğrencilerle dolaşıma giriyor”  cümlesi de öğrencinin sıcak para ile eşitlendiğinin ya da öğrencinin “yürüyen para” olarak görüldüğünün itirafı.

AKP her ile üniversite açarak yine bir taşla pek çok kuşu vuruyor. Buralarda istihdam yaratıyor; yarattığı istihdamla kadrolaşmasını sağlıyor; bulunduğu statüyü AKP’ye borçlu, işi AKP’nin yapıp ettiklerinin “bilgisini” üretmek olan, memur tipi akademisyen kuşağı yaratıyor; güvencesizlik ve esnekleşme üzerine kurulu emek rejimini, siyasal İslamcı ideolojisini, yaratmak istediği toplum yapısını memleketin her yanına taşımış oluyor; kampüslerde camilerle, Diyanet eliyle, yurtlar, öğrenci toplulukları, polisin varlığı ve dinselleşen eğitim içeriğiyle gençlerin değiştirme potansiyelinin asla kuvveden fiile çıkmamasını garanti altına alıyor, o gençleri tam anlamıyla dönüştüremese de gençlerin düzeni değiştirmesini engellemiş oluyor. Yani emek rejimini, akademiyi, toplumu dönüştürmenin, AKP siyasetini ülkenin en ücra köşelerine yaymanın aracı haline geliyor üniversiteler. Nitekim yatırımı yapan, namı diğer parayı veren her şeyi de belirliyor.
 
Sermayenin ihtiyaç duyduğu ucuz işgücünü üretmeye indirgenen, soran, sorgulayan, eleştirel düşünen değil, dindar ve kindar nesiller yetiştiren ideolojik aparatlar yaratıp giriş kapısına üniversite yazıyor, istatistik bilimini de başarı öyküsü yazmak için araçsallaştırıyor. Her bir kampüsü bir “pazar” olarak konumlandırıyor aynı zamanda.

Devlet üniversitelerinde öğrenci dolaylı olarak para kaynağıyken, vakıf üniversitelerinde doğrudan metalaşan eğitimi satın alan müşteri konumunda. Eğitim kâr amacıyla satılan bir meta olunca sürekli daha fazla kâr elde etmek için yönetimler maliyetten kısmak üzere öğretim elemanı sayısını azaltıyor; ders yükü, sınav yükü, okul tanıtımı, angarya işler derken nitelikli eğitim, bilimsel çalışma ve araştırma yapma imkânlarını tahrip ediyor; bilginin ve bilimsel emeğin metalaştırılması üniversitenin varlık koşulunun altını oyuyor. Güvencesizlik, sürekli bir işten çıkarma ve dışlama tehdidi olarak Demokles’in Kılıcı gibi üniversite emekçilerinin başında sallanıyor. 

İş bulamayan ya da işsiz kalanlara kendi suçları olduğu, iş bulabilecek kadar şanslı olanlara da bulduğu işin hak edilmiş bir şey değil de bir tür tesadüf, lütuf olduğu hissettiriliyor; bin bir güçlükle “tesadüfen” bulunan işi, nihayet bir yere “yerleşmiş” olma durumunu kaybetmemek için her tür hak ihlaline, tacize, şiddete katlanmak bir zorunluluk gibi görünmeye başlıyor göze.

Üniversitenin varlığının esası özgürlüktür!

AKP iktidarı bilimsel özgürlüğün ve akademik özerkliğin son kırıntılarını da yok etmeye yeminli bir politika izliyor. Geçim derdi, düşük ücretler, güvencesizlik, KHK rejimi, esnek çalışma, geçici süreli iş sözleşmelerinin yaygınlaşması, güvenceli çalışmanın bir imtiyaza dönüşmesi, ders içeriklerinin, tez çalışmalarının, üretilen bilginin sürekli denetimi, eleştirel her içeriğin yasaklanması, cezalandırılması, üniversitedeki varlığın AKP ile kurulan ilişkiye bağlı olması gibi birçok faktör özgürce bilimsel çalışma yapmanın önünde büyük engel.

Artan iş yükü, angarya çalışma, giderek artan baskı, her an işsiz kalma korkusu tüm üniversite ve bilim emekçilerinin de ortak sorunu. Artık yaşamsal ihtiyaçlara bile yetmeyen açlık sınırına yakın ücretlerle yarını öngörememek özgür bir şekilde bilimsel bilgi üretmenin önüne geçiyor. Üniversite açısından da ücret politikası, çalışma koşulları salt ekonomik olarak değerlendirilemeyecek, son derece siyasal bir mücadele alanı.

KHK rejimi ile yaratılan çölleşme, on yıllarca kütüphanesiz, laboratuvarsız çalışan fakülteler varken devasa ve cemaatsiz camilerle donatılan kampüsler, camide ya da AKP il teşkilatlarında kadro arayan “memur”lar, iş ihale bağlayan sermayedarlar, uzmanlığı olmayan bölümlerden haksızca dağıtılan profesörlük unvanları, isme açılan kadrolar…

AKP’nin politikalarını eleştirdiği ve mesleğini evrensel ilkelere uygun yapmaya çalıştığı için kadrosu verilmeyenler, ayrımcılığa uğrayan idari ve teknik personel, ürettiği bilimsel bilgiyi toplumsallaştırıp entelektüel olmanın sorumluluğunu yerine getirdiği için cezalandırılan öğretim üyeleri, ama diğer yandan her konuda ahkâm kesip halkın bir kesimini “devlet televizyonunda” düşmanlaştıran, ona hakaret eden ilahiyatçılar kuşağı… 

Şirketleşen üniversite, emeğin ve bilginin metalaşması, güvencesizleştirilen hiçleştirilen ve değersizleştirilen bilimsel ve akademik emek, müşterileştirilen öğrenci, piyasaya ihtiyaç duyduğu işgücünü yetiştirmeye indirgenmiş bir “eğitim” ile AKP’nin “arka kampüsü” olarak özetlenebilecek bir tablo var karşımızda.

Bilimi ve aklı üniversiteden kovup dogma ve hurafeleri kampüslere doldurmaya çalışan, eğitimi araçsallaştıran, metalaştıran, kâr ve rant gözlüğüyle dünyaya bakan iktidarın yarattığı felaketlerde daha yeni on binlerce insanı kaybettik. Bilim emekçileri olarak verdiğimiz mücadele sadece özlük ve meslek haklarımız için değil, aynı zamanda emekçilerin ve toplumun geleceği için, eşit ve özgür yarınlar için verilen bir mücadele. Yeniden “vahşileşen” kapitalizmle ehlileştirilmiş kapitalizm arasında bir seçime zorlanmayı reddediyoruz. Ait olduğumuz sınıfla birlikte, demokratik, özgür ve özerk üniversite için, bilimsel özgürlük için, ülkemizin aydınlık geleceğini kurmak için 1 Mayıs’ta kortejlere!

Kaynakça:

Tuğba Tekerek, 2021. Taşra Üniversiteleri: AK Parti’nin Arka Kampüsü; İletişim Yayınları.