Ödeyemediğimiz kiralarla, alamadığımız evlerle, güvenemediğimiz, geceleri uyuyamadığımız evlerimizle, imara açılan tarlalarımızla, kontrolsüz ve plansız kentleşmeyle, denetimsiz yapılarla, yani tamamen hep yaptığımızı yaparak konutun kârlı bir yatırım aracı olduğuna inanmaya devam mı edeceğiz?

Güvensiz ve pahalı: Konut soygunu ve geleceğimizin şehirleri

Ceren Gamze Yaşar - Şehir Plancısı

Mükemmel bir soygun için kaç kişi gereklidir? Basit bir soygun olsaydı bu, dört kişi yetecekti, üç fail bir kurban, oysa biz konut sorunundan bahsediyoruz. Mükemmel bir konut soygunu için herkes gerekli. Bu soygundan kimse sağ çıkamıyor. Bu mükemmel soygunda en gerekli biziz, hepimiz, konutun bir yatırım aracı olduğuna inanan hem kurban hem fail: Biz, toplum. 


Bu, depremden sonra yazması ağır bir konu; öncesinde ise dinleyeni yoktu. Herkesin bildiği şeyler hepsi ama bilmek yetmiyor. Bu bir bilgi sorunu değil, evlerimiz ve şehirlerimizin afetler karşısında güvensiz olduğunu biliyoruz. Ne evlerden ne şehirlerden bir yere kıpırdayabiliyoruz çoğumuz. Kiracı olanlarımızı emek pazarı bulunduğumuz şehre zincirlerken, günden güne artan kiralar ise oturduğumuz evlere zincirliyor henüz ev sahibimiz fahiş zamlar yapmak için bizi çıkarmaya çalışmadıysa. Kendi evinde oturanları da bizzat kendi mülkleri zincirliyor hele de güvensiz çıkıp “satamayacaksa” ya da satıp da benzer konumda daha güvenlisini alamayacaksa. 

Bundan tam 14 yıl önce “Ankara’daki konut ihtiyacı, konut arzı ile doğru orantılı olarak artıyor” demişim yine Birgün’e yazdığım Konut Herkes için Başka Sorun Ankara’da başlıklı bir yazımda. O günden bugüne aynı tuhaflık artarak devam etti, bir tarafta ciddi bir “bütçemize uygun kiralık veya satılık konut sıkıntısı” artarak yaşanırken, diğer tarafta durmaksızın süren konut arzı ve uzak yerlerde boş duran “yatırımlık” konutlar da sayıca artmaya devam etti. Bu boş duran konutları üretmek için tükettiğimiz kaynaklar, sömürülen emek ve doğa bir kenara bırakılsa bile üretilen konut sayısı ve konut fiyatlarındaki eşzamanlı artış Türkiye ekonomisinde konutun payını giderek artırdı ve lokomotif inşaat sektörü gibi söylemlerle ülke ekonomisini konut pazarı karşısında kırılgan hale getirdi.
Başka bir deyişle bastık paraları evlere ve Türkiye ekonomisini shortlayarak TL’nin her zaman değer kaybedeceğine ve konut fiyatlarının hem bu yüzden, hem de “en iyi yatırım aracı konut” olduğu için artacağına oynadık bu kumarı. Biz para yatırdıkça büyüyen konut piyasası artık devasa bir hacim aldı ve belki de doğrudan TL’nin değer kaybetmesine neden olan bir hacme ulaştı, kehanetimiz kendi kendini gerçekleştirmiş oldu. Geldiğimiz noktada depremler sonrası güvenli güvensiz bütün evlerin kiralık ve satılık fiyatları katlandı üstelik bu sırada 2014’ten bu yana gerçekleşmekte olan kiracı yüzdesindeki artış da devam etti. 

Toplumsal olarak ürettiğimiz artıdeğerin tüketilmesi, bizim emeğimiz, bizim alınterimizin tüketilmesi idi aslında konutu yatırım aracı olarak görmeyi normalleştirmemiz. Çoğumuz böyle görmemize rağmen bu yatırımı yapamadık, bugün hiç olmadığımız kadar uzağız, yakamız ne renk olursa olsun çalışanlar olarak bir büyükşehirde bir konut sahipliğine ve buna güvenli bir konut koşulunu ekleyemiyoruz bile. İşsizler, enformel ve düzensiz işlerde çalışanlar, kırdan ve türlü yerlerden göç edenler, buçuklu vatandaşlar daha da uzak.
Çoğumuz başa çıkılamaz kiralarla ya evleri paylaşır olduk başkalarıyla, ya taşındık daha küçük şehirlere ki orada da maaşımızın çoğu kiraya gidiyor hâlâ, ya da ev sahibimizle davalık olduk kapıya konulacağımız günü sayıyoruz. Zamanında ev almış olanlarımız ise oturduğu bir evi var ise, güvenebilir mi güvenemez mi bilemiyor deprem ve afet bölgelerinde, yani hemen hemen bütün illerde. Satsa daha güvenlisini yakınlarında satın alabilir mi bilmiyor ev sahibi olanlar da, satın alanlar da şüphe içinde. Türk Lirasının hızlı erozyonu ile çığırından çıkan konut pazarı, deprem ile daha da ivmelendi delice artışlar konusunda. Bu da öyle ya da böyle, bu pazar hacmi ile TL’nin zor tutulan değerini daha da düşürecek. Nasıl bir karadeliğin içindeyiz görebiliyor musunuz? Biz bu çukurdayken, bizimki gibi kontrolsüz piyasalarda dönem dönem olan şey de oluyor muhtemelen arka planda, yatırımcıların köpekbalığı olarak isimlendirdiği türde yatırımcılar piyasadan konut topluyor geleceğimizi de ipotekleyerek ve bizi kiracılığa sonsuza kadar mahkûm edecek biçimde. 

Bu kadar büyük ve bu kadar “çok paranın döndüğü” bir pazar yozlaşmaya her zaman ve her coğrafyada açıktır, bizim ülke de bu konuda bakterilerin hızla ürediği bir petri kabı gibi.
2004’te 5273 Sayılı Kanun ile TOKİ ve devletin konut pazarı ile kurduğu ilişki yeniden yapılandırılmış, bu da konutta Türkiye örneğinde finansallaşmayı hızlandıran bir adım olmuştur bugünden bakınca açıkça okunabilen biçimde. Sermaye zaten kendi hesabına konut üretiyordu uzun süredir, devlet de buna katıldı kamu yönetiminde reform genel çerçevesi içinde ve TOKİ özelindeki mevzuat değişiklikleriyle. 

Konut balonu ve konut pazarında fiyat balonu uzun zamandır konuşulan, insanların fazla duymaktan ciddiye almayı bıraktığı Kassandra kehanetleri gibiydi herkes için. Biz şehirciler, iktisatçılar, mimarlar, inşaat mühendisleri, yani sektörde çalışanlar ve sektörü/ekonomiyi okuyanlar sık sık dile getirdi bu balonların er ya da geç patlayacak olmasını. Ancak bunları dinleyen çoğunluk hani dediniz dediniz hâlâ artıyor konut fiyatları gibi cevaplar verdi. Bu balonlar patlayacak deyince bir uzman siz ne anlıyorsunuz bilmiyorum ama ben kendi adıma şöyle bir şey diyorum aslında, balonun patlamasıyla konutların fiyatları bir anda düşecek ve herkes konut alabilir hale gelebilecek gibi bir durum yok; tam tersine, iş öyle bir boyuta gelecek ki piyasadaki konutlar çoğunluk için alınamaz olacak, pazarın büyüklüğü ve toprağa gömülen bu paranın (bkz. Sermayenin ikinci çevrimi, Harvey, D.) üretken olmaması TL’nin değer kaybını hızlandıracak, kitleler kiralarla ya da ev kredileriyle daha da yoksul ve bağımlı-kıpırdayamaz hale gelirken, köpekbalıkları piyasadaki alınamaz bu konutları fiyatları azıcık düşünce, TL’nin değer kaybına da yaslanarak toplayacak ve kiracılık oranı daha da artacak, ev sahipliği böyle tek ellerde toplanarak tekelleşirken. Bugünümüze çok da uzak değil sanki, ne dersiniz? Kendi oturmayacağı, 300-500 evi olan rantiyer sınıf için de bizim can güvenliğimizin zerre önemli olduğunu sanmıyorum. 

Bugün bir yol ayrımındayız. Aynı davulu çalıp, konutu bir servet aktarımı aracı olarak kullanan, seçime az kala ihaleleri ve plansız, satış amaçlı konut üretimi ve riskli alan ilanları ile yaşayanlara söz hakkı bırakmayan, imar hakkını kutsayarak ama yaşayanların hakkını yeri geldiğinde görmezden gelerek yine plansız ve hızlıca üretilen dönüşüm projeleriyle aynı şeyleri mi yaşayacağız? Ödeyemediğimiz kiralarla, alamadığımız evlerle, güvenemediğimiz, geceleri uyuyamadığımız evlerimizle, imara açılan tarlalarımızla, kontrolsüz ve plansız kentleşmeyle, denetimsiz yapılarla, yani tamamen hep yaptığımızı yaparak konutun kârlı bir yatırım aracı olduğuna inanmaya devam mı edeceğiz? Yoksa yaklaşımımızı değiştirmeye kendimizden başlayıp, nitelikli ve güvenli konutu bir ihtiyaç, bir olmazsa olmaz ve herkes için bir hak olarak görmeye başlayarak bu konut piyasasına ve bu servet aktarımı olarak konut üretme biçimlerine bir son mu vereceğiz? Top bizde, hepimizde. Bu sefer gerçekten kurtuluş yok tek başımıza. Ya hep beraber güvenli ve erişilebilir konut hakkımızı alacağız, ya da hep birlikte bu haklarımızı mutlu ve sömürgen bir azınlığa devredip güvenli ve nitelikli konutların sahibi olabilmeyi, ya da bunlardan yararlanabilmeyi sadece gündüz düşlerimizde göreceğiz.