4 milyon kişi işsiz. 2 milyon 226 bin kişi çalışabilir durumda olmalarına rağmen artık iş aramaktan vazgeçmiş. 1 milyon 150 bin kişi 1 seneyi aşan süredir işsizliğin ağırlığını taşıyor. Kriz var, hem de kronikleşen ve çok ağır bir toplumsal bunalıma evrilen bir kriz.

Krizin sorumlusu bugünün siyasi, ekonomik ve sosyal düzeni. Krizin sorumlusu bu düzeni kurmuş olan iktidar, tek adam rejimi. Tek adam rejimi ekonomiyi, toplumsal barışı, sosyal devleti yıkıp geçiyor.

Gelir yaratacak üretken yatırımlara değil ranta öncelik veren ve ancak borçlanmayla, krediyle ayakta duran düzenin krizi halk için iflaslar, yoksullaşma ve işsizlik demek… Güçlü bir sosyal devletin yerini siyasi yandaşlığın aldığı düzenin krizi halk için güvencesizlik demek… Hukuksuzluk, keyfilik ve ‘şahsım’ düzeni ekonomiye katılan herkes için güvensizlik demek…

Hal böyle iken iktidarın TBMM’ye getirdiği ‘Bankacılık kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi’ içinde yine borçlanma var, kredi var, yandaş var, güvencesizlik ve güvensizlik var. İçinde halkın işsizliğine çare yok, içinde iflaslarla boğuşan KOBİ’ye nefes yok, içinde umudunu yitirmiş milyonlara bir gelecek yok.

Kanun teklifi milyonların umutsuzluğunu, yangın yerine dönen ekonominin gerçek ihtiyaçlarını görmezden geliyor. O kadar görmezden geliyor ki, teklif toplumsal bunalıma dönüşen krizi çıkartan düzeni daha da derinleştirmekten başka hiçbir işe yaramayacak. Altını bir kez daha çizelim… Tek adam rejimi kurduğu bu düzenin devamına muhtaç, onu ayakta tutan şey bu düzen; dolayısı ile tek adam rejiminin krize çare üretecek bir kanun teklifi getirmesi de beklenemez zaten!

Kanun teklifinde yok yok. Mesela, gerçeğin ne olduğuna dair kantarı tekeline almış olan iktidarın finansal piyasalarda gerçeklere dayanan işlemler yapılıp yapılmadığına dair karar verip cezalar yağdırması var. Oysa çok değil, Haziran 2019’da BDDK’nin şikâyeti üzerine gazeteci, ekonomist ve sanatçıları da içeren 38 kişi hakkında dava açıldı. Davaya söz konusu olan ‘ekonomik kriz ve döviz’ haberi Ağustos 2018’de TL’nin keskin değer kaybıyla ilgili. İşte bu teklif, BDDK’ye neyin ‘gerçek’, neyin ‘yapay arz veya talep’, neyin ‘bankacılık sistemini tehlikeye düşürecek’ olduğunu belirleme yetkisini içeriyor.

Mesela, kanun teklifinde paralel bir Hazine olarak kurulan, ipotek fonu olan Türkiye Varlık Fonu’nun hiçbir sınır tanımadan borçlanmasına imkân verecek düzenlemeler var. Hazinemiz yasaya göre sınırsız borçlanamaz, halkını sınırsız olarak borç alacağı yabancıların insafına terk etmez, ülkemizin geleceğini ipotek altına alamaz. Sınırı vardır borçlanmasının. Oysa OHAL dönemindeki kararnamelerle bir paralel Hazine olarak kurulan Varlık Fonu bu kararnamelerle zaten doğrudan Hazine’nin tüm kaynaklarını kullanma yetkisini aldı bile! Yetmemiş olacak ki şimdi de Sayıştay denetimine tabi olmayan, başında AKP’nin Genel Başkanı ve damadı olan, tüm Cumhuriyet miraslarına el koymuş olan Varlık Fonu’na sınırsızca borçlanma yetkisi verilecek bu kanun teklifiyle. Geleceğimiz, ülkemiz pervasızca, sınırsız bir şekilde yabancıların insafına bırakılacak ve ipotek altına alınacak!

Mesela kanun teklifinde kitle fonlaması, projeye dayalı menkul kıymetleri ve daha pek çoklarını içeren yeni finansal araçlar var. Bir diğer deyişle kanun teklifinde daha çok borçlanma ve daha çok kredi kaygısı var. Oysa Türkiye’de finansal piyasaların etkin işlememesinin sebebi, kaynakların verimli kullanılmıyor olmasının sebebi finansal araç eksikliği değil ki! Hal böyle olunca “yeni” finansal araçların “gerçek” amacına dair herkesin aklına önemli sorular düşüyor. Ve belki de kanun teklifine dair en önemli sonuç da işte burada yatıyor: kurulmuş olan ekonomik ve siyasi düzenle iktidar güveni yok etti. Bu kanun teklifi ve benzerleri ise bırakın güveni inşa etmeyi, var olan güven kırıntılarını da ortadan kaldıracak bir hızla yıkıma devam ediyor.

Bu yelpazedeki bir kanunun tüm detaylarını bir köşe yazısında tartışmak maalesef mümkün değil. Ama özeti açık…

Halk işsizlikten ve borçtan kırılıyor, iktidar daha da çok finansallaşma diyor.

Halk işini kapatmanın ve iflasların ağırlığı altında eziliyor, iktidar reel sektörü kurtarmak yerine halka Kanal İstanbul’a ortaklık vaat etmek peşinde koşuyor.

Kuralsızlık, kurumsuzluk ve keyfilik düzeni hayatları yıkıyor, iktidar daha çok keyfilikle düzeni devam ettirmekte ısrar ediyor.

Halk ve iktidar arasında açılan bu makas bu kanun teklifi ile daha da çok açılıyor, halk güvencesizliğin ve düzenin yıkımının yükünü daha da çok hissedeceği bir geleceğe sürükleniyor.

Bu bir güvensizlik ve güvencesizlik bunalımı… Yarınlarımıza bugünden sahip çıkma sorumluluğumuz günden güne artıyor…