Öğrenme edimi kişinin yaşam içerisinde var olma, kendini bulma, tanıma ve ifade edebilmesi için olmazsa olmaz bir süreçtir. Bu süreç...

Öğrenme edimi kişinin yaşam içerisinde var olma, kendini bulma, tanıma ve ifade edebilmesi için olmazsa olmaz bir süreçtir. Bu süreç içerisinde kişi öğrendiklerini doğumdan itibaren üst üste koyar, biriktirir. Yine bu süreç içerisinde, kendisi için değersiz, kullanmaya gerek olmayan bilgileri hafızasında tutmama eğilimindedir. Bilginin hafızada tasnifi ile hangisinin değerli, kullanılabilir, hangisinin değersiz ve kullanılamaz olduğuna karar vermek ise bambaşka bir bilgi edinim işidir. Genellikle gerekliyi, gereksizden ayırma, ayıklama işinde insan daima zorlanmıştır.
Öğrenme edimi ile kazanılanı muhafaza etmek ise başlı başına ayrı bir iştir. Unutmak ve unutkanlık yalnızca bir yaşlılık hali değildir. Çok çok genç yaşlarda dahi kendini gösterebilmektedir. Unutma kişinin, bilinç düzeyi ve dünya görüşü ile doğrudan alakalıdır.
Hafızanın insan ve hayvanların doğadan gelen yapısında şu ya da bu oranda mutlak bir yeri bulunmaktadır. Çoğumuzun dünyayı paylaştığımız canlılarda, örneğin hayvanlardaki öğrenme ve hafıza üzerine becerileri konusunda bilgilerimiz genellikle kısıtlı ve küçümseyicidir. Bu nedenle çoğu kişi bir başka insanı küçümserken ‘hayvan’ sözcüğüyle bunu ifade eder. Oysa hayvanlar pek çok kez insanlardan daha çabuk öğrenme ve unutmama özelliğine sahiptirler.
Bu konudaki en son gözlemim bu pazar günkü Yükselişliler buluşmamızda teknedeki köpeğin denizden tekneye çıkarken birinci merdivende
( merdivenin yosunlu olması nedeniyle ) zorlanması – ve yardımla çıkabilmesi- üzerine ikinci deneyiminde bu kez diğer  merdiveni kullanıp bunda daha kolay çıkılabilir olduğunu hemen kavraması idi. Sonraki denize atlayışlarında hiçbir zaman yosunlu merdiveni kullanmadı. Çok çabuk öğrendi ve unutmadı.
Yıllar önce bir bilim teknik dergisinde okuduğum yazıda hep aklımdadır. Yazı da Okyanusta yaşayan, on-on beş santim ortalama boyunda, boru biçiminde, üst ve alt ağızlarında tüycükler olan, oldukça basit bir canlı üzerinde yapılan bir deney söz konusu idi. Bu basit canlının üst tüycüklerine bıraktıkları bir teksir kağıdı parçasını hemen içine çektiğini, bir süre sonra sindirilemez olduğunu görünce diğer uçtan kağıdı attığına tanık oluyorlar. Deneyi birkaç kez tekrarladıklarında görüyorlar ki hayvan bir süre sonra bunun sindirilemez bir nesne olduğunu öğreniyor ve bir daha içine çekmiyor. Bu deney sürdürülüyor ve görülüyor ki bu basit canlı bir haftalık bir süre sonra tekrar kağıdı içine çekiyor. Sonuç: bu basit canlının öğrenme yetisinin olduğu ve en az bir haftalıkta hafıza kaydetme becerisine sahip olduğu şeklinde kayıtlara geçiyor. Bunca basit bir canlının bile en az bir haftalık bir hafızaya sahip olduğu dünyamızda son derece gelişmiş bir beyin yapısına sahip insanların zaman zaman günlük hafızaya sahip olduğunu görmek şaşırtıcı olduğu kadar üzücüde aynı zamanda.
12 Eylül ve darbecilerin yargılanması  tartışmalarının yoğunlaştığı şu günlerde bir tür hafıza tazelemeye ne kadar ihtiyaç olduğu bir başka gerçekliğimiz.
Kapitalizm ve emperyalizm her daim dünya halklarına reva gördüğü zulmün tarihin karanlığında kalması için sürekli bir çaba içersindedir. Yapılan anketler göstermektedir ki bu günün pek çok genci ve dahi orta yaşlısı  12 Eylül darbesi konusunda son derece kısıtlı bilgiye sahip olup o günün darbecilerini tanımamaktadır. Burada bir öğrenme, öğretme eksikliği söz konusudur. Bir de öğrenenlerin unutma durumu vardır ki o daha da vahim olanıdır.
Yukarıda vurguladığım gibi egemen ideoloji hep unutturmak eğilimindedir. Bu genellikle o dönemin içinin boşaltılması, flulaştırılması hatta yadsınması ile vuku bulmaktadır. Dönemi sağ-sol çatışmasının olduğu, çatışanların birbirini öldüren katiller olduğu ve bunların ülkeyi kaosa sürüklediği gibi söylemler resmi ideolojinin ötesine geçtiği de görülmüştür.  Bu girişimlere zaman zaman ‘aydın’ kesimde destek vermektedir. ( Örneğin Pınar Kür’ün bir zamanlar 12 Eylül döneminin masum olmadığını söylemesi gibi..) .
Yine bu günlerde dönemin örgütlenmeler, deneyimler, devrimci kişilikler, kısacası devrimci sembollerinin tümünü silikleştirme, önemsizleştirme, unutturma eğilimi hem muhafazakâr kesimde hem de bunlarla sıkı fıkı ‘demokrasi ortaklığı’ kurma çabasında olan ‘sol’ etiketlerde sıkça görülmektedir. O dönemin devrimci kişiliklerini ve devrimci mücadeleyi küçümsemeyi, sıradanlaştırmaya çalışmayı, hatta daha da ileri giderek hakaret etmeyi görev edinenler resmi ideoloji ile aynı değirmene su taşımaktadırlar. Bu sahte darbe karşıtları 12 Eylül med- cezir’inin med zamanının görece devrimcileri cezir zamanının ise işbirlikçileridirler.
Dönemin devrimci pratiğini günün koşullarını bahane ederek siyaset alanının dışına itenler aslında tarihin de dışına itmeyi ve unutturmayı hedefleyenlerdir. Bu gün 12 Eylül afişlerini yasaklayıp darbeci generallere ve döneme sahip çıkanlardan farkları bulunmamaktadır. İşte bu yüzden askeri vesayet ve darbe karşıtı söylemleri sahtedir, gerçek hayatta karşılığı da yoktur.
Ne yazık ki resmi ideolojinin aklama ve unutturma çabaları tuzağına zaman zaman sol –  sosyalist dostlarda düşmektedir. Kimimiz mahkemelerde çok haklı olarak siz bizi yargılayamazsınız deyip bu tutumunu sürdürürken, kimimiz hâlâ savunma psikolojisi içinde bulunmaktadır. Dün Fatsa ‘nın maskeli faşist muhbiri, bu günün MHP İzmir İl Başkanı bile “Kenan Evren aklı başındaysa ( yani bunamamışsa ) yargılansın” derken 12 Eylül’ü  Kenan Evren’in yargılanmasına indirgemekten çok çok öteye geçilmelidir. Yargılama, hesap verme, “ şu yargıç, bu savcı biraz daha insancıldı. Ne de olsa memurdu, görevini yapıyordu “ gibi ayrıştırmalara gitmeden dönemin tüm sorumlularını kapsamalıdır.