Salih kavga etmezsen, dizin kanamazsa hasta olursun oğlum! Dövüşçen len, köpük gibi kabarcan. Köpekler barışmak için dövüşür, sen hiç arkadaşına kin güden köpek gördün mü?

Haftanın Öyküsü: Kurunun yanında yaş da kuruyor

Can Binali Aydın - canbinaliay@gmail.com

Annemin söylediği gibi sıkı sıkıya giyinip terapi randevum için evden çıkmıştım. İnsanların denize girdiği aylar dışında mevsim benim için genelde kıştı. Rüzgâr gövdeme dokunacak boşluk bulamamalıydı. Böyle olduğunda hasta oluyordum ve bazen üç haftayı buluyordu ayağa kalkmam. Gerçi bir kez ailecek gittiğimiz Bozcaada tatilinde eski bir pansiyonun balkonunda uyuyakalmış, sabaha kadar şefkatli bir rüzgârla sarmaş dolaş olmuştum. Annemler pansiyonun bahçesinde adanın hoş şaraplarıyla muhabbete dalarken, ben sırtüstü uzanarak, tanıştığım gökyüzüyle arkadaştım artık. Aldığım ilaçlar nedeniyle içki içmemem gerekiyordu fakat itiraf etmek gerekirse masadaki yarım şişelerden birini kaşla göz arasında odama götürmüştüm. Arakladığım şişe mi, koynunda uzandığım yıldızlı gökyüzü mü nedendi sarhoşluğuma bilmiyorum ama o gece hayal kurarak uyuduğum ilk gündü. Şimdi Zekai Özgür Durağı’nda inip cadde boyu yürüyecek, benzincinin karşısındaki duvarları sarmaşıklarla kaplı büyük balkonlu binaya girecektim. Bunu daha önce otuz yedi kez yapmıştım, otuz sekizinciyi de yapacağıma inanıyordum. Ben inanıyordum annem, babam inanıyordu. Binadan ne kadar sessiz çıkarsam çıkayım pencereyi açıp ‘’Oğlum Salih dikkatli git emi oğlum,’’ diyen Melek Hanımteyze inanıyordu. Akbilim, hava bozarsa diye yaz-kış yanıma aldığım montum, kapıyı kilitleyep kilitlemediğime dair kuşkumla durağa doğru yürüyordum. Oto servisinin önünden geçerken Efraim abiler salam, kaşar kestirmiş öğle yemeği yiyiyorlardı. Efraim abi beni görünce seslendi:

-Len Salih nere gidiyon oğlum?

-Randevuya gidiyorum Efraim abi.

-Paran da gidiyo mu?

-O da geliyor abi.

-Oğlum yirmi sekiz yıldır tüm mahalle beni dinliyor, kimse beş kuruş istemedi. Gel otur iki lokma bir şey atıştır yarım saat geç gidersin. Maliyetine dinleriz len eşek sıpası.

-Efraim abi zaten seans kırk beş dakika sürüyor.

Birkaç adım attım atmadım geri döndüm, zaten gitmek için pek istekli de değildi ayaklarım. Efraim abi onlara doğru yürüdüğümü görünce oturmam için yanına bir meyve suyu kasası çekti, oturdum. Yüzünü yüzüme döndü, üstünde oturduğu kasayı iki kez bana doğru çekip yaklaştırdı. Gizli bir şey söyleyecekmiş gibi öne eğilip yavaşça dizime vurdu. ‘’Bak Salih’’ dedi, ‘’insan moral varlıktır, dokunmazsa hasta olur. Senin küçüklüğünde de mahallenin delisi yok muydu oğlum, peki niye hiç zarar vermiyordu insana? E şimdi akıllı dediğin seri katil oluyor. Niye arkadaşları gibi o da sabırla sırasını bekliyordu dönmedolapta? Çünkü temas ediyordu be oğlum. Mahalle maçlarında koşuşturup ter kan içinde kaldıktan sonra bahçe katında su veren komşuya, misket oynarken yaslandığı arkadaşının omzuna, sokakta kapıştığı çocuğun yapıştığı yakasına. Len biz sokakta köpeklerle koşarken sürüye karışıyorduk millet ayıramıyordu kim it, kim çocuk. At özenirdi at, caddelerde koşuşumuza. Belediye, Cafer’in köpeği zehirlediğinde çöp arabasına kaptırmadık hayvanı götürdük parka gömdük, neden? Varsın kimse yanmasın giden bizim canımızdı. Anam öldü, babam öldü diye üç gün yemek yemedi çocuk; biz de onunla beraber aç kaldık, neden? Varsın ulusal olmasın, yas bizim yasımızdı. Zabıtanın camını çerçevesini indirdik, neden? Varsın düşmana değmesin, attığımız bizim taşımızdı.

Salih kavga etmezsen, dizin kanamazsa hasta olursun oğlum! Dövüşçen len, köpük gibi kabarcan. Köpekler barışmak için dövüşür, sen hiç arkadaşına kin güden köpek gördün mü? Kedi dediğin nedir, portakal kadar canı var, sıkıştır bakayım çıkmazda yandım anam diye feryat figan koşturur. Kedi deyip geçme oğlum, küçüktür ama öz hısmıdır aslanın. Mesela ben de senin gibi bunalıma girmek istiyorum amma vaktim yok. Bak indirdik toplayamadık, üç gündür şanzıman bekliyor. Şanzımanı atlatsam dükkân kirası, onu atlatsam ev kirası. Hepsini atlattın mutfaktı, tüptü, faturaydı. Tatillerde bizimle çalışacaksın... Terleyecek, soğuk suyu bir de o zaman içeceksin. Dövüşeceksin ama okulda, ama fabrikada ille dövüşeceksin. He bir de seveceksin. Hem de öyle taahhütlü, kontratlı değil Angut gibi seveceksin. Angut kuşunu bildin mi Salih, onlar eşleri öldükten sonra yas tutar, ölene dek bir daha eşleşmezler. Biz de saf bulduğumuza 'angut' der dalga geçeriz...’’

Efraim abi tek seansta bir öz vermişti bana. Yaşamdan duyguyla damıtılmış, piripak, rafine bir öz. Aldığım bu özü yol boyu, parklara, bahçelere, bulaştırdım. Evden çıkınca kapıyı kilitledim mi diye de kontrol etmiyorum artık.